Keplerimizi gökyüzüne mi fırlatıyoruz belirsizliğe mi?
Hangi bölümden mezun olursa olsun “işçileşerek” geçimini sağlamak zorunda kalacağını bilen öğrenciler, mezun oldukları alanlarda istihdam edilmeyeceklerini bilerek mezun oluyor.
Fotoğraf: Freepik
Melisa GÖNEN
İzmir
Kaygıları, henüz üniversite yaşamı içinde öğrenci sıfatı taşırken başlayan yüzlerce genç,mezun olduğunda okuduğu bölümün kendisine kazandıracağı sıfattan çok işsiz sıfatı taşımakzorunda kalıyor. Üniversitede aldıkları eğitim sürecinde, iş bulma koşulunun bireysel çabayla ilişkili olduğu söylemine maruz kalan öğrenciler, kariyer fuarları ve sertifika programlarıyla suni “gereksinimlerini” doyurarak hep daha fazlasına sahip olmaya mecbur hissettiriliyor. Artan mezun sayısı içinde oluşan rekabete dayalı ilişkiler, eğitimin niteliğinin yetersizliğinden çok bireysel yetersizliklerin gerekçe gösterilmesiyle sürdürülüyor. Alınan eğitimin sağlamadığı imkanlar nedeniyle ortaya çıkan eksikliğin, öğrenciler tarafından giderilmesinin beklenmesi, öğrencilerin kendilerini sürekli yetersiz hissetmesine neden oluyor. Bireyin karşılaştırmaya dayalı rekabetçi sistemde eksiklerini hep karşısındaki üzerinden tespit etmeye çalışması, bireysel çabanın “donanımlı olabilmenin yegâne koşulu” olarak kabul edilmesine yol açıyor. Hep daha fazlasına sahip olma beklentisi, bireylerin kendilerini eksik hissetmesine ve sistemin yarattığı sorunların göz önünde tutulmamasına neden oluyor. Öğrenciler arasında yaratılan rekabet ile öğrencinin içe dönük bireyci bir gelişim seyri göstermesi bekleniyor. Böylece sistemin çarpık yanlarından sorumlu olan faillere karşı gösterilecek mücadele seyri çarpıtılmak isteniyor. Buna rağmen, bölümlerdeki eğitim ve iletişimin niteliğini düşüren kontenjan sayıları, akademik ve teknik yetersizlikler, barınma gibi temel ihtiyaçlara erişim sorunuyla karşı karşıya kalan öğrenciler taleplerini dile getirmekten çekinmiyor.
CV HAVUZUNDA BİR YEDEK KONUMUNA DÜŞMEK
Sadece bir kez genç olacağını bilen ama bir kez bile yurt dışına çıkmamış, hatta ülkesinde gitmek istediği şehirlere gidememiş yüzlerce genç “hiçliğe” mezun oluyor. Mezuniyet törenlerinde yüzlerde beliren mutluluk, geçici bir ifade olmanın ötesine geçemiyor. Hangi bölümden mezun olursa olsun “işçileşerek” geçimini sağlamak zorunda kalacağını bilen öğrenciler, mezun oldukları alanlarda istihdam edilmeyeceklerini bilerek mezun oluyor. Her yıl farklı bölümlerden yüzlerce insan, devlet yeterli istihdam alanı yaratmadığı için, adeta nesneleşerek şirketlerin CV havuzuna yığılıyor. Şirketlere, bu çeşitliliğin içinden seçim yapmak kalıyor. Benlikleri bir CV ile bütünleşerek nesneleşen yüzlerce insanın beklentileri, ihtiyaçları, hayalleri fark edilmiyor. Şirketler bu çeşitlilikten faydalanarak ucuz iş gücü yaratıyor, tehdit mekanizmaları geliştirerek işe alımı bir lütufmuş gibi lanse ediyor. İşe alınan kişi, işin koşullarını yerine getirmezse CV havuzunda yedek konumunda olan ve kendisi yerine işe alınmayı bekleyen yüzlerce kişi olduğu söylemiyle uyarılıyor. İşçiler, bilinç yitimine uğratılarak kendi sınıfına da yabancılaştırılmaya çalışılıyor.
Kişi, CV havuzunda bir yedek konumuna düştüğünde öğrencilik yıllarında sertifika, kurs ve ek ders alarak kazandığı yetkinliklerin sistemin sorunlarını gideremeyeceğini anlıyor; eğitimin ve işsizliğin bireysel kazanımlarla çözülemeyeceğini fark ediyor. CV havuzlarıiçinde kendi yetkinliğine, hayallerine yabancılaşıyor. Gençlerin kendi alanlarında istihdam edilmesinin ve şirketlerin tekelinden kurtulmasının elzem olduğu, ancak mevcut koşulların bunu sağlayamayacağı, çünkü neredeyse her şeyin özelleştirildiği gerçeği karşımızda duruyor.
YAŞAM, İŞ VE EV ARASINDA GEÇEN SÜREÇTEN İBARET DEĞİL
Gençler, klasik biyografilerin içine sıkıştırılmış durumda. Potansiyel, istek, hayal gücü elbette yitmiş değil ancak kurgulanan senaryoyu gerçekleştirmek için maddi gerekçeler ciddi bir engel konumunda duruyor. Genç mezunlar, yaşamın sabah işe gidip akşam eve dönmekten ibaret olmadığını, genç olmanın sadece bir kez deneyimleneceğini biliyor. Yaşam koşullarının iyileşmesini istemek, siyasiler tarafından bir küstahlık, dinci gericiler tarafından şükürsüzlük olarak değerlendirilse de gençler taleplerini insan olmanın gereğiyle yükseltiyor. Mezuniyet törenlerinde ailelerden yükseltilen “bu kadar insan nerede çalışacak” sesi, eğitim sisteminin gelişigüzel hazırlanmış bir kurgudan ibaret olduğunu, okuryazar oranıyla birlikte artan işsizliğin açlık ve sefalet koşullarını besleyeceğini öngörüyor.
SANSÜRCÜ ZİHNİYET VE BİLİMİN AYDINLIK YÜZÜ
Bu yıl da mezuniyet törenlerinde öğrencilerin yükselttiği demokrasi talepleri, bürokrasinin kıskacına takılarak bilimden uzaklaşmış akademik kadrolara rağmen yükseltildi. Selçuk Üniversitesindeki tıp öğrencileri, değiştirilen yemin metninin aslını okumakta ısrar edince salondaki ışıklar söndürüldü, perdeler öğrencilerin üzerine kapatıldı. Mesleklerinin etik kural ve gereklerine, yeniden düzenlenen söylem biçimleriyle müdahale edilmek istense de tıp öğrencileri bu gerici zihniyete biat etmedi. Orada, sansürcü zihniyetin ışıkları kapatmasıyla karanlıkta bırakmak istediği bilimin aydınlık yüzüydü, öğrencilerin direnç gösteren tavrıydı. Hacettepe Üniversitesindeki bir mezuniyet töreninde konuşma metnini okuyan öğrencinin akademinin bilimden uzaklaştığını ifade etmesi üzerine öğrenciye müdahale etmek için devreye girenlere tepki gösterildi. O gün, orada baskıcı zihniyet karşısında akademinin sahip olması gereken bilimsel nitelik savunuldu. Bu, her şeye rağmen insanların, sistemin çarpık yanlarına, gerici zihniyete karşı ses yükseltme potansiyelinin olduğunun ve insanların pasif nesnelere dönüştürülemeyeceğinin göstergesiydi.