Savaşın gölgesi büyürken
Savaşların, iktidarın kendi politikasını yeniden üretmek için kullandığı bir alan olması seçimler yaklaşırken bu alanın daha fazla gündeme geleceğini gösteriyor.
Hacettepe Üniversitesi öğrencisi
Bugün açısından hâlâ yeni pazar alanları arayışı, halihazırda ülkelerin sahip oldukları sömürü alanlarının kalıcılığı ve sürdürülebilirliğinin önemi devam ediyor. Bu bağlamda şekillenen emperyalist ilişkiler, hesaplaşmalar, çatışmalar yeri geliyor savaşlara neden oluyor. Söz konusu ilişkiler için NATO’nun rolünü yadsıyamayız. Öte yandan Türkiye’nin stratejik konumunu da düşündüğümüzde, bütün bunlarla birlikte tek adam rejiminin ülkeyi savaş politikalarının içine çektiği su götürmez bir gerçek. Nitekim Erdoğan’ın Biden ile görüşmesinden sonra İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini kabul etmesi hükümetin bağımlılık ilişkilerini son süreçte en net somutlayan hamlelerinden biri oldu.
İsveç ve Finlandiya’nın bu konuda uzlaşmak adına Türkiye’ye herhangi bir silah ambargosu uygulamayacakları taahhüdünü vermesi ve Türkiye’nin talepleri karşısında “terörle mücadele” adı altında siyasal hak ve özgürlükleri kısıtlayabileceğine dair açık kapı bırakması, Türkiye gençliğinin demokratik haklar kapsamında ileri gördüğü ve yaşamak istediği buülkelerin de kapitalist çıkarlar için halkların demokratik hak ve taleplerini yok sayabileceklerini bir kez daha gösterdi
AKP SAVAŞLARDAN NE KAZANIYOR?
AKP’nin savaşlara dahil olma isteğinin de NATO’da sözünü dinlettirmek için çırpınmasının da arkasında pazar alanlarında kendini var etme isteği var. Bununla birlikte ABD’den alacağı mali destek, iyi bir prestij ve stratejik güç var.
İktidarın dini ve milli değerleri korumak üzerine şekillendirdiği söylemleri, ekonomik ve politik olarak içine düştüğü açmaz karşısında sığınmaya çalıştığı bir liman olarak tazeliğini korusa da ekonomik kriz terazinin ağır basan kısmını oluşturuyor. Savaşların, iktidarın kendi politikasını yeniden üretmek için kullandığı bir alan olması seçimler yaklaşırken bu alanın daha fazla gündeme geleceğini gösteriyor. Millet ittifakının, iktidarın uyguladığı savaş politikalarına yönelik kafasını toprağa gömmesiyse söz konusu sermaye çıkarı olduğunda halkın yararını değil sessizliği tercih ettiğini açıkça gösteriyor.
SAVAŞ HARCAMALARI TOPLAM BÜTÇENİN BEŞTE BİRİ
Türkiye’de 2022 yılı bütçesinde 350 milyar liradan daha fazlası savaş harcamalarına, iç ve dış güvenliğe ayrıldı. Eğitime ayrılan bütçeyse 189 milyar. Yakın zamanda sosyal medyada KYK faizleri viral oldu. Yeni mezunlar borcu nasıl ödeyeceklerini düşünürken icralık olan gençlerin sayısı günden güne artıyor. Üniversite öğrencileri eğitimlerine devam edebilmek için sigortasız, güvencesiz, esnek çalışma koşullarında çalışmak zorunda kaldı, kalacak. Geçinememek çoğu öğrenciyi eğitim sürecinden koparıyor. Eğitim dönemi barınma, beslenme, ulaşım gibi temel ihtiyaçlara gelecek zamlarla açılacak.
Temel tükettim maddelerine gelen zam karşısında yok olan asgari ücret zammı “Asgari ücrete zam gelmesin daha çok geçinemiyoruz” seslerinin yükseldiği bir düzlemde ilerliyor. Hükümet savaş politikalarını işletmeye çalıştığı ülkelerde sermayedarları da yerleştirerek kâr oranlarını büyütüyor. İktidarın derdinin hâlâ kendini ve sermayedarları korumak olması “aynı gemide değiliz” söylemlerini hatırlatıyor. Halkların ekonomik kriz içerisinde debelendiği günler sermayedarlar için kârlarına kâr kattıkları günler oluyor.
Ekonomik krizi her gün daha fazla hissettiğimiz, kapitalist-emperyalist ilişkilerin daha görünür hale geldiği zamanlardan geçiyoruz. İktidar ekonomik kriz içerisinde hayatta kalmaya çalışan, temel ihtiyaçlarını ve acil taleplerini karşılamak isteyen gençlerin karşısına daha baskıcı politikalarla çıkacaktır. Dolayısıyla savaş olgusunu, mevcut iktidarın rolüyle birlikte sisteme içkin bir şekilde değerlendirdiğimizde çıkan sonuç şudur: Savaşın karşısında bütünlüklü ve tutarlı bir mücadele yürütmek sistemin karşısında da mücadele yürütmektir.