27 Temmuz 2022 11:52

Sağlıkta şiddet ve yanlışlar

Sağlıkta şiddeti önlemek için sadece güvenlikçi uygulamaların yeterli olamayacağı, bu zengin arka planla çok yönlü bir mücadelenin gerekli olduğu açıktır.

Fotoğraf: Evrensel

Cemal Hüseyin Güvercin
Cemal Hüseyin Güvercin

Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın sağlık çalışanları açısından en çarpıcı sonucu, ne insanca koşularda çalışma ortamının sağlanması, ne nitelikli emeğin karşılığı olacak yeterli gelir elde edilmesi, ne de sürekli mesleki gelişimin, liyakatin desteklenmesi olmuştur. Tam tersine, 18 yıllık uygulamanın sonucunda sağlık çalışanlarının payına düşen, hizmet almaya gelenlerden şiddet görmek olmuştur.

Sağlık çalışanlarına şiddet eski bir konu olsa da yeni olan, şiddet uygulama eşiğinin düşmesi, şiddet yaygınlığının salgın düzeyine ulaşması, ateşli silah kullanılması ve ölümlerin olması, şiddetin sağlık kurumları baskınları ve toplu linçlere varan saldırılarla çeşitlenmesi, ağırlaşması ve şiddet karşısında yöneticilerin sessiz ve etkisiz olmalarıdır.

Sağlık Bakanlığı’nın 2003’te yayınladığı ve Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın tanıtıldığı, pek çok süslü ifadelerle dolu 37 sayfalık belgede, bir kez olsun “şiddet” sözcüğü yer almamıştır. Örneğin programın risklerinden birinin, “sağlık çalışanlarına şiddetin artabileceği” öngörülmemiştir. Oysa o yıllarda, Türk Tabipleri Birliği’nin önemli çekinceleri ve uyarıları olmuştur. Gerçi belgede yer almış olan, programın sağlık alanında verimlilik, etkililik ve hakkaniyet sağlayacağı beklentileri de boşa çıkmıştır. Bırakın verimliliği, sağlık hizmetlerine ulaşmak ciddi biçimde zorlaşmış, belli branşlar için bir poliklinik randevusu alabilmek, ayrıcalık olmuştur. Hizmete ulaşamayanların yöneldiği adres de doğal olarak, acil servisler olmuştur. Pandemi dönemi, bu sorunları daha da kötüleştirmiş, sağlıkçıların çalışma koşullarını iyice ağırlaştırmıştır. Sorunlar ve hak talepleri dile getirildiğinde, en yetkili ağızdan “sınır kapıları” gösterilmiştir.

2020’de sağlık çalışanlarına yönelik 22 bin, 2021’de ise 60 bin saldırının olması, sorunun sadece bir “iletişim” sorunu veya öfkeli hasta/hasta yakının yarattığı “münferit” bir olay olduğu klişesini, tahttan indirmiştir. Yine bir dönem, sağlıkçılar arasında popüler bir söylem olarak, şiddetin sorumlusunun, -insan hakları olması atlanarak- bir çeşit “müşteri hakkı” olduğu sanılan “hasta hakları” olduğu iddialarına da artık pek rastlanmamaktadır. Ayrıca, Sağlıkta Dönüşüm Programı’na belli düzeyde destek verenler dahi şiddetin üreticisinin bu sistem olduğu noktasına gelmişlerdir. Son zamanlarda görsel medyaya yansıyan ve toplumu sarsan sağlıkta şiddet olgularından sonra, sosyal medyada başlatılan kampanyaların hedefinin çoğunlukla “sağlık bakanı” olması, şiddet konusundaki bu düşünsel dönüşümü de yansıtmaktadır.

Sağlık ortamında meydana gelse de her şiddet olgusunun, en başta politik olmak üzere, ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik etmenlerin de rol aldığı bir arka planı bulunmaktadır. Sağlık sistemi bu arka planla iç içe olup, ülkenin umumi ahvalinden ayrı değildir. Dolayısıyla sağlıkta şiddeti önlemek için sadece güvenlikçi uygulamaların yeterli olamayacağı, bu zengin arka planla çok yönlü bir mücadelenin gerekli olduğu açıktır. Sağlıkta şiddete karşı Türk Tabipleri Birliği’nin meslek ve demokratik kitle örgütü niteliğiyle yıllardır kamuoyuna açıkladığı akılcı, bilimsel ve sürdürülebilir çözüm önerileri, bu çok yönlü mücadeleyi tanımlamaktadır. Ancak bazı sağlık çalışanları veya örgütlenmelerin popülizm rüzgarlarına kapılarak ve üzerinde yeterince düşünülmemiş ham önerilerini “mucize ilaç” gibi sunmaları, ne yazık ki temel mesleki kavramlarla ters düşmelerine yol açmıştır. En vahim önerilerden biri, Hekim ve Diğer Sağlık Çalışanları Kamu Sağlık ve Sosyal Hizmetler Sendikası’nın (Hekimsen) “acil önlem önerisi” olarak “hekimlere silah ruhsatı verilmesi” talebidir. Pek çok hekim için bu öneri tartışmaya dahi değmeyecek bir söylem olsa da Trump’ın Amerika’daki okul baskınlarını önlemek için “Öğretmenleri silahlandıralım” önerisiyle aynı olması bakımından dikkat çekicidir.

Başka bir popüler söylem de sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanlara “kamuda sağlık hizmeti verilmesin”, “ücretsiz sağlık hizmetlerinden yararlanmasın” ya da “SGK sağlık hizmetleri kapsamından çıkarılsın” önerileridir. Öneriler biraz rövanşist olsa da ilk bakışta kulağa hoş gelebilen, şiddet uygulayana ders verebilme hatta ıslah edebilme potansiyeli de taşıyan bir uygulama olabilecektir. Hatta son iki öneriye, muhtemelen çoğu sağlık çalışanı olan 25 bin kişi sosyal medyada destek imzası atmıştır.

Bu öneriler ilk bakışta hukuksal cezalandırma dışında “ülke çapında sektörel bir cezalandırma” özelliği taşımaktadır. Aynı mantıkla bankacıya şiddet, bankacılık hizmetlerinin verilmemesi, hostese şiddet, uçuşlardan men edilmesi, evlendirme memuruna şiddet evlilik işlemlerinin yapılmaması, tapu memuruna şiddet, alım-satım yapılmaması gibi örnekler verileceği gibi itfaiye memuruna şiddet, orman koruma memuruna şiddet, belediye otobüs şoförüne şiddetin olası yaptırımları daha da tartışmalı olacaktır.

Sağlıkçılara şiddet uygulayanlara “kamusal” sağlık hizmeti verilmemesi, özel sektörden hizmet alacağı anlamına gelse de özel sektördeki sağlık hizmeti de pek çok açıdan bir kamu hizmetidir. Ayrıca ekonomik durumu özel sağlık sektöründen hizmet alabilecek durumda olanlar için, söz konusu yaptırım anlamını yitirecektir.

Bu öneriyi destekleyenler muhtemelen, mahkemelerin belli durumda verdikleri “kamu hizmetlerinden yasaklanma” kavramına dayanmakta ve “Sağlıkçılara şiddet uygulayana, kamusal sağlık hizmeti verilmez” biçiminde anlamaktadır. Oysa bu konu TCK 53’e göre, sanığın, hükümlülük süresince, sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevini üstlenmekten men edilmesidir. Başka bir deyişle kamusal bir hizmetten yararlanmaktan değil, bir kamu görevi verilmesinden, üstlenmesinden (örneğin devlet memuru olmaktan, seçme ve seçilme yeterliliğinden, velayet/vesayet hizmetinden, dernek, vakıf, siyasi parti yöneticiliğinden) yoksun bırakılması/yasaklanmasıdır. Dolayısıyla ilgili yasanın kapsamında, kamusal sağlık hizmetinden men edilme bulunmamaktadır. Ayrıca TCK 53’teki yaptırım, hukuki süreçleri tamamlamış, cezası onanmış, hüküm giymiş kişiler için geçerli olacaktır. Şiddet uygulayan için de böyle bir ceza öngörülse bile, tüm hukuksal sürecin tamamlanmış olması ve kişinin aldığı cezanın onanmış olması gerekecektir.

Bu konudaki bir başka öneri şiddet uygulayanın SGK sağlık sigortası kapsamından çıkarılmasıdır. SGK zorunlu sigortacılık yapmakta ve topladığı primlerle meslek hastalığı, iş kazası, hastalık, analık, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası kollarında, hepsini kapsayan bütüncül hizmet sunmaktadır. Primini ödeyen kişinin herhangi bir sigorta kolundan çıkarılması mümkün görünmemektedir.

Bütün bu açıklamalardan daha temel bir sorun da kişinin, bir insan hakkı olan sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkının kısıtlanamamasıdır. Diğer bir deyişle kişinin her türlü ayrımcılıktan uzak ve işlediği suçtan bağımsız olarak, sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı bulunmaktadır. Örneğin cezaevlerinde en ağır suçlardan hüküm giymiş olsalar bile mahkumlar, ücretsiz sağlık hizmetlerinden yararlanmaktadır. Ayrıca kişiyi sağlık hizmeti üzerinden cezalandırmak, bedensel ceza anlamına gelecektir. Oysa çağdaş hukuk anlayışında örneğin falakaya yatırma, kırbaçlama gibi bedensel cezalar yoktur, sadece hapis cezası ve adli para cezası olmak üzere iki tür ceza bulunmaktadır.

Hekimler mesleğe atılırken, sağlık hizmeti sunumunda insanlar arasında herhangi bir ayrımcılık yapmayacaklarına dair yemin etmektedirler. Eğer hekimin hastası ile güven ilişkisi bozulmuşsa, acil bir durum yoksa başka bir hekime yönlendirmeli, acil durumda ise gerekli tıbbi yardımda bulunmalıdır.

Hekimlerin ve tüm sağlık çalışanlarının, sağlık hizmeti sunumunda veya sağlık sistemi ile ilgili olarak, mesleki değerlerine uymayan, yanlış uygulamalarla ilgili yetkilileri uyarma, meslektaşları ile iş birliği içinde yanlışları düzeltmeye çalışma sorumluluğu vardır.

Bu sorumlulukla, sağlıkta şiddeti önlemek için sadece saldırgana odaklanmak değil, bir “hastadan”, bir “saldırgan” yaratan bu sistemi sorgulamak ve finans temelli değil, insan hakları temelli bir sağlık sistemi kurmak önemli olacaktır.

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI