Şiirlerde maden işçileri: Diplerden yüze doğru yükselmenin zamanıdır
Orhan Kınacı, maden işçilerini anlatan şiirler üzerine yazdı.
Fotoğraf: Pixabay
Orhan KINACI
İzmir
Soma’nın Eynez açık ocak bölgesindeki özelleştirmeye direnen işçilerden biri şöyle diyor: “İşimiz, ‘çok tehlikeli iş kolu’ olarak geçer. Heyelanı, yağmuru, çamuru, yangını birçok şeyle mücadele ederek bu üretimi yapıyoruz.” Gerçekten de şiirde iş kazaları ve iş cinayetlerinin izini sürersek belki de en çok maden işçilerine yazılmış dizelerle karşılaşırız. Bir şiirinde madenleri “zehir yatakları” olarak tanımlayan Sabri Altınel, gözlerini kaybeden bir işçiyi şöyle anlatır: “Arifin ne güzel gözleri vardı / Arifin ne içli gözleri vardı / Maden ocağında bir karanlıkta / Gözlerini sudan ucuza verdi”. Devamında işçi sınıfı kültürünün ayrılmaz bir parçası olan dayanışmayı, paylaşımı da işler; “Arifin eski bir urbası vardı / Tuttu da Soma’da birine verdi”. Kimi sanatçılarca “umudun şairi” olarak kabul edilen Altınel, “Zamanın Yüreği” şiirinde de işçinin değerini anlatmaktan çekinmez: “Onlar çıkardılar madeni, buğdayı çıkardılar kaldırdılar aç harmanını/Umudu yeşerttiler diri tuttular yaşamı sevinci”.
Bir başka şiirde M. İrfan Benli, maden işçilerinin çalışma koşullarına tanık eder bizi: “Ellerine bakar bir avuç toz / Damlar parmaklarından rutubet”. Yeraltında çalışan işçi fiziksel zarar görmekle kalmaz, ruhsal zarara karşı da direnmek zorundadır. Muammer Hacıoğlu’un “Yeraltı Sancısı” şiirinde iyi anlarız bunu; “Yeraltını bilir misiniz / orda ne yağmur ne yaprak ne çiçek / yeraltı yeraltı bir siyah sonsuzluk / yeraltı yeraltı kuyusu yalnızlığın / her kömür parçasına alın teri karışmış / her kömür parçasına sıvanmış soluğumuz” ve şiirin devamında, asıl değerli olanın madenin tek başına varlığı olmadığını, bütün bu zorluklarla yüz yüze gelen işçinin emeği olduğunu anlarız: “Hüner toprakta değil / kazmadaki hızdadır”.
"HEM EMEĞİN HEM ACININ BAŞKENTİ"
Soma maden faciasının yaşanmasında özelleştirmenin payını biliyoruz. Bugün Soma’da direnen bir maden işçisi, “İki tane Soma var bizim için. Bir 13 Mayıs 2014 öncesi bir de 13 Mayıs 2014 sonrası. 13 Mayıs 2014’e kadar burası bir emek şehriydi ama o tarihten sonra hem acının hem emeğin başkenti olarak geçti tarihe. Biz böyle faciaların, iş cinayetlerinin yaşanmaması için devletin kamu madenlerinden elini çekmesini istemiyoruz” diyerek ortak acıyı ve talebi açıkça dile getirdi. Bedrettin Aykın, “Ölümün Ücreti” şiirinde, bir kazada yaşamını yitiren maden işçilerinin ağzından, “Sayın başkan ölümün ücreti ne” diye soruyordu, “Söyler misin sayın bakan / Yakar mı senin de yüreğini / Benim ciğerimi yakan” Maden ocaklarında özelleştirmenin sonuçlarını düşündüğümüzde, özelleştirmeye karşı çıkılmadıkça bu soruların eskimeyeceğini anlıyoruz.
Güngör Gençay’ın “Maden Ocağındaki Göçükten Sonra” şiirinde, göçüğün altındaki işçilerin çocuklarına yer vermektedir: “Bir yıkımın uğultusuna karışır sesleri / Boynu büküktür sevinçleri çocukların / Yüzlerce metre derininde/maden ocaklarının”. Dışarıda bekleyeni vardır çünkü işçinin. Ayten Mutlu da Soma maden faciasını andığı şiirinde şöyle aktarır bekleyenleri: “Dünya ile yürek arasında akan nehirde / kaç kez yıkanabilir bir madenci / bir can kaç ekmek eder / kaç kez daha görebilir güneşi / ama ekmek bekler, süt bekler, geri dönüşünü bekler / madencinin sevdikleri”.
DÜNYADAN ÖRNEKLER
“Biz özelleştirmeye karşıyız ancak özelleştirme olursa mevcut koşullardan öte nasıl koşullarda çalışacağımızı da dile getiriyoruz. Sadece bu da değil, Soma ve ülkedeki herkesin bu durumdan nasıl etkileneceğini söylüyoruz. Kömür fiyatından, halkın ucuz ısınma hakkına kadar dile getireceğiz. Yeni iş cinayetlerinin olmaması için de sonuna kadar mücadelemizi sürdüreceğiz” diyor bir maden işçisi. İşçilerin mücadelelerinde yalnızca iş koşullarını gözetmekle yetinmediğini, halkın geriye kalan kesiminin de hakkını öncelediğini görüyoruz; anlıyoruz ki direniş bölgesel bir yarar uğruna olmaktan çok daha büyük. Doğrusu dünya genelinde maden işçileri hatta işçilerin bütün haklı mücadeleleri için yazılmış şiirler uzun zamandır bu tutumu göstermektedir; “Güney köylüleri, Bask işçileri, merhaba /siz ki İspanya'sınız, yürüyen İspanya/Öğrenciler, genç kızlar, Asturias madencileri/ışık, umut sayenizde var eğer varsa” demiş Gabriel Celaya.
Yakın zamanda Ege Bölgesi’nin bir başka direnişi olan TPI işçilerinin haklı mücadelesi ve kazanımları bize her şeye karşın işçilerin birliği ve direnciyle “yolların” açılabileceğini yeniden anımsattı. Soma maden işçilerinin Ankara’ya yürüyüşünü, engelleniyor olsa da umudumuzu yitirmeden A. Kadir’in birkaç dizesiyle selamlayabiliriz; “Ve yıldızlar yürür / dağlar yürür / yollar yürür / biz yürürüz / Büyük şarkılar yürür maden ocaklarının ağzıyle / kazmalarla, oraklarla şarkılar yürür”. Hristo Smirnenski umudunu ve isyanını söyler maden işçilerinin: “Sesler çınlar döne döne inilen tünellerde / güçlü ellerin kavradığı kazmalardan çıkan / açık göklere, güneşli günlere doğru / yankılanır durur umut ve isyan”. Arnavut ozan İsmail Kadare bir kenti selamlar; “Madenden bir kent / Ama insanların içi sepserin /madenlerin ortasında.”
"KENDİ KENDİMİZE HİZMET ETMENİN ZAMANIDIR"
Bu direnişlerden alacağımız daha büyük dersler de var elbet. Lajos Kassak, “İlkbahar’da Haykırış” şiirinde; “Kardeşler, diplerden yüze doğru yükselmenin zamanıdır / madenlerin derinliklerinden, kapanmış fabrikaların yıkıntılarından / Ekmeğimizin taş gibi kaskatı ve gecelerimizin uykusuz olduğu/bu acı günlerde artık kendi kendimize hizmet etmenin zamanıdır” der.
Emeğin şiiri, mücadelenin içinden ve işçilerin anlatılmaya değer yaşamlarından doğar. İşçi sınıfının bilinci emeğin şiirini güçlendirmenin de anahtarıdır ve günümüz sanatçısını gerçekliğe, acının ve sevincin toplumsal yanına çağırmaktadır. İsmail Kadare’nin dizelerinde olduğu gibi: “Işıktan korkan dizelerin madene yaklaşması yasak / Gelsin bizimle en güçlü, en dayanıklı dizeler / gelsin gürül gürül ter dökmeye.”