Ekonominin kamburu KYK borçlarımız mı?
Nedense “kamuculuk” suçlamalarını, KYK faizlerinin silinmesinin maliyetinin 13 katından fazlası Türkiye sermayesine “vergi indirimi” adı altında feda edildiğinde göremiyoruz.
Fotoğraf: Pexels
Ender Şiar ARGIN
İstanbul
KYK borçlarının faizlerinin silinmesine yönelik tartışmalar sıcaklığını korurken meseleye “farklı” boyuttan bakan isimlerin (Özgür Demirtaş, Cem Toker vb.) sosyal medyada sürdürdüğü tartışma çeşitli dönemlerde uç veren kimi liberal argümanları de yeniden görücüye çıkardı. Daha önce asgari ücrete yapılacak zam, Maltepe belediye işçilerinin grevi, İBB’nin kent lokantaları açması tartışmalarında, yani emekçilerin yaşamını sürdürmeye yönelik “kamu harcamalarını” öngören her tartışmada aynı itirazlarla karşılaşmıştık. Öyle ki, son yıllarda gittikçe büyüyen bu “serbest piyasa” taraftarlarına göre asgari ücrete zam yapılması enflasyona neden oluyor, belediyelerin ucuza yemek hizmeti vermesi rekabeti engelliyor vs. Serbest piyasaya, liberal ekonomi paradigmasına dokunan, hatta dokunmayı ima eden her uygulama sakıncalı ilan ediliyor, memleketin girdiği darboğazdan çıkışın reçetesi “ekonomi bilimi” yani “serbest piyasa” ilaçlarıyla yazılıyor.
Daha önce, bu sayfalarda Babacan’ın dönemini olumlu değerlendiren, AKP’nin başarısızlığını kurallı neoliberalizm yolundan sapmanın sonucu gören ve ekonomiyi siyaset-üstüleştiren liberal görüşlerin isabetsizliğini tartışmıştık.* Bu yazıda, KYK borçları gündeminde sivrilen kimi görüşlerle sınırlı bir tartışma sürdürmeye çalışacağız.
MOTİVASYON: BAŞKA BİR YOL
Son yıllarda, ekomomideki kötüye gidişin ve AKP’nin zayıf karneli yönetiminin sonucu olarak, ekonomiye dair daha fazla düşünen, okuyan, araştıran, ekonomi politikaları konusunda kendinden emin fikirler beyan edenlerin sayısında bir artış olduğu aşikâr. Liberal ekonominin, ülkeyi rayına oturtacak tek seçenek olduğunu öne süren bu fikirler, gençlik içerisinde geçmiş senelere göre daha fazla alıcı buluyor. Finans dünyasına ilgili, ana akım kuramlara bir ölçüde hâkim ve bilgisi; fiyat, faiz, enflasyon vb. kavramlar etrafında “teknik” düzeyde ekonomi tartışmaya yetecek bu gençlik kesimlerinin de derdi kuşkusuz ülkenin içinde bulunduğu darboğaza bir çare bulmak, en “akla yatkın” çözümü seçmektir. Ancak günün sonunda, ülkeyi düzlüğe çıkarma motivasyonu, aynı ülkeyi uçurumun kenarına götüren “serbest piyasacı” masalları farklı bir gözle okumayı önermekten başka çıktı vermiyor.
Örneğin asgari ücrete yönelik zam tartışmalarının gündemde olduğu zamanlarda “ücret artışı enflasyona neden olur” yorumlarını hatırlayalım. Ancak, ülkemizdeki enflasyon-ücret spiralinin temel nedenini esasen enflasyon ataletinde, yani aşırı üretim merkezli kapitalist krizlerin ihtiyaçlarında, ücret temelli fiyat artışının zorunlu hale gelmesinde, yani dünya kapitalizmini bugüne getiren neoliberal “fiyatta istikrar” kuralının terk edilmesinde görmemek için hiçbir sebebimiz yok. Dünya genelinde kapitalizmin kriz emarelerinin henüz belirmediği dönemlerde, enflasyon %2 ile %5 arasında seyrediyordu ve sorun olmaktan çıkmıştı. Nasıl mı? Emek-gücündeki verimlilik artışı, ücretlerin (yani ücretli emekçilerin) baskı altına alınmasına yönelik devlet politikaları, emeğin pazarlık gücünün zayıflaması vb. faktörler büyük ölçüde ücretler dahil dünya genelinde fiyatta istikrar politikasını mümkün kılmıştı. Ancak böylece uçurum büyümüş, yerkürenin büyük çoğunluğu yoksullaşmış, piyasa açısından potansiyel müşteri, yani talep kaynağı olmaktan çıkmıştı. (Örneğin ABD’de 1980’lerin başından itibaren verimlilikteki artış yüzde 60, reel ücretlerdeki artış ise sadece yüzde 17 civarındadır.)
Öyleyse enflasyonun nedenini emekçilerin ücret artışında arayamayız, çünkü bu bir sonuçtur. Neden arayacaksak, muazzam bir sınıf savaşıyla korunan fiyatta istikrar kapasitesinin iflasına, bu kapasitenin serbest piyasa “dengeleri” tarafından bozulmasına, ücret artışını mecbur kılan mal ve hizmetler bütününün üretimindeki yapısal çelişkilere, emek-sermaye arasındaki uçurumun gittikçe sermaye lehine bükülmesine bakmak gerekir.
Yine KYK borçları etrafındaki “kamu harcamaları” tartışmalarını hatırlayalım. Gerçekten, memleketteki temel ekonomik problemleri yönetimin “kamucu” ekonomi uygulamalarında bulmak için bu ülkede olup bitene yabancı olmak gerekiyor. Nedense AKP’ye yönelik aynı “kamuculuk” suçlamalarını, KYK faizlerinin silinmesinin maliyetinin 13 katından fazlası Türkiye sermayesine sadece bu yıl için “vergi indirimi” adı altında feda edildiğinde göremiyoruz. AKP iktidarının tarihin gördüğü en büyük “servet transferini” sürdürmek için emekçi sınıfları enflasyon, düşük ücret, vergi yükü vb. sopalarla soktuğu darboğaz ve tekellerden, ya da o çok sevilen ifadeyle “firmalardan” yana yaptığı seçimler söz konusu olduğunda, “kamu kaynakları” aynı duyarlılıkla tartışılmıyor. AKP’nin neoliberal kodları, ücretli emekçiler karşısındaki pozisyonu, liberalleri bile şaşırtacak düzeyde bir sınıf savaşı örneğidir. Yani AKP dün ne yapıyorsa bugün de onu yapıyor, neoliberalizmin en sadık partisi olmaya devam ediyor. Ciddiye alınmayı arzu eden her ekonomist, ekonomideki problemleri, AKP’nin “neoliberalizmi terk etmesi” ile değil dünya genelindeki kapitalizmin yapısal kriziyle bağlantılı olarak açıklamak, gelir dağılımındaki tarihin gördüğü en acımasız eşitsizlik tablosunu, üretimin toplumsal karakteriyle mülk edinmenin (ya da mal ve hizmetleri satın almanın) özel karakteri arasındaki sistemik çelişkiyi hesaba katarak tartışmak zorundadır.
SONUÇ: GÖRÜNTÜYÜ BIRAKALIM ÖZE BAKALIM
Sonuç olarak ekonomi gibi toplumbilimlerinin en girift alanını sınıf, mülkiyet, sömürü vb. toplumsal kategoriler etrafında değil de yalnızca faiz, fiyat, maliyet vb. daha çok ekonomiyle finans alanını eşitleyen kavramlarla ele alınca ve topyekûn gündelik yaşamın problemlerini “tek firma tek piyasa” düzeyinde bir üretim, kar, maliyet hesabına indirgeyince ortaya akla yatkın gibi duran ancak en deli saçması kuramlardan daha irrasyonel ekonomi yorumları ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin ve dünyanın ihtiyacı, bugün yaşadığımız bütün sorunları üreten mekanizmaları makyajlamakla yetinecek, başarısızlığı bir milyon örnekle sınanan liberal ekonomi paradigmasında değildir. Görüntüyle sürdürülen kavgayı bırakıp, meselenin özüyle uğraşmalıyız. İhtiyacımız olan, “serbest bırakıldıkça” sorun çıkardığı defalarca kanıtlanmış bir serbest piyasa kapitalizmi değil; kapitalizmin gerçek bilgisi ve eleştirisiyle donanmış, piyasanın değil toplumsal ihtiyaçların belirleyen olduğu gerçekçi, akılcı, bilimsel bir “sosyalist ekonomi” programıdır. Özgür Demirtaşvari bir serzenişle bitirelim, “keşke haksız çıksak” ancak “maalesef haklı çıkacağız.”
* https://www.evrensel.net/haber/451343/gercek-kapitalizm-tam-olarak-bu