İstanbul Sözleşmesi biziz, umut mücadelemiz!
İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz demek bugün yalnızca İstanbul Sözleşmesi’nden değil tek adam yönetiminin baskıları karşısında hayatlarımızdan, isteklerimizden vazgeçmiyoruz da demektir.
Fotoğraf: Volkan Pekal / Evrensel
Berfin Ezgi TATLI
Yıldız Teknik Üniversitesi
Pandora’nın Kutusu’nu duymuşsunuzdur. Kısaca hikayesinden bahsederek başlayalım. Prometheus Zeus’tan ateşi çalarak insanlara armağan eder. Buna çok sinirlenen Zeus çalınan ateşi alanları cezalandırmak ister. Ve insanların var olduğu kilden kadını yaratır. Tanrıların hepsi kadına bir sürü özellik bahşeder; güzellik, zarafet… Tüm tanrıların hediyesi anlamına gelen Pandora ismi verilir bu kadına. Hermes Pandora’ya merak duygusunu verir. Zeus ise Pandora’ya bir kutu verir ve bu kutuyu açmamasını söyler. Bu kutunun içerisinde acı, keder, hastalıklar yani tüm kötülükler vardır. Pandora merakına yenik düşer ve kutuyu açar. Kutunun açılmasıyla tüm kötülükler dünyaya gelmiştir artık. Kutu içerisinde yalnızca tek bir duygu kalır.
Evet, geçmişte dünyaya gelen kötülüklerden, acılardan bahsettik. Şimdi biraz da bugünümüzde yaşananlara, bu yaşananların yarattığı acılara bakalım. İstanbul Sözleşmesi devlete şiddeti ve eşitsizlikleri önlemek için yükümlülükler veren, koruma ve önleme mekanizmalarını zorunlu kılan uluslararası bir sözleşmedir. 20 Mart 2021’de gece yarısı Resmi Gazete’de yayımlanan bir Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedilmişti. O günden bu yana Türkiye’nin dört bir yanında binlerce kadın sokaklara dökülmüş, bu karara itiraz etmişti. Kararın iptali sebebiyle açılan davalar bir süredir devam ediyordu. Geçtiğimiz günlerde Danıştay, Sözleşme’nin iptal isteminin reddine karar verdi. Hukuk namına hiçbir şeyin bulunmadığı davalar yüzlerce kadının duruşma salonunu doldurmasıyla, binlerce kadının davayı takip etmesiyle ilerlemişti. Bunun sonucunda Danıştay’ın kararı bizlere şunu söyledi: “Tek adam ne derse o olur, gerisi teferruattır!”
BU KARAR NE ANLAMA GELİYOR?
Uzun bir süredir cemaat-tarikatların, AKP’nin saldırısı altında olan İstanbul Sözleşmesi’nin hem feshi hem de iptalinin reddi ile aslında kadınların, LGBTİ’lerin, çocukların hayatlarının yalnızca tek adamın ağzından çıkan söze bırakıldığı tekrardan ilan edildi. Çünkü hâlihazırda kadın cinayetlerinin, şiddetin, tacizin sistematik olarak kadınların yaşantısında olduğu günlerde kadınların haklarını koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, bu şiddetin sistematikliğini garanti altına almaktan başka bir anlam taşımıyor. 2011 yılında kadınların mücadelesi sonucunda elde edilmiş olan sözleşmeden çekilmek bugün açısından tek adam rejiminin baskı ve şiddeti günbegün artırarak gerici-faşist bir rejim inşa sürecinde kadınların bugüne dek elde ettikleri haklara yönelik saldırılar bütünün ve bu rejim inşasının bir parçası olarak karşımızda duruyor. Eşitliği kâğıt üzerinde olsa bile yok etmek üzere harekete geçen iktidarın korumaya çalıştığı aile yapısının kendisi, kadın ve erkek arasındaki ilişkinin gerici ataerkil bir biçimde yeniden tesis edilmesinden ileri geliyor. Bu biçimin kendisi kadınların özgür bir biçimde yaşama, çalışabilme, kürtaj olabilme gibi birçok hakkının tek tek elinden alınmasına karşılık geliyor. İstanbul Sözleşmesi’nin de feshiyle birlikte günlük yaşam içerisinde bir kadın olarak kendini var edebilme hâli gittikçe zorlaşıyor. Şiddet uygulayanlara, tacizcilere gerekli yaptırımların uygulanmadığı her an, başka birinin bu cezasızlığın yarattığı etkiyle yeni bir şiddeti doğurmasının önünü açar hale geliyor. Yaratılan bu hâl, hayatlarımızın tam ortasında biz kadınları her an ve her saniye tedirginliğe sokan bir korku iklimini de beraberinde getiriyor. Bir gece yarısı eve dönerken çantamızdan anahtarı çıkarıp kapıyı açana dek geçen sürede yaşadığımız o korkuyu, o tedirginliği yaratıyor. Sokakta tek başımıza yürürken, ardımıza bakarken yaşandığımız çekinceyi oluşturuyor. Staj ya da iş görüşmesine gittiğimizde aklımızda yer eden ilk sorunun “Patronum beni taciz eder mi?” olması tesadüf değil. Az önce bahsettiğimiz, yaratılan atmosferin günlük yaşantımıza etkisi sadece. İşte bugün AKP’nin yapmaya çalıştığı şey de tam olarak bu. Ekonomik, siyasal, toplumsal krizlerin ağırlaşan etkisiyle birlikte hayatımızın her alanında çıkmazda hissettiğimiz bu süreçlerde, yarattığı korku ikliminin kendisiyle birlikte bu abluka halini daha da derinleştirmek ve kadınların yaşamlarını, yaşam haklarını kıskaç altına almak üzere pozisyon almak.
ORADA DUR BAKALIM
Yukarıda bahsettiğimiz adeta Pandora’nın kutusundan kaçan acıların, kötülüklerin yanında kutu içerisinde kalan ve tüm insanlığı kurtaran bir duygu daha var. Umut. Umut var oldukça tüm acılar, kötülükler karşısında insanlık var olmaya devam edebiliyor.
Her ne kadar kadınların yaşam haklarını ellerinden almaya çalışırlarsa çalışsınlar, her ne kadar haklarına el koyarlarsa koysunlar onların yarattığı bu korku ikliminin karşısında “Orada dur bakalım!” diyen kadınlar, kadın mücadelesi var. Bugün İstanbul Sözleşmesi için sokaklara dökülen binler var. Bugün her ne olursa olsun erkek şiddetiyle ellerinden alınan kız kardeşlerinin hesabını soran kadınlar var. Bugün mücadelemiz var. İstanbul Sözleşmesi kararı ne olursa olsun bugün o Danıştay salonundaki kadınların söylediği tek bir şey var: İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz! Sözleşme biziz!
BİZLERİ YAŞATACAK OLAN BİZİM MÜCADELEMİZ
“İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz” demek bugün yalnızca İstanbul Sözleşmesi’nden değil tek adam yönetiminin baskıları karşısında hayatlarımızdan, isteklerimizden vazgeçmiyoruz da demek. Sözleşmeden vazgeçmiyoruz demek, tek adamın keyfi kararlarını, tek adam yönetimini de tanımıyoruz demektir aynı zamanda.
İstanbul Sözleşmesi biziz demek, Danıştay kararı ne olursa olsun o sözleşmede yazan her bir maddenin uygulanmasının garantörü biz kadınlarız, bizleri yaşatacak olan da bizim mücadelemiz demek.
İşte umut ettiğimiz hayat tam olarak burada yatmaktadır. Bizleri bu koşullara sürükleyenler karşısında yürüttüğümüz mücadelenin, bir araya gelmenin kendisindedir. Pandora’nın kutusunda kalan ve tüm insanları kurtaran umut, bir araya gelerek korkulara, acılara göğüs germektedir. Tüm bu korkular acılar ne kadar bizi sarmalarsa sarmalasın daha iyi bir hayatı umut ettiğimiz sürece, o hayat için mücadele ettiğimiz sürece kazanacak olan biziz. Birlikteliklerimizde yer alan o umuda tutunup tüm insanlığı kurtarmak kalmıştır geriye.