05 Ağustos 2022 13:08

Komünist Ali

12 Eylül’de üstüne ölü toprağı serpilen işçi sınıfı, yeni yeni uyanıyor, iş güvencesi, yeterli ücret ve insanca çalışma koşulları talep ediyordu. Ali’nin çalıştığı fabrikada da kıpırdanma başlamıştı.

Fotoğraf: Ali Çarman

Cemal Hüseyin Güvercin
Cemal Hüseyin Güvercin

Ali, babasının yıllar önce Almanya’ya işçi olarak gitmesi ve daha sonraları abisiyle kendini memlekette bırakıp, tüm aileyi Almanya’ya götürmesiyle, aileden uzak bir çocukluk geçirmeye başlamıştı. “Bak oğlum, biz Elhamdülillah Müslüman bir aileyiz, bu dünyaya dinimizi yaşamak, günahlardan kaçıp Allah’a kul olmak için geldik. Kardeşlerin küçük, onları yanımda Müslüman olarak yetiştireceğim inşallah. Sizler büyüdünüz artık, bu yaşta Almanya’ya götürürsem oralarda ahlakınız bozulur, dinden uzaklaşır gominist olursunuz!” Ali gözyaşlarıyla çaresizce “olmam baba, vallahi de olmam” dese de fayda yoktu. Artık, abisine tutunarak, akrabalar ve konu komşudan yetim muamelesi görerek yaşamlarını sürdüreceklerdi.

Yazın izine gelen ailesi ile başlangıçta istediği yakınlığı kuramaz, bir süre sonra onlara tam alışmışken, ayrılık vakti gelir ve annesine alışmanın bedelini onlar gittikten sonra birkaç hafta, uyumadan önce hıçkıra hıçkıra ağlayarak öderdi: “Seneye geldiğinizde hiçbirinizle asla konuşmayacağım, sen benim annem değilsin artık, niye bıraktın beni…”

Abi, polis kolejini kazanıp İstanbul’a gidince, Ali büsbütün yalnız kalmış, ortaokulu akrabalarının yanında okumuştu. Lise öğrencisi iken o kahredici haber gelmişti, Pol-Der üyesi bir komiser olduğu için “komünist” ilan edilen abisi, ülkücüler tarafından öldürülmüştü. Ölümün ne olduğunu tam olarak algılayamasa da iyi bildiği “ayrılık” duygusu üzerinden “sonsuz ayrılık” olarak anlamlandırmıştı. Almanya’dan tüm aile, akrabalar gelmiş, ağıtlar yürek yakmış, gözyaşları sel olmuştu. Babası, abisine komünist denilmesine ifrit oluyor ve kimse o sözcüğü ağzına alamıyordu. “Takdiriilahî, şehit oldu, cennettedir.” Baba: “Ali oğlum, sana artık amcanlar bakacak, ben her türlü desteği yaparım. Zaten askerliğine de birkaç sene var, sonra da hayırlı bir kısmet bulur, eveririz. Ne demiş atalarımız: “Er uyananla, er evlenen aldanmamış.”

Ali, suskun ve karamsar, her şey önemini yitirmiş, arkasında her daim dağ gibi duran ağabeyi artık yok. Yaşamı, dünyayı, ülkeyi sorgulamalar, biriken öfke, sol fikirlere ilginin artması, yasak yayınları okumalar, sorunlar üzerine kafa yorma, düşünme, tartışmalar, umutsuzluğun umuda dönüşmesi…

O gün ilçede yine genç bir devrimcinin cenazesi var, öldürülen kişi Ali’nin yakın arkadaşı, cenazede gözyaşları, ağıtlar, sıkılı yumruklar… Cenaze sonrası miting, çatışma, vurulanlar… Olaydan sonra Ali, bir grup arkadaşıyla dağa çıkar ve artık bir illegal kişiliktir. Aylarca dağlarda, soğukta, aç susuz, zorlu yaşam… Bitlendiklerini fark ettiklerinde Ali hemen atılır: “Bitli elbiseleri hemen karınca yuvasının önüne koyalım, karıncalar bitleri tek tek bulup yerler.” “Bunu nerden biliyorsun yoldaş?” “Mitka Gripçeva’nın, Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum kitabından öğrendim.” Atlatılan onca pusudan sonra, bir gün sabaha karşı uykuda iken yakalanırlar. Zaten 12 Eylül darbesi olmuş, cezaevleri tıklım tıklımdır. Aylarca süren işkence sonucu kabul ettiği “örgüt üyeliğinden” ceza alan Ali, Sağmağcılar Cezaevi’ne gönderilir. Burada ünlü mafya lideri İnci Baba ile tanışırlar. Kartvizitinde mesleğini “müteahhit” olarak yazdıran İnci Baba, Papa suikastına bulaştırılmak istendiğinde “Papa müteahhit mi ki vurdurayım?” diye kendini savunmuş ve kendisinin Türk Robin Hood’u olduğunu söylemiştir. Gerçekten de tüm mahkumların, kıyafet, yiyecek içecek ihtiyaçlarını karşıladığı gibi, kimseyi parasız da bırakmamıştır. Ali: “İnci Baba’nın çok iyiliğini gördüm, bana: ‘yiğit oğlansın buradan çıkınca yanıma gel sana iş vereyim’ dedi ama o işler bana göre değil.”

Öte yandan babası tarafından aforoz edilmiştir: “Benim Ali diye bir oğlum yok! Adı’na gurban ol, kâfir gominist!” 4 yıl sonra cezaevinden çıkan Ali’nin gidecek bir yeri yoktur, aileden kimse görüşmez. Neyse ki tanıdık, eş, dost yönlendirmesi ile Bursa’da bir tekstil fabrikasında işe girer.

Yaz tatilinde Bursa’da lunaparkta birlikte çalıştığımız İrfan: “Bak seni ev arkadaşımla tanıştırayım, senin hemşerin, Ali.” Samimi bir tokalaşma, memleket muhabbeti… Karşımda, çekingen, yavaş konuşan, dikkatle dinleyen, gülümseyen ve kesik kesik öksüren bir fabrika işçisi. “İşyerinde tekstil tozu çok fazla, öksürtüyor.”

Ali’yle hızla samimi oluyor ve sık görüşmeye başlıyoruz. Eve yemeğe davet ettiğimde babam, annem memleketlisini görmekten çok mutlu, Ali de yıllar sonra ev yemeği yemekten, aile ortamından… Nihayet kendinden bahsediyor, öğrendikçe güvenim artıyor, dostluk pekişiyor. Yeni aldığı montunu “Haftaya gece vardiyasına geçince, montu bir hafta da sen giy” diyerek, veriyor ve okula giderken bu şekilde birkaç hafta keyifle giyiyorum.

Babası yıllar sonra Ali’ye haber gönderiyor: “Söyleyin o hayırsıza, ben babayım kötülüğünü istemem. Elimi öpsün, Almanya’dan cemaatten arkadaşımın kızı ile evlensin, düğününü ben yaparım, geçmişi unutalım.” Aynı dönemde Ali’nin fabrikadan bir kadın işçiyle platonik bir ilişkisi vardır: “Kendisi Bulgar göçmeni, Bulgaristan devrimi ile ilgili çok kitap okudum, bu kadın da bana sanki bir partizan kadınmış gibi geliyor. Selamlaşıyoruz, bakışlarımdan anlamıştır ama henüz açılamadım. Yalnız, çok rahat biri, erkeklerle samimi olmasını kıskanıyor gibiyim.” Birkaç hafta sonra Ali üzgün: “Açıldım, ama pişman oldum. O, gezmeyi, eğlenmeyi, harcamayı severmiş, hangi fabrika işçisi bunu yapabilirmiş? Arabamı, evimi ve başka gelirimi sordu, yok dedim. Sende de yoklar listesi uzun galiba deyip kahkaha attı ve gitti” “Desene, partizan kadın, buraya gelince kapitalist olmuş! Hadi boş ver!” “Herhalde, yoksulluğumu yüzüme vurduğu için canımı yaktı.”

Okula gitmediğim bir sabah, kapı zili ile uyandım. Gri bir havada, çiseleyen yağmur altında çökmüş gibi duruyordu. “Ali yukarı gel, ıslanma!” “Evde olduğunu tahmin etmiyordum, kapıdan sorup geçecektim.” “Seni hiç iyi görmedim yahu, ne oldu?” Yutkunarak anlatmaya başladı. Ev arkadaşı İrfan’ın kardeşi, Güneydoğu’da komando olarak askerlik yapıp, yeni terhis olmuş ve bir haftadır kendilerinde kaldığını, onunla siyaset konusunda ciddi bir tartışma yaşadıklarını, kendisine “komünist” diye bağırdığını dile getirdi. Kendisinin konuyu kapattığını, fabrikada gece vardiyasına gittiğini, sabah geldiğinde kıyafetleri hariç evdeki tüm eşyaların götürülmüş olduğunu söyledi. Dahası “Vatan haini bir komünistle aynı evi paylaşmayız” diye not bıraktıklarını… Bunun üzerine lunaparkta İrfan ile görüşmek için yola çıktığını belirtti. “Ali, belinde ne saklıyorsun öyle? Aman tanrım bu koca bıçağı ne yapacaksın?” “Gerekirse, diye aldım” “Ali, hemen duşa giriyorsun, sonra biraz uyku, ardından kahvaltı yapacağız. Ayrıca bir süre de bizde kalacaksın” Eğer sabahleyin okula gitmiş olsaydım, Ali, İrfan ile görüşmeye gidecek ve büyük olasılıkla kanlı bir hesaplaşma olacaktı.

12 Eylül’de üstüne ölü toprağı serpilen işçi sınıfı, yeni yeni uyanıyor, iş güvencesi, yeterli ücret ve insanca çalışma koşulları talep ediyordu. Ali’nin çalıştığı fabrikada da kıpırdanmalar başlamıştı, öğlen arası bir araya gelmeler, sorunları tartışmalar ve fabrika içinde yürüyüşe geçmeler… Ali, işçileri örgütleme, sendikalaşmayı sağlama ve işverene şikâyetleri iletme konusunda, bir eski tüfek olarak öncü saflarda yer alıyordu. İşveren, iktidardan aldığı gücün pervasızlığıyla, işçi hareketlerinde elebaşı gördükleri kişilerin iş akdini sonlandırmıştı. Ali eve geldiğinde üzgündü : “Bugün işime son verdiler!” Annem tereddütsüz: “Sağlık olsun Ali, şu oğlumdan bir farkın yok, burası evin, ne pişirirsek beraber yeriz. Bunu yapanların evleri başına yıkılsın!”

Ali’nin babası Almanya’dan Bursa’ya gelmiş ve hem barışma hem de mümkünse oğlunu evlendirme telaşında. Müstakbel kayın peder: “Maşallah oğlun Ali çok düzgün, efendi bir delikanlıymış.” Baba: “Ali’yi kültürümüze, dinimize bağlı yetişsin diye Almanya’ya götürmedim, memleket terbiyesi aldı.” Ali: “Baba, beni komünist olursun diye, aileden ayırdın Almanya’ya götürmedin ya asıl bu ülke insanı komünist eder.”

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI