Tunus referandumu: Halkın devriminin tasfiyesi yolunda atılan en tehlikeli adım
Tunus Emekçileri Partisi Merkez Yöneticisi Habib Zemmuri, anayasa referandumuna dair tartışmaları Evrensel için kaleme aldı.
Fotoğraf: Tunus Emekçileri Partisi
Habib ZEMMURİ*
Tunus’ta diktatörlüğün başı olan bin Ali’nin 14 Ocak 2011’de devrilmesinden bu yana çeşitli hükümetler; halkın 17 Aralık 2010’da açtığı devrimci yolu kapatmaya ve sınıfsal özünden ödün vermeden bazı liberal reformlarla devrimi siyasi iktidarın yeniden inşasına indirgemeye çalıştı. Tunus’taki devrimci güçler, 2011 seçimlerinden önce ve sonra devrimin fitilini yakmak ve gerici sağcı güçlerle yüzleşmek için siyasi özgürlükleri kullandı. Devrimci yol; başını (Zeynel Abidin Bin Ali) feda eden diktatörlük rejimini yeniden inşa ya da siyasal İslam güçleriyle müttefiklerinin devlet aygıtına el koyması yoluyla bitirilmek istendi. Tunus’taki devrimci güçler, Halk Cephesi’ni kurarak bu projeye karşı koymada belirleyici bir rol oynadılar. Bu mücadelede Halk Cephesi, aralarında Şükrü Belaid ve Muhammed Brahmi’nin de olduğu dört şehit verdi. Ve evet devrimci güçler, 2014’te liberal ve dindar sağın işe yaramaz ittifakıyla desteklenen devrimi tasfiye girişimini engelleyemediler. Halk Cephesinin dağılmasıyla karşı devrimci güçler ile devrimci güçler arasındaki dengesizlik daha da arttı. Ancak egemen sınıf koalisyonu inatçı bir rakipten kurtulmasına rağmen toplumsal hareketin canlılığı ve siyasi, sendikal ve sivil güçlerin uyanıklığı sayesinde nihai düzenlemelerini gerçekleştiremedi.
Egemen sınıf koalisyonu, 1956’dan bu yana iktidardaki Demokratik Anayasal Birlik Partisi’nin düşüşünden bugüne, çıkarlarını ifade eden siyasi düzen üzerine arayıştan vazgeçmedi. 2019 seçimlerinde diktatör bin Ali’ye hizmet eden ideolojik/propaganda aygıtı üzerindeki sürekli kontrolü sayesinde siyasi hayatı kokuşturmaktan ve devrim, mücadele ve siyasi örgütlenme değerlerini aşağılamaktan da vazgeçmedi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kays Said, Tunus’taki finans ve medya lobisinin simgelerinden biri olan rakibine büyük bir fark atarak ikinci turda kazandı. 2019 seçimlerinde Tunusluların kullandıkları oylar, özlemlerine ihanet eden, sefaletini ve acısını şiddetlendiren 2011 sonrası iktidarlar için ceza oylamasıydı. Ama alternatif gerçekten sistemin dışından mıydı?
Kays Said, bin Ali rejiminin liderinin düşmesinden bu yana ayrım gözetmeksizin tüm siyasi aktörlere saldırmaya ve partileri, sendikaları ve sivil örgütleri küçük düşürmeye hevesliydi. 2011’den beri devrim güçleri ile karşı devrim güçleri arasındaki çatışma bağlamının dışında, devrimci bir biyografi çizmeye çalıştı. Seçimlerden önce ve sonra yaptığı açıklamalar ve iktidara gelişinden, özellikle 25 Temmuz 2021’de anayasaya karşı yaptığı darbeden sonraki siyasi tavrı, rejimin gizli ve kendisine emanet edilen görevler açısından en tehlikeli oğlu olduğunu teyit etti.
TANINMAYAN BİR DEVRİMCİ DEĞİL, REJİMİN ADAMI
Kays Said, birdenbire ortaya çıkan belirsiz bir adam değildi. Aksine ülkeyi 55 yıl boyunca demir ve ateşle yöneten feshedilmiş Demokratik Anayasal Birlik Partisi’nin ideolojik laboratuvarlarından geliyordu. Diktatörlüğe karşı herhangi bir siyasi faaliyette bulunduğu bilinmiyor. Aksine, diktatörlük rejiminin koruyucularındandı. Anayasayı kurcalayarak bin Ali’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde üçüncü kez aday olmasını sağlayan mimarlardan biriydi. Bu, kendisini “tanınmayan bir devrimci peygamber” ilan eden, yurtsever ve devrimci araçların dağıtımını tekeline alan, kendisine karşı çıkan herkesi kınayan ve çeşitli popülist söylemlerinde somutlaşan bir adamın tarihidir. Militan bir mirasın ve alternatif bir projenin yokluğunda, halk ve ulusal çıkar adına konuşmayı tekeline aldı. Egemen sınıfların koalisyonunun yarım yüzyıldan fazla bir sürede yerine getiremediği görevleri gerçekleştirmek için onların baskı ve propaganda aygıtıyla seçilen adamıdır. Kays Said’in 25 Temmuz 2021’deki darbesiyle anayasanın askıya alınması ve karanlık odalarda yeni bir anayasa hazırlanması ile uygulamaya konan tam da budur.
Kays Said, Tunuslu kadın ve erkeklerin sağlık, ulaşım ve eğitim hizmetlerinin çalışmamasından muzdarip olduğu bir zamanda referandumun başarılı olması için tüm devlet kurumlarını ve olanaklarını kullandı. Bizzat kendisinin belirlediği referandumu düzenleyen kuralları bile ihlal etmekten çekinmedi. Lakin yeni anayasasını ve dolayısıyla yeni yönetim tarzını meşrulaştırmak için yaptığı tüm çabalara rağmen referandumda büyük bir başarısızlığa uğradı. Gerçekleştirdiği skandal ve bariz sahtekarlıklara rağmen kendisi tarafından kurulan seçim komisyonu, seçime katılanların yüzde 30’unu geçmediğini açıkladı. Aslında uluslararası norm ve geleneklere göre, bir anayasa referandumuna katılım yüzdesi, kayıtlı toplam seçmen sayısının yüzde 50’sinden az olmamalıdır. Tunus’taki çeşitli kaynakların, oy verme merkezlerinin neredeyse tüm gün boyunca boş olması nedeniyle katılım oranının en iyi durumda yüzde 12 veya 13’ü geçmediğini açıkladığını biliyoruz. Yani resmi olarak sunulan sahte rakamları hesaba katsak bile, seçmenlerin üçte ikisinden fazlası referandum saçmalığına katılmadı. Bu durumda referandumun hiçbir meşruiyeti bulunmamaktadır.
Ancak Kays Said ve destekçilerinin, halkın iradesini koruyan yasal ve anayasal kontrolleri görmezden gelmeleri yeni değil. Tunusluların siyasal sistem başta olmak üzere yönelimlerini öğrenme bahanesiyle “milli istişare” dediği şeye bu yılın başından itibaren ancak yüzde 6’lık bir katılım sağlanabildi. Ancak buna rağmen Said, bunu tarihi bir an ve halk iradesi için kesin bir zafer olarak değerlendirdi. Bu tutum bize geçen yüzyılın 80’lerinde, Başkan Habib Burguiba’nın yönetiminin son yıllarına eşlik eden sayıklama ve saçmalıklarını hatırlattı.
Kays Said, anayasasında kendisini mutlak hükümdar olarak atadı. Yürütme, yasama ve yargıyı kısacası kurucu işleve sahip tüm yetkileri tekeline aldı. Aralarındaki ayrılığı ve dengeyi ve birbirini gözetleyen mekanizmaları ortadan kaldırdı. Ayrıca kendisine dini bir otorite, yani Anayasasının Beşinci Bölümünde belirtildiği gibi “İslam’ın amaçlarının” yorumlanması ve uygulanması konusunda yetki verdi. (Maddede, Tunus İslam ümmetinin bir parçasıdır. Saf İslam’ın; hayat, namus, para, din ve özgürlüğü koruma hedeflerine ulaşmak için devletin tek başına demokratik bir sistem altında çalışması gerekir, deniyor). Bu bağlamda hiçbir anlam ifade etmeyen “demokratik bir sistem altında” ifadesi, kendisine yöneltilen keskin eleştirilerin baskısı altında anayasanın yayınlanmasından sonra eklendi.
Said, özellikle 2014 anayasasında Tunus devletinin “vatandaşlık ilkesine dayalı sivil bir devlet” olduğunu belirten bölümü kaldırdığı için devlete dini bir karakter vermekle suçlandı.
DEVLETE KARŞI MÜCADELEYİ SİYASAL İSLAM’A KARŞI MÜCADELE İLE SINIRLAMA HATASI
Said’in kendisine verdiği yetkilere ek olarak, anayasasına göre herhangi bir sansüre tabi değildir. Sorumlu veya mesul değildir ve iktidardan ayrıldıktan sonra bile bugün ve yarın dokunulmazlığa sahiptir. O, devlettir ve devlet, odur. Bunu, devrimci ve ilerici güçlerin zayıflığı ve hatta bazılarının karşı devrimci güçlere karşı mücadeleyi Siyasal İslam’a karşı mücadeleye indirgenmeleri nedeniyle pusulayı kaybetmeleri ışığında bir süreliğine de olsa başardı.
Said’in darbesi ve rejimin doğasının tek adam rejimi olarak değişmesi, devrimin gidişatının düzeltilmesi değil, karşı devrim içinde bir karşıdevrimdir. Önceki rejimin içindeki çatışma, gerici Ennahda hareketi ve müttefikleri pahasına Kays Said lehine çözüldü.
Darbe ve ardından Said’in anayasasına ilişkin referandum, egemen sınıf koalisyonunun Tunus’taki devrimci süreci tasfiye etmek için yaptığı en önemli manevralardan biriydi. 2020 yılında tüm ekonomik göstergeler ve sıradan insanların acılarının şiddetlenmesi nedeniyle ülkenin şiddetli sosyal şoklarla karşı karşıya olduğunu gösteriyordu.
Hareket, 2011’de olduğu gibi tüm sistemi deviren ve devrim yolunun ortasında durmayan bir devrimci dalgaya dönüşebilirdi. Tunuslulara sabah akşam egemenlik, ulusal haysiyet, halkın toprakları ve zenginlikleri üzerindeki egemenliği hakkında retorik konuşmalar ve sloganlar yağdıran Said, onlarca yıldır yolsuzluğu yasallaştırarak, kolay kredi kullanarak, vergiden kaçarak ve bundan daha ziyade muafiyet tanınarak ülkenin kaynaklarını tüketen önceki iktidarlarla aynı yaklaşımı sürdürüyor. Hükümetini, daha önceki hükümetlerin uygulamaya cesaret edemediği IMF ile müzakereleri tamamlayarak ülke ekonomisini kalıcı olarak uluslararası para lobileri tarafından yönetilen bir pazara dönüştürecek taahhütler vermeye zorladı.
Atılan bu adımlar, devletin teslim olması ve sosyal ve ekonomik sorumluluklarından vazgeçmesi ışığında, emekçi sınıfların ve halkın koşullarının bozulmasını şiddetlendirecektir. Devlet, küresel kapitalist kurumlar ve çevreler için bir ticari ajana ve halk kitlelerini boyun eğdirmek için bir baskı aracına dönüştürecektir.
EKONOMİK VE SOSYAL ÇÖKÜŞ SÜRÜYOR
Said’in Tunusluları bekleyen sosyal adaleti ve refahı müjdeleyen konuşmalarının, darbeden bu yana ekonomik, mali ve sosyal göstergelerin kötüleşmesiyle cambazca yapılmış konuşmalar olduğu ortaya çıktı. Borç oranı 2021 sonunda gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 90’ını aştı ve 2022 sonunda daha da kötüleşecek. Enflasyon oranı da yüzde 8,1’e yükseldi ve bu da fiyatlarda çılgın bir artışa neden oldu. Ticaret dengesi açığı, geçen yılın aynı dönemine göre mayıs 2022’ye kadar yüzde 40 kötüleşti. Sosyal düzeyde, işsizlik oranı resmi olarak 18,1’e yükseldi ve bu eşi benzeri görülmemiş bir oran. Yoksulların sayısı yaklaşık 12 milyon nüfuslu ülkede 4 milyona ulaştı, bir buçuk yılda 780 bin insan yoksullaştı. Buna ciddi bir su krizi ve susuzluğun nüfusun önemli bir kısmı için gerçek bir tehlikeye dönüşmesi de eklemek gerek.
Ekonomik ve sosyal çöküşün devam etmesine rağmen Said, aynı ekonomik ve sosyal politika ve programları daha acımasız bir şekilde benimseyerek otoriter popülist projesini güçlendirme yönünde siyasi macerasına devam ediyor. Burada baskıcı devlet aygıtını; siyasi güçler, sendikalar ve emekçiler karşısında kullanmak için tek taraflı olarak kontrol etme ihtiyacı ortaya çıkıyor. Halk karşıtı programlara karşı şiddetli bir savaş şüphesiz ki yakındır.
Kays Said, darbesinin ilk döneminde geniş halk gruplarını aldatmayı başarmış olsa da son referandum popülaritesindeki düşüşü gösterdi. Çünkü emekçilerin ve halkın yaşam koşulları iyileşmediği gibi daha da kötüleşti.
SAİD, TUNUS EMEKÇİLERİNİN DİRENİŞİYLE KARŞILAŞACAK
Bütün gelişmeler Tunus Emekçileri Partisi’nin tutumlarının doğruluğunu teyit ediyor. Tunus’ta Said’in cumhurbaşkanlığına yükseldiği ilk günden beri onun komprador burjuvazinin temsilcilerinden biri olduğunu ve içinde bulunduğumuz dönemdeki krizine çare olarak seçtirildiğini ilan ettik. Kapitalizm, çıkarlarına yönelik tehlikeyi algıladığında siyasi ve sivil yaşamı “yozlaştırmaya” hazırdır ve Said’in yeni anayasası aracılığıyla dayatmak istediği hükümet tipiyle tam da ifadesini buluyor.
Ancak bu eğilimin işçi sınıfı ve geri kalan emekçi ve yoksul sınıf ve grupların direnişiyle karşılaşacağı kesindir. Ayrıca 5 demokratik partiden oluşan “Referandum karşıtı ulusal kampanya”ya katılan Marksist-Leninist partimizin liderliğindeki devrimci, demokratik ve ilerici güçlerin direnişiyle de karşılaşacaktır.
Tunus Emekçileri Partisi bugün toplumumuza egemen olan gerici sınıf ittifakının öncüsünü temsil eden Said’in zalim projesinin devrilmesini bugün görevlerinin en üstüne koyuyor. Bu görev, Tunus’ta devrimci yolu tamamlama ve Demokratik Halk Devrimin hedeflerine ulaşma yolunda üstleneceği ittifakların ve ortak eylemlerin temelini oluşturacaktır.
*Tunus Emekçileri Partisi Merkez Komite Üyesi
Çeviren: Ali Karataş