Tarihe Marksist bir bakış açısı ile bakmak: Değişimin temel etkeni nedir?
Biz geleceğin tarihçileri olarak tarihi değerlendirme aşamasında Marksist anlayışın yerini birbirimizle tartışmaktan, görüşlerimizi geliştirip değiştirmekten oldukça keyif aldık.
Kaynak: Unspalsh
Ece ÖZBAY
İrem Nur Özkan
ODTÜ
Geçtiğimiz haftalarda ODTÜ Tarih Emek Gençliği ve Tarih Bölümünden öğrenciler, Christopher Hill’in Marksizm ve Tarih isimli kitabındaki ilk makaleyi okuyup tartışmak üzere “Marksizm ve Tarih” başlıklı bir okuma atölyesi düzenledi. Bu atölyede tarih okuyan öğrenciler olarak tarihi Marksist bir anlayışla okumanın değerlendirme safhasında nasıl değişiklikler yaratacağı üzerine konuştuk. Ayrıca, iktisadi değişimleri temel olarak alarak tarihi sınıflandırmanın yalnızca iktisadı önceleyen bir tutumla karıştırılması meselesi üzerine Hill’in, Engels’ten aktardığı şekliyle ekonominin biricik öge değil temel olarak fikir ve gelişmelerin de temelini oluşturduğu yönünde çeşitli örnekler üzerine konuştuk. Tartışmanın ilerleyen vakitlerinde sınıf mücadelesi ve kitlesel hareketler üzerinden tarih yazımında “The Great Men History” olarak anılan tek bir kişinin mucizevi yeteneklere sahip olarak tarihi gelişmeleri gerçekleştirdiği düşüncesinin gerçeği yansıtmadığı konusunda hemfikir olduk. Öte yandan Marksist olmayan tarihçilerin dahi Marx’ın tarihi değerlendirme biçiminden bazı kısımları kullanıp geri kalanını görmezden geldiği noktada, halk hareketleri ve sınıf mücadelesini görmezden gelemeyişlerini ortaya koyduk. Marksist tarih anlayışına dair yine başta konuştuğumuz iktisadi değişimlerin politik ve kültürel gelişmelere dayanak mı olduğu yoksa bu gelişmeler ve iktisadi değişimlerin zaman zaman değişmekle beraber ayrı ayrı etkilere mi sahip oldukları yönünde kafa karışıklığımızı Hill gidermiş oldu. Hill’in açıkladığı şekliyle, iyi bir tarihçinin insan eylemlerinin görünümleri arasındaki ilişkiyi açıklamak adına bu bağlantıları kurması gerektiği ve bütün olarak baktığımızda politik ve kültürel gelişmelerin bir noktada ekonomik değişimler ile ilişkisini kavramış olmamız gerektiğini tartıştık.
TARİHSEL DÖNÜŞÜMLER TEK BİR KİŞİ ÜZERİNDEN OKUNAMAZ
Tartıştığımız bu noktalardan hareketle bir tarihçinin tarihsel yaşantıları veya dönüşümleri toplumdan kopuk olarak değerlendirilmesi düşünülemez. Bu bağlamdan uzaklaşıldığı takdirde akademide toplumdan kopuk, ilerisini tahayyül edemeyen bir anlayışın gelişmesi kaçınılmaz bir ihtimaldir. Bugüne kadar altını çizerek söylemek gerekir ki iktisadi temellerini kabul edilse dahi toplumlar tarihi bir kişiye indirgenebilecek kadar dar olamayacaktır. Bu bağlamda kültürü de iktisadi temeller ve toplumların değiştirici rolünden bağımsız incelemek mümkün olmayacaktır. Kültür ve ekonomi, belirleyici rolü ekonomik değişimlerin üstlendiği biçimde, iç içe durumdadır. Nitekim üretim araçlarının kontrolünün el değiştirmesi ile yaşanacak değişim de sosyal ve toplumsal birçok durumu değiştirici bir rol üstlenecektir. Örneğin, kapitalizmin oluşturduğu mevcut sistem içerisinde kadınların toplumsal hayatta ikincil bir konumda olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumun yanı sıra Marx’ın, özel mülkiyet hüküm sürdüğünde, erkekler ve kadınlar arasındaki bağın yanı sıra bireyler arasındaki ilişkinin bir ticaret haline geldiğini savunarak, kadınların ezilmesi meselesinin çok önemli bir diğer yönüne dikkat çektiğini söyleyebiliriz: Ve atılacak esas adım, geçerli mülkiyet bağlarını ortadan kaldırmaktır. Bu çıkarımdan hareketle kadının esas kurtuluşunun ancak mülkiyet ilişkilerindeki değişimin beraberinde getirdiği sosyal değişimle gerçekleşeceği sonucuna varabiliriz. Bunun yanı sıra üretim araçları üzerindeki mülkiyetin değişimi ile kurulan sosyalist bir toplum içerisinde kadının da kapitalizmde olduğundan daha ileri bir konumda olacağını Sovyetler Birliği örneği üzerinden dahi öngörebiliriz. Öte yandan toplumların, kadının ezilmesi sorununun üstesinden gelebilmesinin ve kadınlara karşı uzun süredir devam eden sömürünün kökünden sökülmesinin en önemli adımı, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin egemenliğinin ortadan kaldırılması ile gerçekleşir.
Yine bu bağlamla ilintili olarak, şüphe götürmez bir gerçektir ki, kadının sistem içerisinde kendine biçilen toplumsal değeri dışındaki yerini kavraması ve bu yeri kazanmak için atılımlarda bulunmasının çoğu kesim tarafından kanıksanması zaman alacaktır. Bu durumun nedeni, kadına biçilmiş olan sözde sosyal statü ve sorumluluklar zinciridir. Ne yazık ki, bugün sahip olduğumuz bir takım sosyal değişimler yaşansa dahi kapitalizm ve beraberinde getirdiği sorunlar, bu defa varlığını toplumsal hayatta ücret eşitsizliği gibi biçimlerde daha sağlam bir şekilde göstermeye başlamıştır. Bütün bu değişim süreçlerinde görülebileceği üzere, kapitalizmin ailedeki cinsiyet eşitsizliğinden de beslendiğinin aşikâr olduğunu söyleyebiliriz. Aile yapısının temelinde günümüzde hala varlığını sürdüren cinsiyete bağlı bu eşitsizliklerin ancak kadın mücadelesi ve erkeğin de bu mücadelenin içerisinde olması ile çözülebileceğini düşünüyoruz. Kadının belirli sınırların dışına çıkamaması ve kendi sözde “güvenli” alanında kalmak zorunda olması, her ne kadar bazı rejim ve türevlerinin çıkarları için bir dayatma olsa da, direnilmelidir.
Biz, tarihi Marksist felsefeyle yazmayı birey ve toplum üzerinden iktisadi etkenlere dayandırarak tartıştık. Bugüne dek tarihin herhangi bir döneminde yaşamış, yazmış, çizmiş yahut hüküm sürmüş ve insanlara öncülük etmiş kişilerin tarihin ve tarihi olayların tek kahramanı olmadığı, asıl kahramanın kendi tarihini yazan halklardan oluştuğu görüşünü savunduk. Biz geleceğin tarihçileri ve tarih yazıcıları olarak tarihi değerlendirme aşamasında Marksist anlayışın yerini birbirimizle tartışmaktan, görüşlerimizi geliştirip değiştirmekten oldukça keyif aldık. Bu vesileyle de hep birlikte öğrenip, eğlenip aynı zamanda görüşlerimizi diğer arkadaşlarımızla paylaşacağımız atölyelerin olduğu 2022 Gençlik Yaz kampına çağrı ile etkinliğimizi sonlandırdık. Görüşlerimizi beraberce aktarabileceğimiz daha derin ve uzun sohbetler etmek için Gençlik yaz kampında görüşmek üzere!