Fırıldak
20. dönemde parti değiştirme hızı anlamında rekoru, 1995 seçimlerinden DSP’den seçilmiş Afyon Milletvekili Kubilay Uygun kırmıştı. Nerden mi geldi aklımıza, bu ara parti değiştirmeye çalışanlardan.
Fotoğraf:AA
Hakan GÜNGÖR
Fırıldağı hatırlıyor musunuz?
Fırıldak Kubilay’ı?
Kubilay Uygun’u?
“Fırıldak” lakabını neden aldığını doğrudan TBMM Basımevinden çıkan “Yüzüncü Yılında TBMM” kitabından aktarayım çünkü fırıldaklığı bir nevi resmi kayıtlara geçmişti.
“20. dönemde parti değiştirme hızı anlamında rekoru, 1995 seçimlerinden DSP’den seçilmiş Afyon Milletvekili Kubilay Uygun kırmıştı. Parti değiştirmedeki hızı nedeniyle medyada ve kamuoyunda ‘Fırıldak’ lakabı takılmıştı.”
Tabii ben de durduk yere hatırlamadım bu ismi. Mehmet Ali Çelebi’nin teğmenken Ergenekon davasından hapis yatması, ardından CHP’ye katılması, CHP’den istifa edip Memleket Partisine geçip ardından 11 parti ile görüşüp AKP’nin yolunu tutması, sonra bağımsız kalacağını açıklaması üzerine Kubilay Uygun tekrar gündeme geldi. Çelebi herhalde kızmıştır bu benzetmeye, kızmasın. Kendini haklı görüyordur, Fırıldak Kubilay da uzunca süre öyle gördü…
Çelebi’ye döneceğim, Kubilay Uygun’la devam edelim. Çünkü Fırıldak Kubilay’ın bu baş döndürücü hikayesinde anlatılmaya değer yanlar var.
"DEMİRKIRATLI, ÜLKÜCÜ, SOSYAL DEMOKRAT BİR LİBERALİM"
Kubilay Uygun 1955’te dünyaya geldi. Babası Demokrat Parti milletvekiliydi. Yassıada’da yargılandı.
Uygun, ilk gençlik yıllarında ülkücüydü. Ülkü ocakları üyesiydi. Hırslıydı. Milletvekili olmak, Türkiye’yi yönetmek istiyordu.
Çelebi de Ergenekon davası öncesinde “kendi uçağını kullanan ilk genel kurmay başkanı” olmak istiyordu, değil mi?
Uygun, milletvekili olmadan önce de epey kapı yokladı. Ülkü ocağındayken tutuklanmış, babası sayesinde kurtulmuştu. Bir daha tutuklanmak istemiyordu!
Birden köklerini hatırladı. O doğuştan “demirkırat”lı değil miydi? “Ülkücü” Uygun, şimdi DYP’deydi. Demokrat Partili babasının nüfuzunu en iyi kullanabileceği yer burasıydı. Ama yine olmadı. “Milletvekili olmak için çok gençsin, bekle” dediler. Beklemeye niyeti yoktu. ANAP’a geçti. Yok, olacak gibi değildi. CHP’yi denedi. I-ıh… Bir süre bakındı, DSP’yi gözüne kestirdi.
Kişisel ikbal hırsı onu DSP’ye götürdü. DSP’lilere “Yıllardır Ecevit hayranıyım” dedi. Ecevit, Uygun’un aday gösterilmesi fikrini makul buldu, zira Afyon’da MHP ile mücadele edecekti, eski ülkücü aday seçimi almak için pekala işlevsel olabilirdi. Homurtular o zaman başladı, Ecevit dinlemedi, Uygun aday oldu, seçildi de… Ama Ecevit’in bu hamlesinin büyük bir hata olduğu çok geçmeden anlaşılacaktı.
BAŞDÖNDÜREN HIZ
Nihayet başardı; 1995’te DSP’den milletvekili oldu. Yaklaşık 7 ay dayanabildi. Türkiye’yi yöneteceği yoktu. İstediğini alamayacaksa durmanın da anlamı yoktu. O sırada DYP, Uygun’u yoklamaya başladı. Tansu Çiller bizzat görüştü. Uygun kişisel olarak önemli değildi ama her bir sayı önemliydi, dahası DSP’den mebus almak bir nevi rövanştı. Güneş Motel olayının rövanşı. 1977’de Ecevit de eski Adalet Partili mebuslara bakanlık önerip onları partisine çekmiş ve iktidarı bu yolla almıştı.
Fakat hikaye burada da bitmedi.
Uygun 3 Temmuz’da geçtiği DYP’den 3 gün sonra ayrıldı, Ecevit rövanşa izin vermemek için vaatlerde bulundu, Uygun tekrar DSP’ye döndü. Ecevit geri kazandığını sandı ama 24 gün sonra Uygun tekrar DYP’ye döndü.
"BEN BİR PİYONUM"
Bitti demek isterdim ama yine bitmedi.
Uygun DYP için bir hiçti, babasının DP’li olması da önemsizdi. Ama bunu fark edecek durumda değildi. Fark etmesi yaklaşık 1 yılını aldı. Ama ayrılış süreci manidardı, 28 Şubat’tan birkaç ay sonra MHP’ye geçme kararı aldı. 28 Şubat süreciyle birlikte gemiyi ilk terk edenlerden olmasında şaşılası bir yan yoktu. Hem eski ülkücü değil miydi, “hep olmak istediği yer” MHP oluverdi! Orada da kendini “milletvekili” gibi hissetmedi, ANAP-DSP hükümetine güvenoyu verdi, MHP de onu disiplin kuruluna verdi. Atılacağı barizdi, öncesinde ayrıldı.
"TOMBALADAN ÇIKTI"
Uygun’un bu hızı ve dönüşlerini medya da yakından takip etti. 1997’de Faruk Bildirici Uygun’u yakın çevresine sordu. Uygun çevresinden de büyük eleştiriler alıyordu. En büyük eleştiri kimdendi biliyor musunuz? Annesinden! Çiller, Uygun’u DYP’ye alırken, “Hem baba ocağına hem ananın şefkatli kucağına hoş geldin” demişti. Peki öz annesi ne diyordu?
Annesi, Bildirici’ye şöyle diyordu: “Bugün televizyondan duydum, gene istifa etmiş.” Annesi, “Bıktık” diyordu, “Biz partimizi değiştirmeyiz.”
Uygun’un, Bildirici’ye konuşan tanıdıkları anlatıyor; Afyon’da onun için hep “tombaladan çıktı” deniyordu. Tombaladaysanız pul kadar değeriniz yoktur, dememe gerek yok sanırım.
Sonra DTP denemesi oldu, yine çıkmaz sokak…
Ulusal Birlik Partisinde de şansını denedi, UBP’nin kendisinin bile bir şansı olmadı.
Haliyle “fırıldak” olarak anılır oldu.
Fırıldak, “düşüncesi sürekli değişen, sözünden dönen” anlamına gelse de sözlükteki ilk anlamı da oldukça önemliydi: “Rüzgarla dönen, çember biçiminde çocuk oyuncağı.”
Bir kere ikbal için rüzgarla dönmeye başlarsanız, sonunda oyuncak oluyordunuz. Milletvekili olmak için çıktığı yolda oyuncak olmuştu.
Kendi ifadesi de farklı değildi, “Sizin ne özelliğiniz vardı da çağırıyorlardı” diye sorulduğunda, “Bir özellikten değil. Piyon olduğumuz için işte” diyordu.
ZAMAN GAZETESİNE NEDEN KONUŞTU
Uygun’un UBP macerası da bitince bir süre çekildi. Gidecek yer kalmamıştı. Biraz bekledi. Huylu huyundan vazgeçmez, tekrar denedi. Bu kez Zaman gazetesinin kapısını çaldı. AKP için mi Gülen için mi sorusunun manası yok, ikisi için…
2005’te Zaman’a verdiği röportajda hikayeyi baştan kurdu.
DYP’den ayrılması için “derin devlet” aramıştı. Abdullah Çatlı’yı tanıyor muydu? “Evet, ama ölmeden üç gün önce tanıdım.”
Aynı röportajda “Ölmeden üç gün önce tanıdım dediği Çatlı’yı daha önce milletvekili lojmanlarında gördüğünü söylüyordu.
Ha bir yandan da Çatlı ve Yeşil’e nasıl saygı duyduğunu anlatıyordu.
Hem yakındı hem yakın olduklarının mağduruydu hem “çok şey biliyordu” hem “bir şey bilemeyecek kadar saftı”. Tüm tuşlara bastı, gene oyunu alamadı. Oyuncaklar oyunu alamazdı.
SONUNDA: "KALLEŞLİK YAPTIM"
“Fırıldak” lakabının ardından fıkralar başladı. Biri şöyle:
Kubilay Uygun bir gün evden çıkarken eşine sesleniyor, “Beni ararsan partide olacağım”. Eşi soruyor, “Tamam da hangisinde?” Uygun biraz düşünüyor ve cevap veriyor: “Neyse, sen beni cepten ara.”
Hayat böyledir, burjuva siyaseti yapıyorsanız ve her havuç uzatanın peşinden gidiyorsanız, kahraman hikayelerine konu olacağım derken fıkralara konu olursunuz.
Lakabından ve fıkralarından çok utandı, kendini aklamaya çalıştı, kimi çabaları oldu. Ama bir yerde tıkanıyordu sonunda.
Her değişikliğe bahane bulsa da 28 Şubat süreci sonrası DYP’den kaçmasını izah edemedi.
Uygun, Cengiz Özkarabekir’in belgeselinde, “Büyük hata, kabul ediyorum. Kalleşlik oldu. Bunu nasıl yapabildim” demekten başka çare bulamıyordu.
Fikri ayrılıklar ve partilerden kopuşlar olabilir, demokraside vardır; ancak politik pozisyonunuz icabıysa makuldür. Bir pozisyona sahip olamamanın bedelini utançla ödersiniz.
Kubilay Uygun 2016’da intihar etti… Keşke böyle olmasaydı… En azından o günlerde yaşananları, yine kendini aklamaya çalışmak için değil, gerçekleri herkes bilsin diye anlatsaydı. Uygun, maalesef kimse için önemli değildi.
ISLAH OLMAK
Bugün kapısından döndüğü AKP için de Mehmet Ali Çelebi’nin bir önemi olduğunu düşünmüyorum. (Eğer bu kadar sert bir toplumsal tepki görmeseydi o kapıdan gireceği de aşikardı.) Ama dün, 2010’da Silivri’de “Beni ıslah edemezsiniz” diyen adamın bugün, “Ergenekon’un savcısıyım” diyeni övmesi AKP için önemlidir.
Burjuva siyasetinde birey ya da partili olarak öneminiz olmadığı gibi, önemsizliğiniz önem arz etmeye başlar. AKP, ortağı, hatta savcısı olduğu siyasi davalardaki sorumluluğun tamamını ‘FETÖ’ye bırakmaya çalışırken kimleri kullanıyor dersiniz?
Son sözü başkasına bırakmayı tercih etmem ama Mehmet Ali Çelebi’nin adının geçtiği bu yazıyı ben bitirmeyeyim, Fırıldak Kubilay da bitirmesin, Mehmet Ali Çelebi bitirsin. Hem kendi sözlerinin o kadar kolay silemeyeceğini hatırlamış olur hem de aklının bir köşesine tekrar yazmış olur.
“Ey sonrasızlar, yarım yamalaklar. Dillerinizi sarkıtarak efendilerinize hizmet edersiniz. Ama ağlayış günü gelecek. Adaletin keşfedildiği gün.”