Emek Partisi Kocaeli İl Örgütü: Acılar ve korkularla geçen 23 yıl ranta kurban edilmiştir
Emek Partisi Kocaeli İl Örgütü depremin yıl dönümü öncesi yaptığı açıklamada, "Rantçı bir iktidarla deprem sorunu çözülemez" dedi.
Fotoğraf: Evrensel
Emek Partisi Kocaeli İl Örgütü, 17 Ağustos depremine dair açıklama yaptı. İl başkanı Arzu Erkan imzalı açıklamada "Konut inşasını bir yatırım meselesi olarak gören, herkesin sağlıklı ve güvenli bir konutta yaşama hakkı olduğunu kabul etmeyen rantçı bir iktidar ile deprem sorunu çözülemez" dedi.
Açıklamanın tamamı şöyle:
“Bugün 23 yıl önce binlerce canımızı kaybettiğimiz Gölcük Depreminin yıl dönümü. Öncelikle yitirdiklerimizi özlem ve saygı ile anıyoruz, geride kalanların acısını yüreklerimizde hala hissettiğimizi söylemek isteriz.
Aradan geçen yıllara rağmen acılarımız küllenmediği gibi, depremle ilgili kaygı ve korkularımız da belleklerimizden silinememiştir. 17 Ağustos depreminde resmi rakamlara göre 18 bin 373 kişi hayatını kaybetmiş, 48 bin 901 kişi yaralanmış,5 bin 840 kişi de kaybolmuştur (Kaynak: Meclis Araştırma Raporları). 66 bin 441 konut ve 10 bin 901 iş yerinin yıkılmış, 285 bin 211 konut ve 42 bin 902 iş yerinde hasar tespit edilmiştir. Yine Cumhuriyet tarihi boyunca da 60.000’e yakın insanın depremlerde hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Elbette bu tablonun asıl nedeni bilim ve tekniğe değil ranta odaklı, denetimden uzak yapı üretim süreciydi. Ancak bu büyük felaketten sonra yaşanan ve daha düşük şiddetlerdeki Van, Elazığ ve İzmir depremleri hala ülkemizin depremlere karşı yeterli hazırlığının olmadığını göstermiştir.
“NÜFUSUN DÖRTTE BİRİ RİSKLİ YAPILARDA YAŞAMAYA DEVAM EDİYOR”
Aradan geçen 23 yılda gelinen kaygı verici durumu en iyi özetleyen şey T.C. Çevre Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un TBMM Depremlere Karşı Alınabilecek Önlemleri Araştırma Komisyonu’nda yaptığı ve 16 Mart 2021 tarihinde Bakanlığın web sitesinde yayınlanan konuşmasındaki sözleri olmuştur. ‘...Bugün ülkemizde 17 milyon bina var. 28,6 milyon konut var. Yaklaşık 6,7 milyonu riskli. Bunun da yaklaşık 1,5 milyonunun acil dönüşüme girmesi gerekiyor. Yine depremin merkezi olan İstanbul’da 1,2 milyon bina ve 6,1 milyon konut, 1,1 milyon iş yeri bulunuyor. İstanbul’umuzda da riskli 1,5 milyon konut var. Bunlardan da 300 binini çok acil bir şekilde, el birliğiyle dönüştürmemiz gerekiyor...’ Özetle bakan ülke nüfusunun dörtte birinin deprem riskiyle yaşadığını itiraf etmiştir.
23 yıllık süreçte gerek 17 Ağustos depremi ve sonrasında meydana gelen depremlerin yarattığı toplumsal duyarlılık ne yazık ki hükümetlerin halkın güvenli barınma ihtiyaçlarına dönük adımlar atması için yeterli olmamıştır. Bunun yerine iktidar depremle gelen vergileri kalıcı hale getirmeyi, kentlerde inşaat rantını gözeten kentsel dönüşüm programlarını hayata geçirmeyi ve her afet sonrası bağış toplamayı seçmiştir. Depremde ve tüm afetlerde hükümet yetkililerinin kameralara poz verdiği ‘yaraları sarma’ gösterisi sahnelenmiş, kalıcı ve halkçı çözümler yerine geçici palyatif çözümler üretilmiştir. Binalar depremle yıkılana kadar beklemek ve kamu kaynaklarını gelir garantili inşaat projelerinde tüketmek en hafif ifade ile toplu cinayettir.
“KENTSEL DÖNÜŞÜM BAHANESİYLE RANT ELDE EDİLDİ”
Bugüne kadar gerçekleştirilen birçok kentsel dönüşüm uygulamasında gördüğümüz şey, riskli binaların değil rantı yüksek bölgelerin sosyal durumunun değiştirilmesi olmuştur. Başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerde şehrin iç kısımlarında kalmış, kentin ötekileştirilmişlerinin, yoksullarının şehir dışına itilerek buralara lüks konutlar inşa edilmesi bizlere kentsel dönüşüm olarak sunulmuştur. Bunun basında da en görünür örnekleri İstanbul’da Maltepe, Zeytinburnu, Sulukule, Ankara’da Dikmen Vadisi’nde gerçekleşmiştir. Buralarda bulunan tek katlı basit yığma binalar riskli yapı ilan edilmiş ve yıkılan yapılar için hesaplanan bedellere karşın yeni yapılan lüks konutlar için kentin yoksullarından yüksek meblağlar istenmiş ve bunun sonucu olarak bu insanlar evlerinden, mahallelerinden şehrin daha dışındaki sağlıksız başka konutlara taşınmak zorunda kalmıştır. Örneğin Sulukule’de yaşanan kentsel (rantsal) dönüşüm sonrasında 600 aile, yaklaşık 3000 kişi, yerlerinden edilmiş, kendilerinden talep edilen bedelleri ödeyemedikleri için şehrin dışında yeni gecekondular yaparak yaşamlarına devam etmişlerdir.
6306 sayılı ‘Afet Riski Altında Bulunan Alanların Dönüştürülmesi’ adıyla çıkarılan yasa ile yapılan bu türden ranta dayalı dönüşümler toplumun kentsel dönüşüm uygulamalarına da güvenmemesinin temel nedenlerindendir. Öte yandan mevzuat ve uygulamalar ile riskli binaların tespiti ve yenilenmesi yükümlüğünün konut sahiplerine verilmesi de bir diğer sorundur. Bu durumda konut sahipleri eğer müteahhitler ile karlı bir anlaşma yapabiliyor ise konutun yenilenmesini sağlamakta, aksi durumda risk tespiti yaptırmayarak konutu kullanmaya veya kiralamaya devam etmektedir.
“BİNA YIKIMLARINDA ASBESTE KARŞI ÖNLEM ALINMIYOR”
Kentsel dönüşüm projelerindeki bir diğer problem de halk sağlığının, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin hiçe sayılması olmuştur. Yıkım yapılan binaların büyük çoğunluğunda asbest içeren malzemeler kullanıldığı bilinmesine rağmen analiz ve asbest sökümü yapılmadan binalar yıkılmaktadır, çevrede yaşayanlar ve yıkım işçilerinin asbest içeren tozlara maruz kalmasına sebep olunmaktadır. Asbest söküm uzmanlarının ve meslek örgütlerinin uyarılarına rağmen birçok kanser türüne sebep olan asbeste halkı ve işçileri maruz bırakmak suçtur. Bina yıkımı öncesi belediyeler asbest denetimi yapmalı ve asbest sökümü yapılmadan bina yıkımına izin vermemelidir.
İnşaat Mühendisleri Odası Kocaeli Şube Başkanı’nın 2021 yılında yaptığı açıklamaya göre 17 Ağustos depremini yaşamış kentimizde hâlâ 25 bin riskli bina bulunmaktadır. Bu durumda kentimizde on binlerce kişinin depreme bağlı hayati riski bulunduğu söylenebilir.
Ayrıca AFAD’ın Beklenen İstanbul depremi için senaryosu 7,5 büyüklüğündeki depremin sonucunda 28 bin can kaybı, 400 bin civarında yaralı ve binaların yüzde 4’nün yıkılacağı yönündedir. Bu tahminlere rağmen riskli yapılar için izlenen yolun hala ranta odaklı olması kabul edilemezdir, bir katliam girişimidir.
Yeni konut imali sürecinde de çözüm olarak sunulan uygulamalar sorunludur. Yapı denetim süreci tamamen ticari bir faaliyet olarak kurgulanmıştır ve bu sistem üzerinde kamu denetimi bulunmamaktadır. Projelendirme sürecinde ise var olan mesleki denetim uygulaması meslek odalarına karşı iktidarın düşmanca tavrı nedeniyle sonlandırılmıştır. Bu durum denetim sürecinde niteliksizliğe ve rüşvete açık bir ortam da yaratmaktadır.
“SANAYİ KAYNAKLI RİSKLER GÖZ ARDI EDİLİYOR, PLANLAR HALKTAN GİZLENİYOR”
17 Ağustos depreminin hemen sonrasında gerek Tüpraş’ta başlayan yangın, gerekse kimya tesislerinde meydana gelen hasarlar ilimizde büyük endişe ve korkuya neden olmuştu. Ancak aradan geçen yıllar içinde yerleşim yerleri ile iç içe olan bu tesislerin kapasite artırmasına izin verildi. Yüksek riskli olan ve gerek toksik (zehirli), gerekse yanıcı parlayıcı madde depolarının sayısı da artmıştır. Tüm bunlara karşın acil durumlarda ne yapılacağı bu tesislerin ne gibi riskler yaratacağına ilişkin bilgiler halkla paylaşılmamıştır.
Deprem, endüstriyel kazalar, heyelan, sel vb. afetler sonrasında kullanılması planlanan toplanma alanları, alternatif ulaşım yolları ve lojistik dağıtım noktaları gibi halkın ihtiyaç duyduğu bilgiler talep edenlere ‘hizmete özel güvenlik seviyesinde’ olduğu gerekçesi ile verilmemektedir. Oysa ‘Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi Ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik’ işletmelere bile kaza durumunda halka gerekli bilginin sağlanması ve halkın bu durumda yapması gerekenlere ilişkin bilginin önceden verilmesi gerektiğini söyler.
“SORUNLARI RANTÇI ZİHNİYET ÇÖZEMEZ, ÇÖZÜM İÇİN MÜCADELE ETMELİYİZ”
Özetlemek gerekir ise; geçen 23 yılda kaynaklar ranta dayalı kentsel dönüşüm projelerine ve gelir garantili ‘itibar projelerine’ harcanmıştır. Riskli yapı stoku yıkılarak yerine konut inşa etmek yerine rantı yüksek alanlarda kentsel dönüşüm gerçekleşmiştir. Toki ve kent konut çoğunluğunda kent yoksullarının oturduğu riskli binaları yenilemek yerine lüks konutlar üretip satmayı tercih etmiştir. Hala ülkemiz için deprem en önemli sorunlardan biri olmaya devam etmektedir ve ranta dayalı politikalar ile çözüm üretilemez. Konut inşasını bir yatırım meselesi olarak gören, herkesin sağlıklı ve güvenli bir konutta yaşama hakkı olduğunu kabul etmeyen rantçı bir iktidar ile deprem sorunu çözülemez.
Sorunun çözülmesi için:
- Riskli yapı tespitinin kamu eliyle yapıldığı
- Kentsel dönüşümde yaşayanların yerinde kalmasını öncelikle sağlayan
- Kent yoksullarının barınma sorununa çözüm üreten
- Halktan toplanan vergilerin yine halka harcandığı kamu politikalarını esas alan
- Bilim ve fene dayalı
- Kent insanını, yerel örgütleri ve meslek örgütlerini sürece dahil eden
- Halk sağlığına önem veren bir imar politikasına ihtiyaç vardır.
AKP iktidarının ruhunun bu politikalara uzak olduğunun bilincinde olarak bu düzen değişmelidir. Emekçilerin yoksulların kazanacağı bir düzen için mücadele etmekten başka bir çıkar yol yoktur."