25 Ağustos 2022 11:03

Süpermenlik ile Don Kişotluk arasında bir tıp uzmanlığı

Birer “Süpermen” edasıyla eğitim alan, yetişen halk sağlığı uzmanı, sahada çalışmaya başladıktan kısa süre sonra ne yazık ki yel değirmenleriyle savaşan bir “Don Kişot” olduğunu anlamaktadır.

Fotoğraf: Burcu Yıldırım/Evrensel

Cemal Hüseyin Güvercin
Cemal Hüseyin Güvercin

Hekimliğin, anlaşılması zor ve en kapsamlı alanlarından biri “Halk Sağlığı”dır. Günümüzde tıp eğitimi ağırlıklı olarak, klinik tıp -yani hastalıkların tanı ve tedavisine odaklanan- anlayışı ile sürmektedir. Klinik tıp hastalıkları tedavi ederken, hastalıkların özellikle biyolojik boyutuna odaklanmaktadır. Halk sağlığı ise hastalıkların sosyal, ekonomik ve çevresel belirleyicilerine, hastalıkların görülme sıklığı, ölüm oranı, bulaşıcılık, yaygınlık, önlenebilme, yer, zaman ve kültürel boyutuna, bireysel ve davranışsal özelliklerine odaklanır.

Bu ayrım, Bertolt Brecht’in “Me-Ti Tarihte Diyalektik” kitabında verdiği örnekten daha iyi anlaşılabilir. Brecht: “Öldürmenin pek çok yolu vardır. İnsan birinin karnına bir bıçak saplayabilir, elindeki ekmeği alabilir, hastalığını iyileştirmeyebilir, birini kötü bir evde yaşamağa zorlayabilir, ölesiye çalıştırabilir, karşısındakini intihara itebilir, savaşa yollayabilir vb. Bizim devletimizde bunlardan pek azı yasaklanmıştır.” demektedir. Verilen örnekte hepsi ölüm ile sonuçlanan durumlar iken, klinik tıbbın çalışma alanı “karnından bıçaklanma” vakasıdır. Oysa halk sağlığı sadece hastalıklara değil, sağlığımızı etkileyen bütün unsurlara, bu örnekten yola çıkarak şiddet, yoksulluk, beslenme, konut, sağlıklı yaşam tarzı, eşitsizlik, istihdam, iş güvenliği, demokrasi ve barış gibi sağlığın ön koşulları ve sosyal belirleyicilerine de odaklanır.

Halk sağlığı, toplumda görülen önemli hastalıklarla mücadeleye öncelik verir. Hatta yaygın söylemiyle: “Bir kişi öksürüyorsa bu çok sorun değil, ama yüz kişi öksürüyorsa bu bir halk sağlığı sorunudur.” Dolayısıyla, en çok hasta eden, en çok öldüren veya engelliliğe yol açan, en çok iş gücü kaybına neden olan hastalıklar birer halk sağlığı sorunu olarak öne çıkmaktadır.

Tedavi uygulayan hekimin karşısında tek bir hasta varken, halk sağlığı profesyoneli kendini, gruplar, toplum, devlet, ekonomi, siyaset, yasalar, kültür gibi zengin bir menü içinde bulur. Halk sağlığının sınırları ve muhatapları genişledikçe “tam olarak ne olduğu” konusu, bulanıklaşmaya başlamaktadır. Duayen halk sağlığı hocalarının 40-50 yıllık birikimleriyle bir araya gelip, ilk söz aldıklarında “halk sağlığı nedir?” diye açıklamaya başlamaları kavram, içerik ve sınırlar konusunda belli endişeleri yeniden alevlendirebilmektedir. Bilinçaltında, hala yanıtlanmamış bir “halk sağlığı nedir?” sorusunun yer ettiğini düşündürmektedir. Halk sağlığı alanında var olduğu görülen bu kavramsal sorunun, alanın dışındakiler tarafından yeterince anlaşılması, doğal olarak daha da güçleşmektedir. Bu konuda, sokak röportajlarında vatandaşlara sorulan basit bir soruya, vatandaşın: “İyi bir şey ama, ne olduğunu tam bilmiyorum” benzeri cevaplarla karşılaşmak sürpriz olmayacaktır.

Tıpta Uzmanlık Sınavını (TUS) kazanan her halk sağlığı asistanın, ilk cebelleşmeyi ailesi ve yakın çevresiyle yaşaması kaçınılmaz gibi görünmektedir. “Eee şimdi sen ne uzmanı olacaksın?” sorusu, uzun bir açıklama ve anlaşılmama garantisi ile yanıtlanmaktadır. Ortalama insanın zihninde yer etmiş “hekim” tanımına uymayan bir uzmanlıktan bahsedilmektedir. Aynı karmaşa, uzman olarak sahada çalışmaya başladığında da kendini göstermiştir. Şimdilerde halk sağlığı uzmanları, il sağlık müdürlükleri ve toplum sağlığı merkezlerinde istihdam edilse de yakın zaman kadar, görev tanımındaki karmaşanın gölgesinde, taşrada sağlık müdürlüğü bünyesinde, ana çocuk sağlığı ve aile planlaması (AÇSAP) merkezleri veya halk sağlığı laboratuvarlarında çalışmaktaydı. Torpili olanların, hastanelerde başhekim yardımcısı olarak daha yüksek bir gelirle çalışmaları da mümkündü.

2000’li yılların başında halk sağlığı uzmanı olarak mecburi hizmet için başvurduğumda, bir Orta Anadolu şehrinde, AÇSAP Merkezi’nde çalışmaya başlamıştım. Kadın doğumcu olan kurumun başhekimi, o şehrin yerlisi, oldukça otoriter ve deneyimli bir kadın meslektaşımızdı, bana: “Bu kurumda, aile planlaması polikliniği ve çocuk polikliniği var. Sen halk sağlığı uzmanısın ama, sen de diğer hekimler gibi poliklinikte hasta bakacaksın.” Bu ifade bile kafa karışıklığını gösteriyor: “Uzmansın tamam, ama ne iş yaptığını tam olarak bilmiyorum, buraya atandığına göre, sen de bu işi yapacaksın.” minvalinde. Alanımda ilin tek uzmanıyım ve uzmanlığımın iklimine ve becerilerine çok uymayan bir pozisyonda çalışıyorum. Birkaç ay sonra, bir bakanlık projesinin il yürütücüsü olarak -halk sağlığı uzmanı olma şartı nedeniyle-atanıp ve il sağlık müdürünün teklifi ile sağlık müdür yardımcısı olarak çalışmaya başlıyorum. Tek koşulum, ihale, alım satım gibi mali işlerin ve personel işlerinin dışında kalmak. Kısaca, akçeli işlerden, torpilli atama ve haksız soruşturmalardan, sürgünlerden uzak durmak.

Çoğu taşra kentindeki devlet kurumlarında görülen düzensizlik, laçkalık ve siyasilerin yöneticiler üzerindeki etkisinin çok daha fazlasını burada da görmek mümkün. İl sağlık müdürü telaşlı: “İlimizin milletvekili, sizinle tanışmak istiyor, hatta bu atamadan önce kendine haber vermediğim için de bana sitem ediyor. Yahu bu binada kimseye iş yaptıramıyorum, herkesin arkasında bir partili var, birine bir iş versem 10 dakikaya telefon geliyor ve geri almamı istiyorlar, ben ne yapacağımı şaşırdım!” Milletvekili ile mesafeli bir tanışma oluyor, tepeden tırnağa beni süzüyor ve bakan ile 12 Eylül öncesinden beri ülkücü hareketin içinde olduklarını ve ilimiz için her şeyi kolayca yaptırabileceğini söyleyip, bugüne kadar yaptıklarını anlatıyor ve sohbet bıktırıcı bir hal alıyor. Sonradan olayın perde arkasını AÇSAP başhekiminden öğreniyorum: “Bu milletvekili beni aradı, senin atamanla ilgili konuştu, ‘kimmiş bu halk sağlığı uzmanı, biz bir dava partisiyiz bir yanlışlık falan olmasın’ dedi.” Ben de: “Halk sağlığı uzmanları genelde solcu olurlar, ama ben bunu tanıyorum, ‘iyi çocuk’ hem de vatanperver biri.” deyince “Tamamdır, sizin referansınız yeterli!” Derin devletimizin jargonuyla “kendisini tanırım, iyi çocuktur” söylemi beni şaşırtsa da vatanseverlik testini geçmiştim.

Bir halk sağlığı uzmanının, alanının felsefesinin ve uzmanlığının tüm gereklerini yapabilmesi için, bugünkü koşullarda neredeyse bir vali veya rektör düzeyinde yetkisi olması gerekir. Sağlık hizmeti ile ilgili olarak planlama, bütçe yapma, hizmeti örgütleme, yürütme, sektörler arası iş birliği, eşgüdüm sağlama, denetim ve hizmetleri değerlendirme ile başlayan ve uzayan görev listesi veri toplama, analiz, danışmanlık, eğitim ve politikalar üretme vs. ile devam etmektedir. Halk sağlığı uzmanı bütün bu görevleri, hangi yetki ile yapabilir? Büyük olasılıkla, mevcut siyasal yapının emrinden çıkmamayı ve kendinden istenecek bütün yanlış kararları hayata geçirmeyi düstur edinmiş, tarafsızlığını yitirmiş, liyakatsiz bir yöneticinin otoritesi altında çalışarak ne yapabilir? Siyasetçiler açısından, halkın günlük yaşamına fazlasıyla dokunan “sağlık” gibi popüler bir alanın yönetimini, işin ehline bırakma adına, kendi kontrollerinde olmayacak bir “vatanperver” halk sağlığı uzmanına bırakmak, mevcut siyasal yapı içerisinde mümkün müdür? Her şeye rağmen il sağlık müdürü olsa bile, geleceği ikilem noktası; halk sağlığı öğretisinin gerekleri mi? yoksa partinin, siyasetçilerin çıkarları mı? Bunun cevabı da bellidir.

Ülkenin sadece sağlık sistemi ile değil, siyasal kültürü ile de halk sağlığı felsefesi arasında bir doku uyuşmazlığı bulunmaktadır. Asistanlığı sırasında birer “Süpermen” edasıyla eğitim alan, yetişen halk sağlığı uzmanı, sahada çalışmaya başladıktan kısa süre sonra ne yazık ki yel değirmenleriyle savaşan bir “Don Kişot” olduğunu anlamaktadır.

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI