27 Ağustos 2022 00:35

19. Gençlik Yaz Kampı'nın ardından: Yontma çırakların düş atölyesi

İzmir Selçuk’ta, “Gelecekten bir hafta çalmak” şiarıyla 19’uncusu düzenlenen gençlik yaz kampı sona erdi. Heykel Atölyesi Yürütücüsü Uygur Orhan, atölye çalışmalarını yazdı.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Uygur ORHAN*

Başımdan düş yelleri İzmir’den esti bu kez...

Düştüm atölye yollarına gençlik yaz kampının. Az gittim, uz gittim. Selçuk Pamucak sahilinin inişlerinde yoldaşların rüyalarıyla karşılaştım. Yokuşlarda tırnağımızla çamur alçı ağaç sökerek, düz gittim. Ceviz kabuğuna da sığdı düşlerimiz, koskocaman bir evrene de. Avcunuzda heykelcikler yollara düşseniz, dere tepe düz, anamız bir amele sınıfı, bir kış bir yaz gitseniz, bir arpa boyu değil ama sonsuzluğa çıktığınız o kolektif sanat serüvenine girmiş olursunuz. Düş deyip geçmeyin, kökleri vardır geçmişte, öylesine durur dağ gibi içinizde. Hareket ettirmek sizlere düşüyor. Yaşam bir düşten uyanmaydı bu yontma, yapıştırma, oyma heykel atölyesinde. Ama onların bizden çaldıklarını almak, yeni bir evrenin mümkün olduğunu göstermekti. Atölyemiz ekmeğimize tereyağı sürmedi, bonfile de yedirmedi ama yediğimiz ekmeğimizi sindirmemize, bu emeğin iliklerimize kadar işlediği yerden fışkıran yaratıcılığı buluvermemize aracı oldu. Kuşun öttüğü, portrenin oylum kazandığı, kısa süreli, çarçabuk karikatürize edilen heykelciklerin dünyasıydı aslında. Günde yirmi dört saat çalıştığımız dilim dilim bir süreçti. Ortaklaşma duygusuyla kardeş atölyelerle birlikte ördük hayatı. Mitolojiden politik iktisada, toplumsal içerikli bale sanatından hayatın en devrimci hali ritim ve müziğe… vb. Nicesine… Rüya ve kabuslarımızı biçimlendirmedik, kendi gerçekliğimizdi oylumsal çamurlarımız oysa. En sahicisinden. Doğanın dilinden dinlediklerimizi iç sesimizle birleştirdik. İç doğamızın dış dünyayla çatıştığını gördük. Gördüm, gördüm…  En derininden duydum bu acıyı, örneğin bir öğrencimiz; “Sıra dışı bir heykel yapacağım” dedi. Ve bedeni tamamen ortadan ikiye ayrık, ayrıksı, yarım bir form çıktı ortaya. Al da yorum yap işte.

Telaşlı bir kalabalık değildi atölyemizdeki katılımcılar. Hepsi, hepsi heyecanlıydı. Yarım kalmış bedenlerden simgeselliğin form araştırmalarına, deniz yıldızından, kaplumbağadan çizgi film kahramanlarına, işçi konseri alanının maketinden belleğe kazınmış kahramansal figürlere,… Biri bir işçi köylü figürüne kasket ekledi ruh olarak, biri Engels, Lenin büstcülüğü yaptı bana özenerek, biri serpilip gelişen ve kırılgan ağaç yaptı. Biri yaptığını kırdı yeniden yaptı. Görünmeyeni görünür kıldık. Yalansız, pazarlıksız, içten biçimlerle büyülü gerçekliğin perdesini aralamaya çalıştık.

Evet, sizce heykel ne işe yarar ?!

Bu pratik çalışmaları bir sonraki eylemin, şakaya gelmeyecek kadar önemli yaşama sanatının önceli olarak kabul ettik. “Bir sanat yapıtının başlangıçta herkesçe anlaşılıp benimsenmesi gerekmez. Sanatın görevi açık kapıları yıkmaktan çok, kilitli kapıları açmaktır. Ne var ki, sanatçı yeni gerçekleri bulduğu zaman bunu yalnız kendisi için bulmuş olmaz, bunu başkaları için de, nasıl bir dünyada yaşadıklarını, nereden gelip, nereye gittiklerini öğrenmek isteyenler için de yapar,” diyor Ernst Fischer bir makalesinde. Heykel atölyesi katılımcıları olarak biz de kilitli kapıları açmış bulunuyoruz. Tüm yaşamlarına yayılarak, bu çalışmaları gittikleri yerde de uygulayarak çok önemsenecek bir adım atmış olacaklar. Soru soran ve yanıtını inatla, ısrarla aramaya devam eden bu genç yüreklerin izi kaldı kamp atölyelerinde. Amacımız bu kadar düşsüzlük ortasına bir düş piramidi eklemekti. Şunu biliyorum ki “Gençler niye heykel yapmıyor, düşüncelerini niye bir form diliyle hacimsel anlatmıyor demek, niye piyano çalmıyor demek gibi tuhaf bir şey. Onları heykele, piyanoya alıştırmak gerekir önce.” Biz şimdi uzun sürecek bu alışkanlık deneyimimizin ön provasının adımını attık yaz kampında… Alışmanın deneyimler çoğaldıkça, düş piramidinin tuğlalarına yeni tuğlalar ekledikçe çoğalacağını adımız gibi biliyoruz. Şair Gülten Akın’ın affına sığınarak vaktimiz vardı ince şeyleri anlamaya ve kalın fırçamız, sert çekicimiz, metalik spatulamızı kullanarak geçip gittik atölyelerden.

Özgürlüğün hiç düşmeyecek kenti, biricik kasabası heykel atölyesinin en zevkli pratiğiydi kamp sonu sergimiz.  Burası fildişi kule de değildi, pahalı, piyasacı sergi salonları da. Ve gördüm ve inandım ki bu eller bir barikata tahta ve lastik de hazırlayabilirdi, barikat arkasından şiir de yetiştirebilirdi Paris Komünü şairleri gibi. Çünkü kılgısal bu çalışmada söyleşilerimizde tek tek ve toplu olarak, o kadar derin doğaçlama mısralar kurguluyorlardı ki, inanamazsınız! Örneklerini her gün defterime not alıyordum. Estetiğimizi mücadelemizin gereksinimlerine göre yönlendirmeyi bir nebze de olsun başardık.

Biçim veremediğimiz şeylerin biçimini almamak için içimizin geometrizasyonuyla biz biçimlendirelim dedik. Bir heykelciği altı yaşında bir çocuğa anlatabilmeliyiz, kılgısal kılmak için iyicesine yalınlaşıp çocuklaştık. “Çamuru alıp oynayacaksın, bak şöyle...” dercesine. Daha ne cümleler uydurduk. Tekrar ede ede papağanlaştırılmış eğitim sistemine bir karşı çığlık, bir karşı heyecan…

Doğaya, bilime, insanlığa özgürlük! Sıradan, alçakgönüllü bir çalışmayla doğaçlamanın yaratıcılığına güvenerek o kadar etkili yaratımlar çıktı ki bu atölyede yarısı yontulmuş bir heykel de bulabilirsiniz burada, alelacele tamamlanmamış bir balık figürü de.

Çoktuk tekleşip yumruk olduk, tektik çoğul çağıl bir nehir olduk. Bu sirkülasyon, bu özgün dolaşım kendini hep yenileyip durdu. Yaşamının baharında el yordamıyla yürüyen, etraflarında olup biteni tam olarak kavrayamamış gençlerin nasıl gizil güçler yaşadığını, bunlar açığa çıktığında da onların ne kadar büyük becerilere ve yeteneklere sahip olduğunu tüm eğitmenlik yaşamımda gördüm. Ostrovoski’nin Ve Çeliğe Su Verildi romanında şöyle bir cümle geçer. “İnsanın dünyası küçüldüğü zaman, en küçük aksilikler bile büyük felaketler gibi görünür. İnsanın dünyası büyüdüğü zaman büyük zorluklar bile küçük engellere dönüşür.” Tam da Ostrovski’nin dediği gibi haydi dünyamızı büyütelim. “Gençlik denen bir millet var, ondanız” mısrasıyla bütünleşip çelikleşerek.

Somut eylemsiz umut olmaz, dedik. Bir kulağımız mitoloji atölyesindeydi, diğer kulağımız politik iktisatta. Bedenimizin bir parçası modern danstaydı, bir diğer parçası lorke lorke halaydaydı. İşte tüm bunlar olurken gelecekle ilgili planlarımıza bu atölyeyi gittiğimiz yerlerde de sürdürmek vardı. Başımıza gökten üç elma da düşmedi, gizemli bir ses de bizi yönlendirmedi. Kırk satır mı kırk katır mı diye tehdit savuran düzene bir seçenek sunduk. Kendini dünyanın dışına atmayacak kadar cesur gençliğe selamlar. Hayal gerçeğin ön provası ola… Gerçek bilgi pratikten doğa… Doğaya, bilime, insanlığa özgürlük umudu ola.

(*) Heykel Atölyesi Yürütücüsü

ÖNCEKİ HABER

"Yasakçı kaymakam" hakkında suç duyurusu: Aydın Köşk kaymakamı görevi kötüye kullanmakla suçlanıyor

SONRAKİ HABER

Keskesor-gökkuşağı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa