31 Ağustos 2022 05:00

1 Eylül’de barışın sesini yan yana yükseltelim!

1 Eylül'de barış talebimizi örgütlemek, geniş birliktelikler sağlamak, barışı daha görünür kılmak aynı zamanda geleceğimizi elimize almak için atılmış bir adımdır.

Fotoğraf: MA

Paylaş

Berkay YEĞİN

Van

Avrora Zırhlısı’nın Neva Nehri kıyısında başlattığı top atışları Kışlık Sarayı’na yönelik kalkışmayı başlattı ve Bolşevik Parti öncülüğünde işçi sınıfı iktidara yürüdü. Bu sembolik sesi duyan hemen hemen herkes başka bir devrin geldiğini hissetmiş olmalı. Dünya halkları savaşın ve kıtlığın içerisindeyken aç karna savaştırılan işçi ve emekçilere şu inandırılmıştı: “Yurdun zaferi hepimizin zaferi olacak!” Ancak madalyonun diğer yüzü, Ekim Devrimi’yle birlikte çevrildi ve dünya halklarının önüne konuldu. Savaşı bitiren bu oldu. 

Avrora Zırhlısı’nın top sesleri sadece sosyalizmin zaferi için değil aynı zamanda savaşı bitirdiği için sembolik anlamlar taşır. İşçi sınıfı, Bolşevikler öncülüğünde iktidarı alır almaz nasıl savaşın gerçek yüzünü ortaya çıkardıysa bugün de savaş politikalarını en ileriden teşhir edebilmenin en güçlü tarihsel dayanağı olarak önümüzde duruyor.1 Eylül Dünya Barış Günü’nde bu mirası hatırlamak önemli.

Son bir yılda yelin barıştan değil de savaştan yana estiği bir tablo söz konusu. Dünya genelinde silahlanmaya ayrılan bütçe artıyor. Özellikle bu yıl Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı emperyalistler arasında gerilen fayda bir kırılma yarattı. Milyar dolarlar silaha yatırıldı, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı beslendi. Ülkemizde Tek Adam Yönetimi, F35 ve S400 gibi sistemlerle diplomatik krizler yaşatırken diğer taraftan Orta Doğu’da gerginliği arttıracak hamleler yaptı. Suriye’nin kuzeyinde ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde irili ufaklı operasyonlarla Rojava'da kazanılan statü baskılanmaya çalışıldı. Yine Suriye İç Savaşı’nda cihatçı grupları donatarak savaşa doğrudan müdahil olan yönetim, uluslararası bir göç dalgasının koşullarını besledi. Şimdi ise çıkarlar farklı gelişti, “yeni Osmanlıcılık” politikaları sahada çuvalladı. Tekrardan eski “hasımlarla” yan yana gelebilmek için adım atıldı. Öyle ki Libya, Suriye ve Irak’ta silahlı kuvvetlerin operasyon yapma yetkisi, muhalefeti de bölük pörçük ederek kabul ettirildi, CHP Genel Başkanı ise savaş tezkeresine sadece “yabancı askerler” ibaresi için karşı çıktıklarını söyledi. Bu da muhalefet kanadının tek adam yönetiminin savaş politikaları ve bölgedeki emellerine doğrudan karşı çık(a)mayan bir politik hatta olduklarını doğruluyor. 

Dünyanın geri kalan yerlerinde savaş karşıtı açıklamalar yapan, “komşularla sıfır sorun”diyen burjuva muhalefet, tek adam yönetimine bunları dayatma noktasında bu kadar cesur değil. Elbette mesele yalnızca cesaret meselesi değil, aynı zamanda sınıfsal konumlanış meselesi. Egemen sınıfın yanında saf tutan her politik hat, tekelci burjuvazinin savaşa olan ihtiyacını bilir ve başka bir tutum sergileyemez. 

BURJUVA SİYASET SAVAŞTA HEMFİKİR

Silahlanma ve savaş politikaları doğrudan Türkiye’ye özgü değil. Örneğin Almanya bunun en manidarı. Sosyal Demokrat Partisi ve Yeşiller’in iktidarda olduğu Almanya’da, NATO’nun silahlanmayı dayatan kararı kabul edildi. Aynı zamanda Başkan Olaf Scholz tarafındanAlmanya ordusuna ek bir bütçeyle 100 milyar euro verileceği duyuruldu. Sosyal demokratların da yeşillerin de iktidara gelmeden önceki söylemleri bu politikayla zıt görünmüyordu. Ancak bu adımlar önceki hükümetle aralarındaki ayrımın olabildiğince silik olduğunu gösterdi. Savaşın en büyük ekolojik yıkımlardan birisi olduğu gerçeği hiç değilse saf bir inançla bile kabul edilmedi. Tabii mesele bu kadar basit de değil. 

Lenin, Sosyalizm ve Savaş kitabında: “Biz savaşların ülke içindeki sınıf mücadelesiyle kaçınılmaz bağa sahip olduğunu görüyoruz, sınıflar kaldırılıp sosyalizm kurulmadığı müddetçe savaşın yok edilemeyeceğini biliyoruz” der. Kapitalist emperyalist sistemin yarattığı her kriz bir öncekinden daha büyük olur ve emperyalistler arasındaki rekabet de buna bağlı olarak dur durak bilmeden artar. Savaş ise kapitalist toplumda bunun teorik bir sonucudur.  Burjuva düzenin sınırları dahilinde ne sosyal demokrat ne çevreci ne de doğrudan şiddet karşıtı hiçbir oluşum hepten savaş karşıtı olabilir. Çünkü savaşlara karşı çıkmak en nihayetinde onu doğuran sebeplere, yani doğrudan kapitalist emperyalist sisteme karşı çıkmayı beraberinde getirir. 

SERMAYE PROGRAMINDA BARIŞI SAMANLIKTA İĞNE ARAR GİBİ ARAMAK

Tekrardan ülke içine dönelim. Bugün Türk ve Kürt gençliğinin işsizlik, yoksulluk ve geleceksizliğin pençesindeki durumu karşısında Cumhur ve Millet ittifaklarının konsensüsü, uluslararası sermayeye güven tahsis etmek. Burayla göbekten bağlı tekelci burjuvazi içinmevcut krizleri aşmanın etkili yöntemleri ise savaş, ırkçılık, yabancı karşıtlığı, göçmen düşmanlığı. Sağ popülizm diye yutturulan dalga, sermayenin kendi geleceğine dair alternatif çıkışlarından başka bir şey değil. Sermayenin silahlı örgütü NATO’nun üye ülkelere dayattığı silahlanma bütçesi söz konusuyken sermaye programı içerisinde kalıcı bir barışı aramak isesamanlıkta iğne aramakla eş değer. 

 Sermayenin belirli programı üzerinden şekillenen siyasetin dünyanın hiçbir yerinde barış gibi bir derdi yok. Türkiye’de Cumhur İttifakı’nın sermayenin ihtiyaçları dahilinde enflasyonu göze alarak işçi ve emekçileri yoksulluk ve açlık koşullarında çalıştırdığı, Millet İttifakı’nın ise “Verimliliği arttıracağız” diyerek sömürü ve artı değere sermaye için sadık kalarakişsizliği göze aldığı koşullarda sermayenin alan kapma mücadelesinin en önemli aracı olan savaşa ses çıkarılmıyor. 

GENÇLİK BARIŞI NEREDEN ÖRGÜTLEYECEK?

Barış talebi, gençlik için geleceğini güvence altına almak, taleplerini savaşa kurban ettirmemek için tek geçerli akçe. Bugün ülkede barışı örgütleyebilecek, en büyük seçenek ancak üçüncü bir seçeneğin hanesine yazılabilir. Cumhur ve Millet ittifaklarının dışında EMEP, HDP, TİP, SMF, EHP, TÖP’ün sadece seçimi amaçlamayan mücadele hattı, eylül ayında yayınlanacak deklarasyonla toplumun geniş birlikteliğinin amaçlayarak yola çıkıyor.

Gençliğin ikili burjuva siyasetine mecbur kalmadan kendi taleplerini görünür kılacağı, geleceğini güvence altına alabileceği yer, geniş bir halk ittifakıdır. Kendi taleplerimizle, kurduğumuz birlikteliklerle ittifakı genişletmek de en nihayetinde acil taleplerimizi kazanmak için kilit nokta.

Şimdi düşünelim, Neva Nehri’nde duyulan ses, o gün orada sönüp bitti mi? Hayır, o gün egemenleri ve savaş suçlularını tir tir titreten ses bugüne de bir yankı bıraktı. O da iş, barış, özgürlük mücadelemiz.

ÖNCEKİ HABER

Körelen yeteneklerimizi ortaya çıkartan kamp

SONRAKİ HABER

Süleyman Soylu, özel sektör öğretmenlerinin yürüyüşünde darbedilen öğretmeni hedef gösterdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa