“Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi.
Bu ses; Lenin’in heykelinde cisimleşen ve kasabanın üzerinde dolaşan komünizm hayaletinin mi yoksa devlet tarafından bir tekneye bindirilerek kaybedilen berber Ahmet'in sesi midir?
'Sen, ben, Lenin' film afişi
Kremlin’de dalgalanan orak çekiçli bayrağın yerine 25 Aralık 1991 günü Rus bayrağının göndere çekilmesiyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, yani SSCB, “resmen” dağılmıştı. SSCB’nin dağıldığı tarihe kadar büyük çoğunluğu Rusya ve Ukrayna’da olmak üzere dünya üzerinde toplam 14.300 Lenin heykeli olduğu belirtilmektedir. Günümüzde ise bu sayının 7200 olduğu söylenmektedir. Yani Lenin heykellerinin yaklaşık yarısı ya durdukları yerden kaldırılarak ya yıkılarak ya törenlerle parçalanarak ya da denize atılarak yok edilmiştir.
İşte karşı kıyıdan denize atılarak yok edilmeye çalışılan ağaçtan oyma bir Lenin heykeli Karadeniz’in hırçın dalgaları ile boğuşarak makûs talihine direnmiştir. Bu direniş sonucu burnunu kaybetmiş olsa da 17 Temmuz 1993 günü Akçakoca sahiline ulaşmayı başarmıştır. Akçakoca’ya yaralı olarak ulaşan Lenin heykelinin ilk olarak yaralarının sarılması planlanır. Bu amaçla heykel, hobi olarak maket evler yapan bir marangoza teslim edilir. Marangoz heykeli tamir edecektir etmesine de Lenin’in gerçekte burnunun nasıl göründüğünü bilmez. Bu nedenle benden esinlenir, senden esinlenir ve uzun uğraşlar sonucunda Rize dolaylarından bir burun kondurur Lenin heykelinin yüzüne. Lenin heykeli artık bizden biri gibi olur.
Yaraları sarılan Lenin heykeli toparlanmıştır toparlanmasına ama Akçakoca Belediyesi bu heykel ile ne yapacağını bilemez. Olayın basına yansıması ve ülke çapında gündem olması nedeniyle önce heykelin meydana dikilmesi ve turistik bir değere dönüştürülmesi düşünülmüştür. Ancak anti-Leninist heykel akımı bu girişime izin vermemiştir. Böylece Lenin heykeli kasaba meydanına dikilmek yerine Belediye’nin deposuna kaldırılarak dört duvar arasında ömür boyu hapse mahkûm edilir.
Lenin heykelinin hikâyesi tam burada bitti derken; sokak tiyatrocusu, performans sanatçısı ve yönetmen Tufan Taştan’ın bir gün Barış Bıçakçı’yı araması ile öykü yeniden başlar. Taştan’ın gündemi ulusal basına yansımış olan hapsedilmiş Lenin heykelidir. Konuşmanın bir yerinde Tufan Taştan Barış Bıçakçı’ya “Lenin heykeli kasabanın meydanına dikilseydi ne olurdu?” diye sorar. Barış Bıçakçı’nın “Film olurdu” cevabı ile Lenin heykeli “Sen Ben Lenin” filminin görünmez kahramanı rolünü kapar.
Tufan Taştan ve Barış Bıçakçı 2015 yılında “Sen Ben Lenin” filminin senaryo çalışmalarına başlar ve kısa sürede ilk senaryonun yazımını bitirir. İlk senaryo diyorum çünkü senaryo ekonomik koşullar yüzünden çekilemez bu nedenle de aynı ikili oturup filmin ikinci senaryosunu yazarlar. Neyse ki bu senaryo koşullara rağmen çekilir ve film 2021 yılında tamamlanır.
Film çok düşük bütçe ile Tufan Taştan’ın yönetmenliğinde çoğunluğu arkadaş kontenjanından projeye dâhil olan ve esas oğlan ya da esas kızın olmadığı yani ansambl bir oyuncu kadrosu ile tamamlanmıştır. Filmin konusunu Tufan Taştan’ın Barış Bıçakçı’ya sorduğu “Lenin heykeli kasabanın meydanına dikilseydi ne olurdu?” sorusu oluşturur.
Filmde zamansız ve mekansız bir sahil kasabanın meydanına denizden gelen Lenin heykeli dikiliyor ancak tam da ertesi gün başbakanın katılacağı bir açılış töreni yapılacakken heykel ortadan kayboluyor. Bunun üzerine Ankara’dan iki polis komiseri görevlendiriliyor ve tahkikat başlıyor. Çünkü programın aksamaması için Lenin heykelinin acilen bulunması gerek.
Tek bir mekânda geçen film kasabanın “olağan şüphelilerinin” ifadelerinin alınması ile ilerliyor. Filmde asla göremediğimiz Lenin heykeli adeta bir arzu nesnesine dönüşüyor ve tam göz ucuyla görecekken, tam ellerimizin arasına alacakken yeniden kayboluyor.
“Olağan şüphelilerin” ifadeleri alınırken zaman zaman çatıdan gelen kaynağı belirsiz akuzmatik bir ses komiserlerde tedirginlik yaratır. Adeta bir hayalet gibi dolaşan bu ses de ne ola ki diye düşündürür izleyiciye. Bu ses; Lenin’in heykelinde cisimleşen ve kasabanın üzerinde dolaşan komünizm hayaletinin mi yoksa devlet tarafından bir tekneye bindirilerek kaybedilen ve Lenin heykelinin kaybolması ile ilişkisi olduğu düşünülen berber Ahmet’in hayaletinin sesi midir?
Çatıdan gelen ses Ahmet Abinin hayaletine mi aittir bilinmez ama Ahmet Abi kasabaya aittir. Berber Ahmet tıpkı Lenin heykeli gibi asla görmediğimiz ama “olağan şüphelilerin” ifadelerinden anladığımız kadarı ile boylu poslu, çiçek açıp yaprak döken, dalları suya değen biridir. Fakir fukara dostudur Ahmet Abi. Diş çekerken elinin hafifliğiyle ünlenen Ahmet Abi aynı zamanda eskilerdendir de. Belki de Lenin’le yakınlığı eski tüfek olmasından kaynaklanır.
Filmde içimiz ısınır Ahmet Abiye. Lenin’in burnunu tamir eden marangoz, “Kasabanın en güzel abisiydi. Ah benim güzel Ahmet Abim…” dediğinde pek bir tanıdık gelir ama çok da konduramayız. Ancak film bitip de jenerik yazıları ekranda akarken ete kemiğe bürünen Lenin’e Seyyal Taner’in zamansız ve mekânsız sesi adını koyamadığımız tanıdıklığa noktayı koyar.
Evet, bu Ahmet Abi, o Ahmet Abidir. Yani Edip Cansever’in “Mendilimde kan sesleri” şiirinde adı geçen Ahmet Abidir. Edip Cansever’in dizelerinde “Gülemiyorsun ya, gülmek/ Bir halk gülüyorsa gülmektir/Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi” diye hayat verdiği Ahmet Abidir.
Aslında Edip Cansever’in hayat verdiği ifadem pek de doğru olmadı, çünkü şiir yazıldığında Ahmet Abi zaten yaşıyordur. Çünkü şiirde adı geçen Ahmet Abi, canlı kanlı Ahmet Gayretli’dir.
Ahmet Gayretli 1926 yılında Kayseri’de doğmuş ve 25 Mart 2015 günü belki de Tufan Taştan ve Barış Bıçakçı’nın “Sen Ben Lenin” filminin senaryosunu yazdığı günlerde ölmüştür.
Ahmet Abinin çocukluğu Kayseri’de kaderin doğa ve toprağa bağlı olduğu günlerde geçmiştir.
Gençlik yıllarında Halkevleri ile tanışır Ahmet Abi, Halkevi Temsil Kolu Başkanlığı yapar. Siciline sakıncalı ifadesi ilk o günlerde Kayseri Emniyet Müdürlüğü tarafından işlenir.
Ardından sanat okulunu bitirir Ahmet Abi ve sonrasında Eskişehir Tayyare Fabrikasında teknik ressam olarak çalışmaya başlar. Bu dönemde bir arkadaşı ile sohbet ederken “Gülün çocuklar, eğlenin” demesi Ahmet Abiyi cezaevi ile tanıştırır. Çünkü “eğlenin” kelimesi ilgili makamlara “Ey Lenin” olarak jurnallenince ver elini cezaevi. O dönemde Lenin’in kim olduğunu bilmediğini ifade eden Ahmet Abi cezaevinde öğrenir Lenin’i.
Cezaevi sonrası Ankara’da bir lastik fabrikasına işçi olarak girer. Bu dönemde Türkiye Komünist Partisine (TKP) üye olur. Bu üyelik Ahmet Abinin 1951 yılında ikinci kez tutuklanmasına neden olur. TKP Tevkifatı ile birçok aydınla birlikte tutuklanır. Önce yolu Sansaryan Hanının hücrelerine, tabutluklarına düşer. Sansaryan Hanında üç ay açlıkla, işkenceyle sınanır. Ardından ver elini Harbiye Askeri Cezaevi. Askeri cezaevinde Ruhi Su, Vedat Türkali gibi isimlerle 3 yıl tutulduktan sonra Adana cezaevine nakledilir Ahmet Abi.
Fatih’teki bir jandarma karakolunda mahkûmların birbirlerine zincirlenmesi ile başlayan bu sevkiyat 39 saat sürer. Bu süreçte bir tek Koçhisar’da şoförün uyuması için mola verirler ancak ne yeme içme için ne uyuma için ne de tuvalet ihtiyacı için o zincir çözülmez. Hepsi birbirine zincirlidir ve bileklerine kan oturmuştur.
Koçhisar’dan tekrar hareket edip Aksaray’ı geçtikten sonra Hasan Dağı tüm heybetiyle karşılarına çıkar. İşte Ruhi Su’nun sesinden “Hasan dağı Hasan dağı /Eğil eğil, eğil bir bak/Sıkıyor zincir bileği/Jandarmada din iman yok “dizeleri ile başlayan Hasan Dağı ezgisi bu sevkiyat sırasında dökülür. Aynı güzergâhtır ki, 1973 yılında Niğde cezaevinden Adana cezaevine sevki sırasında Can Yücel’e “Bi sen eksiktin ayışığı/ Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!” dizelerini yazdırır.
Ahmet Abinin cezaevi sürecinin son bir yılı Adana’da geçer ve ardından ver elini Malatya’da sürgün günleri. Yaklaşık yirmi ayı da Malatya’da sürgünde geçer. Sürgün dönüşü evlenir. Üç çocuğu olur bu evlilikten. Ne var ki "komünist" damgası, düzenli bir işe girmesine engeldir. Tabelacılık ve cezaevinde geliştirdiği fotoğraflardan resim yapma becerisi ile kazanır hayatını. Edebiyata ve okumaya meraklı olan Ahmet Abinin şiirleri Kaynak ve Yedigün dergilerinde yayınlanır.
Ahmet Abi ile Edip Cansever’in yolu Çiçek Pasajında bir rakı sofrasında kesişir. Muhtemeldir ki edebiyat merakı biraraya getirir ikisini. Ahmet Abinin sesi, sözü ve tavrı etkiler Edip Cansever’i. Kim bilir belki de Ahmet Abinin kadeh tutuşu, dirseğini iskemleye dayayışı o masadan kopup “Mendilimde kan sesleri” şiirinin içine sızmıştır.
“Mendilimde kan sesleri” şiiri Edip Cansever’in 1974 yılında yayımlanan “Sonrası kalır” kitabında yer alır. Erdal Öz bu şiiri okur okumaz soluğu Edip Cansever’in Kapalıçarşı’daki antikacı dükkânında alır ve Cansever’e Ahmet Abinin kim olduğunu sorar. Bu soru üzerine Edip Cansever Erdal Öz’ü Ahmet Abi ile tanıştırmak için yola düşer. Küçük bir motor kiralayarak Göksu’ya doğru dümen kırarlar. Pancar motorun patpatlarıyla iskeleye ulaşan Edip Cansever ve Erdal Öz kısa bir süre sonra Ahmet Abinin evine ulaşırlar. Eve ulaşmaları ile kendilerini toprak avluda küçük bir tahta masanın başında bulurlar. Önce rakıyla su gelir masaya; ardından beyaz peynir, domates ve salata izler rakıyı. Tıpkı “Ve sana Ahmet Abi / uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki / Sofranı kurardı / Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı” dizelerinde olduğu gibi.
“Eğlenin” kelimesi ile Lenin’le, Lenin nedeni ile de cezaevi ile tanışan Ahmet Gayretli önce Edip Cansever şiirinde Ahmet Abi olarak; sonrasında da Tufan Taştan’ın yönetmenliğini yaptığı “Sen Ben Lenin” filminde devlet katında kaybedilmiş berber Ahmet olarak sesiyle, sözüyle ve tavrıyla yani hikâyesi ile zihinlerimizde ölümsüzleşir.
Sen ne güzel abimizmişsin be Ahmet Abi…
Meraklısına not:
“Sen Ben Lenin” filminin görünmez başrol oyuncusu Lenin heykelini daha yakından görmek ya da filmde oynayan oyuncuların gerçekte kimler olduğunu öğrenmek isterseniz 2016 yılında Begüm Özden Fırat, Ahmet Murat Öğüt, Aylin Kuryel ve Emre Yeksan tarafından gerçekleştirilen 20 dakikalık “Hoşgeldin Lenin” belgeselini buradan izleyebilirsiniz.
Mendilimde kan sesleri şiirinin tamamını buradan okuyabilirsiniz.
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20