Aristokratla burjuva uzlaşırken
Gaskell patronlardan birine ‘İşçiler kendileri efendi olsun diye grev yapıyorlar’ dedirtir. Margaret’in deyimiyle ‘kavga’nın aynı zamanda bir iktidar mücadelesi olduğunu o zamandan sezdiğini gösterir.
Fotoğraf: Wikimedia Commons
Nuray SANCAR
Jane Austen ve Bronte kardeşlerle birlikte İngiliz edebiyatının ölümsüz kadın yazarları arasındaki Elizabeth Gaskell, onlardan farklı olarak sanayi devrimi dönemindeki emekçi sorunları ve sınıf mücadeleleriyle daha fazla ilgiliydi. Döneminin akıllı ve geleceği gören liberallerinin de paylaştığı bir perspektiften, işçi sınıfının yaşam koşullarının nasıl düzeltilebileceğine kafa yordu. Romanlarında büyük bir sosyal altüst oluş yaşanan ülkesindeki insan ilişkilerini nesnel bir biçimde anlattı.
Gaskell, Kuzey ve Güney romanında endüstrinin kalbi, işçi bölgesi Milton civarındaki kapitalist dönüşümü bütün çarpıcılığıyla yansıtır. Bu kitap 1854-55 yılları arasında haftalık bir dergide tefrika edildikten sonra yazarı tarafından gözden geçirildikten sonra aynı yıl kitap olarak basılmıştı.
Gaskell’in kahramanı Margaret; babası dinsel görüşleriyle uyuşmadığı İngiliz kilisesinden istifa eden bir papaz, ağabeyi haksızlıklara dayanamadığı için isyan eden ve ölüm cezası alan bir denizci, anne tarafı bir soylu olan genç bir kadındır. Hayatın bolluk içinde ama sıkıntılı, günlerin yavaş ve kaygısızca geçtiği aristokrat teyzesinin yanında yetişmiştir. Güneyde, Londra yakınlarında ‘müslin kumaşlar içinde yumuşak yumak’ yaşayan, ‘Akşam yemeğinde ne giyecekleri dışında hiçbir şey için karar vermek zorunda kalmayan’ kadınlarla birliktedir.
Toprak geliriyle geçinen bu soylu ailelerde sömürgeci İngiltere’nin uzak Asya’daki ticaretinden kadınların payına düşen; baharat kokulu Hint şalları, ipek kumaşlar, örtüler yani ‘yumuşak yumak’ hayatı sarıp sarmalayan işli nakışlı süslerdir. Bir de yüksek sınıfın görgü kuralları. Ki, en derin reveransın en zengine yapıldığı, kibar bir ‘haddini biliş’liktir bu.
Günün birinde teyzesinin evinden ayrılıp babasının kırsal İngiltere’de, çiçekler içindeki tek hizmetçili papaz evinin bulunduğu mezraya döndüğünde hayat daha da yavaşlar. Ne var ki göç yolu bir kez daha görünür Margaret’e. Anglikan Kilisesiyle çatışan baba, işini bırakır ve bir dostunun aracılığıyla Milton’lu burjuvaların çocuklarına özel ders vermesi için açılan bir kadroya başvurur. Aile ‘Fabrika bacaları ve pislik dolu, gürültülü, görgü kuralları bilmeyen’ ve aristokrasinin iğrenç bulduğu tüccar insanların kentine yerleşir. Şehre ilk girdiklerinde onları yüklü kamyonlar, balyalar halinde bez taşıyan kılıksız insanlar, küçük tuğlalı evler, sokakta yüksek sesle konuşan genç kızlar, teklifsizlik, ağır duman ve is kokusu karşılar.
Burada genç kızlar ‘yumuşak yumak’, narin değildirler; zordur hayatları. Fakat Margaret, kiraladıkları evi çekip çevirecek bir hizmetçi aradığında bulamaz. Onun burun kıvırdığı fabrikalar kötü şartlara rağmen kızlar için daha özgürleştirici görünmektedir. Günde 10 saatten fazla çalışıp çok az bir ücret alarak bedeli ödenmiş bir özgürlük.
Buradaki fabrika sahiplerinin bir kısmı kendilerinde ‘eksik olanı’ gördükleri için eğitimin önemine inanmışlardır. Bu yüzden ‘Baba’nın ilk öğrencilerinden biri, Milton’un gözde burjuvalarından Bay Thornton olur. Margaret de eski aristokrat alışkanlığı olan ‘Yoksulları ziyaret etmek, onlara yardım etmek’ gibi sosyal faaliyetlerini yeni hayatında da sürdürdükçe işçi sınıfıyla tanışmaktadır. Milton’un gözdesi genç patron Thornton ile de uzun sınıfsal tartışmalara girer. Genç kadın işçilerden yanadır ve yaşadıkları acıların tanığıdır.
Milton dokuma fabrikasında burunlarına, boğazlarına, mide ve akciğerlerine yapışan pamuk tozları nedeniyle açlık hissetmedikleri için sevinen işçilerin kronik hastalıklardan öldüğü bir kenttir aynı zamanda. Yoksulluk, açlık artmış, yardıma muhtaç olanların sayısı da çoğalmıştır.
İşçiler artık greve hazırlanmaktadır; Margaret dünyanın iki sınıfa ayrıldığını fark eder. Ama ona göre birbirine muhtaç olan bu iki sınıfın kavga etmesine anlam veremez. Nihayet grev patlayıp genel greve dönüştüğünde Milton’da hayat da durur ve Margaret de kendisini olayların içinde bulur.
Elizabeth Gaskell romanında düşmüş aristokrasinin temsilcisi Margaret ile acımasız patron Thornton’un birlikte dönüşüm sürecini ikisi arasındaki tartışmalarda ve Margaret’in, iyilikseverlikle ilgilendiği yoksul işçi ailesinin grevci babasıyla, evdeki hasta genç kızla sohbetlerinde yansıtır. Onun şefkatli yüreği, grev yaptıkları için işçilerin başına gelenlerden de etkilenir.
Dönemin bütün hümanist liberallerinin hülyası olan bir orta yol nihayet bulunur. Margaret Thornton’u iyi bir patron olmaya ikna eder. Kendisine o sıralarda miras kalan parayla hem onun dara düşmüş ticaret ilişkilerine katkıda bulunur hem de kendisi de eskiden tiksindiği ticaret işine bulaşır. Onların kavgalarında ve uzlaşmalarında yeşeren aşkın mutlu sonu evliliktir.
Evliliğin sulu boya resmi burjuvazinin ve aristokrasinin ekonomik ve politik uzlaşmasının da temsilidir.
Tefrika romanların biçimsel özelliklerine uygun yazılmış ve sonradan biçimlendirilmiş bu kalın ama akıcı roman reveranstan tokalaşmaya geçen, göz hizasında, boyun eğmeden duran işçi sınıfının kendi ahlakına yer açarak ahaliyi terbiye edişinin de romanı.
Gaskell patronlardan birine ‘İşçiler kendileri efendi olsun diye grev yapıyorlar’ dedirtir. Margaret’in deyimiyle ‘kavga’nın aynı zamanda bir iktidar mücadelesi olduğunu daha o zamandan sezdiğini gösterir yazar. Doğuştan olmayan zenginliğin ve efendiliğin kendilerine çok çalışmakla devredildiğini zanneden patron sınıfı en çok bundan korkar. Ama barikat kurdukları yer yanlıştır; karşılarındaki sınıfın ‘çok çalışarak’ sefil durumdan çıkabileceği, hükmeden olacağı yanlıştır. İşçi sınıfı çok çalışarak sadece sömürülür.
Bu korkuya bulunan ilaç o zaman da aynıdır. Baskı, biraz taviz… ve elbette ‘eğitim şart’tır.