Darbe ve toplumsal kriz dönemlerinde Türkiye’de Ermeni ve Yahudi olmak
Eylül vesilesiyle, bu dönemlerde azınlıkların yaşamlarında ne gibi değişiklikler olduğunu anlayabilmek adına toplumsal hafızaya ve göç hareketliliğine bakmayı seçtik.
ABD'de bir Ermeni'ye ait dükkan | Fotoğraf: Kişisel arşiv
Muzaffer EROL - Potsdam Üniversitesi
Öndercan MUTİ - Berlin Humboldt Üniversitesi
15 Temmuz 2022 sabahı Türk Yahudi Toplumu İstanbul Hasköy’deki Yahudi Mezarlığında bulunan bazı mezar taşlarının tahrip edildiğini duyurmuş ve sonrasında saldırının faili olduğu belirlenen beş çocuk gözaltına alınmıştı. Çok değil iki hafta önce Mardin Midyat’ta tarihi bir Süryani mezarlığı tahrip edilmişti. Mezarlığın bulunduğu kiliseyi muhafaza eden derneğin başkanı olayın ardından ‘Ölülerimizi kabirlerinde bile rahat bırakmıyorlar’ demiş, olayın faillerinin ortaya çıkarılmasını talep etmişti. 22 Temmuz akşamı ise Üsküdar’da Ermeni bir genç, kalabalık bir grup tarafından öldüresiye dövülmüş, gencin pazar ayinlerinde görev aldığı kilise, olayın ‘Irkçı bir saldırı olarak algılanmaması’ ricasında bulunmuştu. Bir yıl içinde aynı mahallede bulunan başka bir Ermeni kilisesinin kapısında bulunan haç sökülmüş, Kadıköy’deki bir kilisenin kapısı tahrip edilmişti.
15 Temmuz 2016’dan başlayarak failleri belirsiz ya da soruşturmaya gerek duyulmayan bir dizi ‘münferit’ olay, Hristiyan ve Yahudi mezarlıklarına, ibadethanelere, okullara ve hatta doğrudan yurttaşlara yönelik saldırılar gerçekten tesadüf olabilir mi? İster teşebbüs ister sonuç almış olsun, askeri müdahaleler hep yaşam hakkını bile hiçe sayan bir olağanüstü hal ve güvensizlik, hep dezavatanjlı gruplara yönelen şiddetin artışı ile sonuçlandı.
Darbeler ve kriz dönemleri, azınlık hafızalarına yeni saldırıları ekledi ve zaten içine kapanık olarak devam eden hayatları daha da ihtiyatlı bir şekilde sürdürmeye yöneltti. Biz de 12 Eylül vesilesiyle, bu dönemlerde azınlıkların yaşamlarında ne gibi değişiklikler olduğunu anlayabilmek adına toplumsal hafızaya ve göç hareketliliğine bakmayı seçtik.
KAYADES: GÖÇÜ İÇEREN BİR HAYATTA KALMA STRATEJİSİ
Kayades, Ladino dilinde sessizlik anlamına gelen bir kelime. Bu kelime, ulusal kimlik inşa süreciyle birlikte, hukuki azınlık olmak ve anayasal Türklüğün yarattığı çelişkilerin kristalize olduğu ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ kampanyaları, Trakya Pogromu, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Pogromu[1] gibi bir dizi olay sonrasında Yahudilerin, dikkat çekmeden belirli sınırlar içerisinde[2] pasif vatandaşlar olarak yaşamayı, antisemitik saldırılara doğrudan cevap vermemeyi, siyasetle ilgilenmemeyi ve göçü sürekli aklın bir köşesinde tutarak yaşamayı içeren çok yönlü bir var olma stratejisinin adı haline geldi.
Kayades darbeler, siyasi ve ekonomik kriz dönemlerinde devreye giren bir göç stratejisi olarak da uygulanabilmektedir. Göçün rotasını belirleyen ise dönemin sosyopolitik konjonktürü ve sınıfsal pozisyonlarıdır. Tabii ki İsrail, “Geri Dönüş” olarak adlandırılan göç kabul süreçleri ve göç sonrasındaki entegrasyona yönelik düzenlemeler itibariyle, Yahudiler için en rasyonel rotadır. Türkiye Yahudilerinin darbe dönemlerinde yaşadıkları huzursuzluğun göçe yansıması ise ilk olarak 27 Mayıs Darbesi sonrasında göründü. Darbe daha çok alt ve orta sınıf Yahudileri İsrail’e taşırken, 12 Mart Muhtırası ile başlayıp 12 Eylül Darbesi’ne giden süreç ise genç ve eğitimli nüfus ile varlıklı Yahudileri, İsrail, Avrupa ve Amerika’ya yönlendirdi. Darbe sonrasında 24 Ocak kararları ile başlayan neoliberalizm dönemi Türkiye’den İsrail’e göçü azaltırken, İsrail’den Türkiye’ye az sayıda da olsa geri dönüşleri ve mekik göçünü beraberinde getirdi.
12 EYLÜL’ÜN BİLİNMEDİK HAFIZASI: ERMENİLERİN ‘GİDİŞİ’
1980 darbesi Türkiye’deki toplumsal hayatı “öncesi ve sonrası” şeklinde ayıracak bir kırılma yarattı. Toplumsal muhalefeti vahşice bastırmaya kalkan devlet erkinin insan hayatı üzerindeki bütüncül kuşatması, kuşaklar boyunca farklı kesimler üzerinde yaratılan korku ve bir anda boşalan sokaklar 12 Eylül’ün en canlı hatıraları. Korku ve sindirme politikaları toplumun büyük bir kısmını suskuya, evlere veya sürgüne hapsederken birçokları da darbe sonrasında hapishanelere kapatıldı. 12 Eylül’ün ardından 650 bin kişi gözaltına alınırken açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, darbenin ilk 3 yılında hapishanelerde 299 kişi öldü. 12 Eylül toplumsal hafızada ‘göz altı’nın da ‘hapishane’nin de anlamını değiştirdi.
Gözden kaybolanlar sadece toplumsal muhalefet değildi. Olağanüstü hal ve sıkıyönetimin herkesi şüpheli ilan edebildiği, bireysel hakların askıya alındığı bir ortamda, evvelden yaşanmış kitlesel şiddetin ve devlet şiddetinin hafızası da güncellenir. ‘Tek tek Ermenilere yönelen bir şiddet ya da baskı yoktu ama sonuçta Türkiye’de yaşıyorlar: Darbenin kendilerine 1915 gibi yansıyacağını düşünüyorlardı. Kiliseleri, okulları taşlanıyordu, sokakta Ermenice konuşmaktan çekiniyorlardı.’ Bellek ve Kültür Sosyolojisi Çalışmaları Derneğinin ‘Bir Kolektif Bellek Çalışması: 12 Eylül’ başlıklı araştırması sırasında, Ermeni bir görüşmeci böyle bahsetmişti ‘Çoğunluğun haberdar olmadığı’ göçten. Darbe sonrasında birçok aile kendi imkanlarıyla yurt dışına çıkmış, imkanlar yetmeyince gençler ve ‘siyasiler’ yollanmaya çalışılmış, aileler dağılmıştı. Darbeden sonra hapis de yatmış başka bir Ermeni görüşmeci bu çok bilinmeyen göçü geçmiş travmalarla açıklamıştı: ‘Türkiye’deki Ermeniler sürekli böyle bir tedirginlik yaşarlar ve haklılar bu tedirginliği yaşamakta çünkü hep rahatsız edilmişlerdir: Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, 1964 Kıbrıs krizi.’
12 Eylül, Türkiye sol hafızasında da süregelmiş bir şiddet zincirinin halkası olarak hatırlanmakta. Sadece Ermeni görüşmeciler değil, sol hareketler içinde örgütlenmiş birçok görüşmeci 12 Eylül’ü ve etkilerini aktarırken 1915’i de hatırlatmıştı. Diyarbakır, Muş ve Mardin gibi 12 Eylül öncesinde Ermenilerin yaşadığı şehirlerde darbenin yerel hafızası boşalan Ermeni mahallelerini, sokaklarını da içermekteydi. ‘Çocukken zengin semtlerine bakır toplamaya giderdik. Topladığımız kabloları Ermeni mahallesinde yakar, üzerine basa basa top haline getirip satardık. Sonraları o Ermeni mahallesinin sessiz hali, hâlâ gözlerimin önündedir.’ Diyarbakır’da doğup büyümüş bir görüşmeci darbe sonrasında yaşanan bu sessiz göçü böyle hatırlamıştı. Sadece Diyarbakır’da değil, Yozgat’ın çarşısındaki son Ermeni dükkanına, Cizre’deki son Ermeni sokağına dair aktarımlar hep darbe sonrasına işaret eder. 12 Eylül’le birlikte soykırıma rağmen varlıklarını sürdürebilmiş Anadolu Ermenileri topraklarını nihai olarak terk etmiş, İstanbul dışında Ermenilerin varlığı sadece yerel hafızada devam edebilmiştir.
15 TEMMUZ VE ERMENİ VE YAHUDİ GENÇLERİN SİYASALLAŞMASINA VURULAN DARBE
Türkiye-İsrail arasındaki ticari ve askeri ilişkilerin “altın dönemini” yaşadığı ’90’lı yıllar,’80’li yıllara kadar binlerle ifade edilen Türkiye’den İsrail’e göçün azalmasına neden oldu. ’90’lar boyunca yıllık ortalama 100 Türkiyeli Yahudi İsrail’e göç etti. 2009 Davos ve 2010 Mavi Marmara Olayı ile bozulan ilişkileri Türkiye toplumunda yükselen antisemit dalga takip etti. Özellikle sosyal medya yükselen antisemitizmin görünür hale geldiği yer olurken, “Yahudilerle ticaret yapılmaması”, “Yahudilerin sahip oldukları firmalara yapılacak ödemelerin Gazze’ye gönderilmesi” gibi kampanyalar ise Yahudilerin sahip olduğu KOBİ’lerin piyasada tutunabilmesini zorlaştırdı. Gezi direnişi ile başlayan politikleşme süreci, siyaset yapmamayı, antisemitizme ve Türkleştirme politikalarına dair bilgi üretmemeyi ve cemaat içinde kapalılığı öğütleyen Kayades felsefesine karşı “konuşalım” şiarıyla şekillenen Avlaremoz’u 2016’da ortaya çıkardı.
Hrant Dink suikastı, sol hareketler içinde örgütlenmiş ’68 ve ’78 kuşağının ardından yeni bir Ermeni politik kuşağı ortaya çıkarmıştı. 2000’lerin ikinci yarısında, bilhassa da Dink davası sürecinde politikleşen Ermeni gençlerin hem soykırım ile yüzleşmeye hem de Ermeni kimliğine dair güncel talepleri kamusal alana taşıdıklarına şahit olmuştuk. Bu siyasal hareketlilik, soykırımın yüzüncü yılında gerçekleşen ve toplumsal muhalefetin farklı kesimlerini örgütlemeyi başaran Kamp Armen Direnişi’ne dek uzanmıştır.
Ancak bir darbenin bütün olumsuz sonuçlarını yaratan 15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye Yahudileri ve Ermenileri için yeni bir göç dalgasının kapılarını açtı. 2016 ile başlayan göç sürecinde Yahudilerin öncelikle “Önlem olarak” İspanya ve Portekiz vatandaşlık başvurularına ve sonrasında İsrail ve Batıya göç etmelerine neden oldu.
"SADECE BİZ GÖÇ ETMİYORUZ, HERKES GİDİYOR ARTIK"
12 Eylül’den sonra İstanbul’daki birkaç semte sıkışmış Ermenilerin 15 Temmuz’dan sonra bu dar yaşam alanlarında kendilerini güvenli hissedip hissetmediklerini yeni genç göçü ile anlamak mümkün. 2016’dan beri daha fazla Ermeni genç artık İstanbul’u da geride bırakarak Türkiye dışına göç etmekte. Yaşıtlarının yaşadığı ekonomik güvensizliğin yanı sıra, 2016 sonrasında Ermenilerin yaşadığı ‘münferit’ saldırıların İkinci Karabağ Savaşı ile birlikte sıradanlaşması Ermeni gençlerin Türkiye’de birlikte yaşam umudunu yitirmesine neden olmuş görünüyor.
15 Temmuz sonrası Türkiyeli Yahudilerin göçü, Türkiye’nin giderek demokrasiden uzaklaşması, muhafazakarlaşma, artan otoriterlik ve ekonomik çöküş sonucu artan, özellikle genç-eğitimli-orta sınıfın beyin göçünden bağımsız değil. Ancak, daha önceki göç dalgaları kimi zaman gençleri kimi zamansa varlıklı Yahudileri Türkiye’den kopartmışken, son hareketliliğin farklı yaş ve gelir gruplarını içine aldığını da görebilmek mümkün[3]. 2016 sonrasında İsrail’e göç edenler arasında bekar beyaz yakalı veya yüksek öğrenim öğrencileri, çocuklu veya çocuksuz genç evliler, kırklı yaşların üstünde aileler ve yaşlı Türkiyeli Yahudiler bulunuyor. Darbe girişimi sonrasında İsrail’e göç etmiş bir görüşmecinin belirttiği gibi, ‘Sadece biz göç etmiyoruz, herkes gidiyor artık’.
_____________________
[1] Türkleştirme politikaları ve Yahudiler konusunda ayrıntılı bilgi için, Rıfat Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni 1923-1945, İletişim Yayınları, 2010.
[2] Bu sınırların hangi süreçlerle nasıl belirlendiğini ve “kanun Türkleri”nin durumunu anlatan önemli bir analiz için, Barış Ünlü, Türklük Sözleşmesi, Oluşumu, İşleyişi ve Krizi, Dipnot Yayınları, 2018.
[3] Bu tespit “İsrail’de Türkiye Kökenli Yahudiler: Göç ve Kimlik İnşası başlıklı doktora projesi kapsamında İsrail’de yaptığım derinlemesine görüşmelere dayanmaktadır