Şenal Sarıhan: 12 Eylül uygulamaları 15 Temmuz ile yaygınlaştırıldı
12 Eylül'de yaşanan hak ihlallerini ve bugün yaşanan hukuksuzluğun temel taşlarının nasıl atıldığını faili meçhul katliamlar gibi sayısız siyasi davada avukatlık yapan Şenal Sarıhan ile konuştuk.
Fotoğraf: Kurtuluş Arı/DHA
Birkan BULUT
Ankara
Hukukçu Şenal Sarıhan 27 Mayıs’ı çocukluğunda, 12 Mart’ı cezaevinde genç bir öğretmen olarak, 12 Eylül’ü avukat ve 15 Temmuz darbe girişimini ise CHP milletvekili olarak karşıladı. Darbeler, faili meşguller, katliamlar gibi sayısız siyasi davada avukatlık yapan Sarıhan, geçtiğimiz aylarda yayımladığı “Savunma Kürsüsünde” kitabıyla mücadeleyle geçen yaşamını kaleme aldı. 12 Eylül’ün 42. Yıl dönümünde Avukat Şenal Sarıhan ile darbeleri konuştuk.
12 Mart döneminde 3 yıl tutuklu kaldığını anlatan Sarıhan, “O dönem tutuklananlar diğer darbelere göre az sayıda, aydın kesimlerden oluşuyordu. Herhangi bir örgütle bir ilişkim olmamasına rağmen örgüt yönetmekten ceza aldım. Çünkü işkencecilerin yargılanmasında, bana yönelik cinsel taciz ve istismara karşı mücadelede ısrar ettim” dedi. 12 Mart atmosferinde ‘dışarıda’ demokratik mücadelenin nüveleri olduğunu kaydeden Sarıhan, “Mesela TÖS kapatılmıştı ama TÖB DER vardı. Siyasi hareketlerin dergileri, partilerin faaliyetleri vardı. Bütün aşağılanma ve kötü muamelere rağmen direniş sürmüştü. Denizlerin idamına karşı mücadele sürüyordu ve Deniz Gezmiş ailesinin çevresi çok kalabalıktı, tutuklananların aileleri yalnız bırakılmamıştı” dedi.
AYLARCA İŞKENCE YAPILDI
Ancak 12 Eylül’ün karabasan gibi Türkiye’nin üzerine çöktüğünü anlatan Sarıhan, avukat olarak karşıladığı ’80 darbesindeki tabloyu şöyle değerlendirdi: “Geniş bir tutuklama ağı oldu, 90 gün olan gözaltı süreleri defalarca 90 gün daha uzatılabiliyordu. Bu şekilde aylarca işkenceye götürülen insanlar oldu. Cezaevine giderken de insan muamelesi görmüyordunuz. Örneğin İlhan Erdost’un öldürülmesi tutuklanıp cezaevine nakledildiğinde gerçekleşti. Cezaevlerinde arama, sayım, dayak ve işkencelerle baskılar sürüyordu. Sıkıyönetimin başındayken Mamak Cezaevinde kantin gibi bir yerde müvekkillerimle görüşebiliyordum. Ancak daha sonra bölmeli bir yere alındı, sonra aramıza demir parmaklık geldi, sonra cam geldi, sonra tabureler alınarak ayakta görüşme dönemi başladı ve en son ‘Telefonu kaldır’ emriyle telefonu elimize alıp, müvekkilin tek tip kıyafetle hazır olda birkaç dakika görüştüğü bir uygulamaya maruz kaldık. Görüşme süreleri 3 dakikaya indi.”
MAHKEMELER TUTANAK TUTMUYORDU
12 Eylül cuntasının uygulamaları sertleşirken ülkücü sanıkların avukatlara saldırmasına da göz yumulduğunu söyleyen Sarıhan, “Ülkücü sanıklar Avukat Halit Çelenk ve aynı zamanda avukat olan Şair Gülten Akın’ın üzerine saldırmıştı. Devrimci ve ülkücü sanıklar ‘karıştır-barıştır’ denilerek aynı hücrelere konuldu. Duruşmalarda sanıkların kendilerini serbestçe ifade etme olanakları zaten kalmamıştı. Ancak işkence de tamamen görmezden gelindi. Bir duruşma sırasında vücutlarındaki işkence izlerini gösteren sanıkların anlattıkları tutanağa geçirilmiyordu. Buna itiraz edip salonu terk ettiğimiz bir duruşmada ise ‘Örgütün talimatıyla çıktılar’ denilerek saatlerce gözaltında tutulmuştuk. Bir sanığın duruşmaya sedyede getirilmesini tutanağa geçiren hakim ise görevden alındı” dedi.
DİRENİŞ DE VARDI
Ancak darbenin tüm zulmüne rağmen herkesi teslim alamadığına dikkat çeken Sarıhan unutamadığı bir anıyı aktarıyor. “Cezaevindeki kötü koşullara ve işkenceye karşı açlık grevi başladığında, aileler açlık grevini bitirmeleri için bizden yardım istiyordu. Ancak onların yaşamlarını savunsak da bu kötü şartları karşısında iradelerine saygı duyuyoruz. Müvekkilim Bülent Coşkun’un annesi dedi ki ‘Siz açlık grevini bırakmasını söylemezsiniz ama deyin ki annen senin yaşamanı ve mücadele etmeni istiyor’ Görüştüğümüzde annesinin sözünü iletince, birdenbire hazır ol vaziyetini bozdu ve pantolonunu çekerek ayağındaki morlukları gösterdi. Askerler hemen bizi uzaklaştırdılar. Baro devreye girince gece bırakıldım. Beni açlık grevine devam etmelerini istemekle suçladılar. Savcı beni ifadeye çağırdığında, arkamdaki iki görevlinin ifadelerini sordum. Biri lehime, diğeri aleyhime ifade vermişti.
Uzun yıllar sonra Trabzon’da İnsan Hakları Derneğinin paneline gittik. Biri yanıma gelerek ‘Beni tanıdınız mı’ dedi. Bu olayda lehime ifade veren kapı görevlisiymiş. Benim öyle söylemediğimi anlatınca, bir hafta hücre cezası verilmiş. Bunca kötülüğün içinde herkesi teslim alamamışlardı.”
BİR OLAY, ÜÇ FARKLI İFADE, ÜÇ DAVA
Bir davada uzun süre suçlamaları kabul etmeyen müvekkiliyle ilgili savcıyla konuştuğunda kendisine “Allah aşkına güldürmeyin. Siz bilmiyor musunuz militanlar direnirler” dediğini söyleyen Sarıhan, bir başka davada Kurtuluş, Dev-yol ve Üçüncü Yol aynı adamın öldürülmesinden suçlandılar. Üç farklı ifade, üç farklı cinayet biçimi iddiasıyla. İkisinin avukatlığını yaptım, anlattım. Üç davada da beraat çıktı. Cezalandırma gözaltından başlıyor, cezaevine ve yargılamaya kadar sürüyordu.
Ancak 12 Eylül’de baskı ve cezaevleri sürecinde dışarıdaki ailelerin dayanışmasının oldukça güçlü olduğunu belirten Sarıhan, “Olağanüstü bir dirençleri vardı. ÇHD kapatılmıştı ama ne kadar az kişi olsak da kapatılmamış gibi çalışıyorduk. İHD o dönemin sanıklarının, ailelerin ve avukatların mücadelesiyle doğdu. Halkın mücadelesinin bütün bu zorlukları aşabildiğini düşünüyorum. Acı dirence dönüşebiliyorsa engel tanımıyor” dedi.
12 EYLÜL’DEN 15 TEMMUZ’A
12 Eylül’ün 12 Mart’tan farklı olarak “1402’likler” olarak anılan birçok kişiyi kamudan çıkardığına dikkat çeken Sarıhan, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra OHAL yönetiminde bunun çok daha yaygınlaştırıldığını söyledi. Yargılama veya soruşturma olmadan iktidarın beğenmediği kamu görevlilerinin işine son verildiğini belirten Sarıhan, “15 Temmuz darbe girişimiyle sınırlı olarak yargılamaların yapılması gerekiyordu. AKP kendi yerleştirdiği ve bu yüzden bildiği Fethullahçıları kamudan atmakla yetinmedi. Darbe girişimine götürülen askeri öğrencilerden sol görüşlü insanlara kadar birçok kişi görevden alındı. Milletvekili olduğum bu dönemde Ankara’da konuştuğum avukatlar, sorgunun yanlarında yapılmadığını, polis şiddetine tanık olduklarını, bu yüzden CMK görevine gitmek istemediklerini anlatıyorlardı. Benim de baskı ve insan hakları ihlallerinin yaygınlığı sebebiyle bu dönemin, 12 Mart ve 12 Eylül uygulamalarından daha ağır olduğunu düşündüğüm oldu. Ancak her dönemin kendi içinde vahim bir tablosu var. Sıkıyönetim veya OHAL olsun, insan haklarına ve demokrasiye aykırı her dönem kendi içinde bir vahameti ifade ediyor. Buna karşı verilecek insan hakları mücadelesinde de ayrım yapılmaması gerekiyor” dedi.
12 Eylül dönemindeki birçok siyasi davanın yanı sıra darbecilerin sanık olduğu ama cezalandırılamadıkları davada da avukat olan Sarıhan, “Elbette darbecilerin yargılanmasını istiyoruz ama aslında tarih onları her gün yargılıyor. Burada yeni darbelerin olmaması ve yaşananların hesabının sorulması için tüm demokrasi güçlerinin sonuç çıkarması gerekiyor” diye konuştu.