Müzisyen Nikos Andrikos: Müzik bir araya gelmek, paylaşmak için bir fırsat
Yunanistanlı müzisyen Nikos Andrikos’la kiliseden Türk müziğine, Midilli’den İstanbul’a müzikal yolculuğunu ve bu yolculukların sılası Midilli’yi konuştuk.
Fotoğraf: Elias Marcou
Elif GÖRGÜ
İstanbul
Denizlerin insanları ayırdığından bahsedilir genelde. Bazı denizler birleştirir. Ege onlardan biri. Dört bir yanından kendinize doğru çekiştirirsiniz, yine de her bir yanından insan birbirlerine varmanın bir yolunu bulur. Ege’nin adaları da birlikte yaşaması gerekenler çok ayrı düşmesin, denizin ortasında buluşabilsinler diye bu kadar çokturlar. Bu buluşma adalarından biri ise Lesvos, ya da bu yakadaki adıyla Midilli.
İnsanlar, kültürler, göçler, göçmenler buluşur Midilli’de. Tabii ki müzik de. “Kentsel bir tavır vardır Midilli’nin müziğinde” diyor Nikos Andrikos, İzmir’den Avrupa’ya çeşitli kültürlerden etkilendiğini anlatıyor. Andrikos, Midilllili bir müzisyen. Fırtına çıktığında Yunanistan televizyonu çekmediği ve çeken tek kanal olan TRT olduğu için TRT müzik yayınlarıyla çocukluğunun ilgisi şekillenmiş, kilise müziğinden Osmanlı musikisine, Türk müziğinin çeşitli alanlarına doğru genişlemiş bu ilgi ve sonunda hem yaşam biçimi hem mesleği haline gelmiş.
Bizim tanışıklığımız geçtiğimiz mayıs ayında CRR’deki “Kiliseden saraya Rum bestekarlar” konseri ve ardından İstanbul’da yaşayan Yunanistanlı ve Türkiyeli çeşitli müzisyenlerle verdiği “Midilli Şarkıları” dinletileriyle oldu. Halbuki onun İstanbul’daki yaşamı da müzik çalışmaları da çok daha eskiye dayanıyor. İlk albümü “Motivasyon” ve Kalan müzikten çıkardığı ikinci albümü “Sedef” de bu çalışmaların ürünleri. Üçüncünün hazırlıkları devam ediyor.
“Atina’dan çok İstanbul’da evimde hissediyorum” diyen Nikos Andrikos’la kiliseden Türk müziğine, Midilli’den İstanbul’a müzikal yolculuğunu ve bu yolculukların sılası Midilli’yi konuştuk.
"Müzik bir araya gelmek, paylaşmak için bir fırsat"
— Evrensel Gazetesi (@evrenselgzt) September 13, 2022
Yunanistanlı müzisyen Nikos Andrikos’la kiliseden Türk müziğine, Midilli’den İstanbul’a müzikal yolculuğunu ve bu yolculukların sılası Midilli’yi konuştuk
Elif Görgü'nün söyleşisi@elif_grghttps://t.co/pfwehoDcIQ pic.twitter.com/PQraNzE6za
Müzik çalışmalarınız nasıl başladı? Kilise müziğinden Türk müziğine, Yunanistan’dan Türkiye’ye geçiş nasıl oldu?
Kilise müziği ile başladım, ders alıyordum, aynı zamanda ayinlere katılıyordum. Çok sıkı bir eğitimdi. Ama meşk gibi eğitimdi, modern bir konservatuvarda verilen bir eğitim değildi. Neredeyse her gün hocaya gidip ondan bilgi alıyordum ve sadece nazariyat (müzik teorisi) ve repertuvar, notalama değildi aldığım bilgi. Önce notasız, sadece kulakla başladım öğrenmeye. Ondan sonra Bizans nota yazma sistemiyle öğrenmeye başladım. Ayinlere katılmaya da başladım. 15 yaşındayken bir enstrüman öğrenmek istedim. Geleneksel bir enstrüman düşündüm. Midilli’de hocalar yoktu o zamanlar. Dedemin eski ve kıymetli bir buzukisi vardı. Eski bir ustanın yapısıydı. Hiç ders almadan kurcalamaya başladım. Yavaş yavaş basit parçalar çıkardım. Sonra belediye bir müzik okulu kurdu. Ben bağlamayı öğrenmek istiyordum ama tabii ki yoktu, ben de buzuki öğrenmeye karar verdim, iki aylık eğitim aldım.
Bağlama mı?
Nasıl biliyordum bağlamayı diyeceksin. Özellikle çocukluğumda çok Türk televizyonu seyrediyorduk ve TRT’yi dinliyorduk. O zamanlarda Yunan televizyonu ERT’nin şebekesi çok kuvvetli çekmiyordu. Hava biraz rüzgarlı, yağmurlu olunca hemen bozuluyordu. Hatırlıyorum ki Avrupa’daki maçları da Türk televizyonundan seyrediyorduk. O zaman TRT 4’te müzik yayını oluyordu. Ben de meraklıydım, seslere hayran oluyordum. Ailece de oturup izliyorduk. O zaman geleneksel müziği yeniden keşfetme eğilimi, akımı vardı Yunanistan’da...
“BAĞLAMA ÇALMAK İSTİYORDUM AMA HOCA BULAMIYORDUM”
O zaman dediğimiz 1990’lar, değil mi?
1995’ten sonra... Bağlama çalmak istiyordum ama hoca bulamıyordum o yüzden buzukiyle başladım. Daha sonra Atina’ya gitmeye karar verdim. Ağabeyim Atina’da öğrenciydi, lise için onun yanına giderek müzikle ilgili eğitim almak istedim. Kilise müziği hakkında eğitim aldım. Konservatuvarı bitirdim. Üniversitenin son yılında şöyle bir karar verdim: Tamamen Türk müziği ile uğraşacağım, bununla ilgili bir şey yapacağım. Batı Yunanistan’da Korfu’daki Iyon Üniversitesinde doktoraya başladım, doktora konum 19. Asırda İzmir kilise müziğiydi. Bunun yanı sıra Yunanistan’da virtüöz olarak ilk bağlama çalan kişi olan ve Talip Özkan’ın da talebesi olan Periklis Papapetropoulos’tan ders almaya başladım.
Ve ondan sonra İstanbul’a yerleşmeye karar verdim. Ne yapabilirim diye düşündüm. Patrihane’de mugannilik (ilahi okuyan) yapabilirdim. Leonidas Asteris diye bir hocamız, baş muganni vardı, onun yanına gittim. Resmi olarak ayinlere katılıyordum, aynı zamanda doktoram için araştırma yapıyordum. İkinci olarak (Bağlama Sanatçısı) Mehmet Erenler’den ders almaya başladım. İki buçuk sene ondan ders aldım. Aynı zamanda Haliç Üniversitesinde misafir öğrenci olarak bir yüksek lisans programına katıldım. Hocamız Yücel Paşmakçı’ydı ve rahmetli Şahin Gültekin’den özel olarak şan dersi aldım. Üçü de TRT’nin eski kuşağından çok iyi müzisyenler. Tabii ki çok faydalandım onlardan. Sadece bağlama konusunda değil, ses eğitimi, repertuvar olarak da.
Aynı zamanda resmi bir şekilde olmasa bile Türk sanat müziği ile de ilgileniyordum. Bu konuda bir eğitim almadım ama hep ilgilendim. Çok dinliyordum. Repertuvarı biliyordum. Nazariyat olarak, makamları buraya gelmeden bile biliyordum, Yunancada 19. yüzyılda yazılmış kaynaklardan öğrenmiştim. Burada yaşamış Rumlar vardı. Onlar makamları Rumca anlatmışlar ve nota yazma sistemi olarak Bizans kilise müziğinin nota yazma sistemini kullanmışlar. Kilcanidis ve Konstantinos baş mugannisi gibi şahsiyetler. Buraya gelmeden ve Türkçe öğrenmeden önce onları çok çalıştım. O yüzden bir altyapım vardı.
3 sene kadar burada yaşadım ve eğitim aldım. Ardından Midilli’ye döndüm. Kalıcı değil diye düşünüyordum, sadece doktoramı savunacağım ve sonra döneceğim. Patrikhane beni kadrolu olarak alacaktı. Ama Arta’daki İyon Üniversitesinden bir teklif geldi, geleneksel ve halk müziği fakültesi vardı Arta’da. Türkiye’ye dönmek üzereyim ama bir deneyeyim dedim. Denedim, fena değildi ve kaldım.
“SADECE MÜZİK İCRASI DEĞİL ARAŞTIRMA PROGRAMLARIMIZ DA VARDI”
İstanbul’a geri dönme planı gerçekleşmedi yani?
Yunanistan’da kriz başladı. Babam da rahatsızdı, ona bakabilmek için Midilli’ye yerleştim. Orada bir müzik okulu kurduk KESAM diye. Doğu Musikisi Araştırma ve Eğitim Merkezi. “Anagnostirio Agiasou” isimli çok tarihi bir derneğe bağlı olarak kurduk. Agiasos, Midilli’de meşhur bir köy. Bu dernek de çok meşhur, arşivi de çok sağlam. Oraya bağlıydık ve aynı zamanda Midilli’deki Ege Üniversitesiyle ortak çalışmalarımız vardı. Sadece müzik icrası değil araştırma programlarımız da vardı. Arta’ya gitmeden önce iki sene önce Midilli’de kalmıştım. Müzikle ilgili, nasıl diyeyim, bir piyasa kurmuştuk. Öğrenciler tarafından işgal edilmiş bir bina vardı. Orada bir araya gelip “Motivasyon” isminde bir müzik grubu kurmuştuk. Öğrencilere bağlama, şan dersleri de veriyordum. Çok güzel bir ekip oluştu bu şekilde. Yeniden Midilli’ye döndüğümde zaten bir maya vardı. Ve ondan sonra KESAM kuruldu. Hem eğitim hem konserler veriyorduk, Yunanistan’da ve yurt dışında. Mesela Ayvalık’ta, İzmir’de de konserler veriyorduk. İspanya’dan, İsrail’den, Türkiye’den, Fransa’dan, Hollanda’dan Midilli’ye gelen öğrencilerimiz oldu. Bir iki sene kalarak eğitim alıyorlardı. Kilise müziği, Türk halk müziği, Osmanlı musiki eğitimi vardı. İzmir meyhane müziği yani kafe aman müziği sınıfımız da vardı. Değişik çalgılar öğretiliyordu; lavta, bağlama, ut, perküsyon, santur gibi... Repetuvar, şan dersleri vardı. Kapandığı zaman 60 kadar öğrencisi vardı. Niteliği çok yüksekti ve çok alternatif bir eğitim merkeziydi. Bir ada için 60 öğrenci az değil. Herkes bilerek ve isteyerek geliyor ve eğitim alıyordu, o yüzden seviyesi yüksekti. Ben 2017’de doçent oldum üniversitede. KESAM devam etsin Midilli’de istiyordum öğrenci vardı ve potansiyeli çok yüksekti. 6.5 yıl açık kaldı. Ama arkadaşlar bürokrasiden yoruldu ve maalesef kapandı.
Şimdi neler yapıyorsunuz?
Hâlâ Arta’da üniversitede öğretim üyeliğine devam ediyorum. Daha çok kilise müziği hakkında, hem nazariyat hem pratik dersi veriyorum. Osmanlı musikisi hakkında ders veriyorum ve enstrüman olarak da bağlama ve lavta dersleri veriyorum. Aynı zamanda, programın dışında öğrencilerle şan çalışmaları yapıyoruz. İstanbul’a da çok sık gelmeye çalışıyorum hem konserler için hem de araştırmalar için.
Midilli’ye gelirsek... Müzikten önce Midilli büyük bir ada. 450 yıllık Osmanlı hakimiyeti, sonra Yunanistan egemenliği. Bütün bu tarihin Midilli’ye bugüne bıraktığı kültürel, sosyal miras ne oldu?
Midilli her zaman ama şimdi belki biraz daha fazla, özel bir yer. Çünkü yerlilerin dışında da insanların gelip yaşamak istedikleri bir yer. Öğretmenler geliyor, görevlerini yapmak için, öğrenciler üniversiteye geliyorlar ve sonra kalıcı olarak yaşamaya karar veriyorlar. Midilli halkı kendisi farklı bir şey yapmayabilir ama sen yapmak istersen sana yer açıyor. Böyle bir zihniyet var. Türkiye’ye yakınlığı da bir avantaj. Benim için özellikle öyleydi.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında Midilli’nin ilişkileri Yunanistan ana karasıyla değil daha çok Küçük Asya’ylaydı. Sadece kültür sanat açısından da değil, ticaret açısından da böyleydi. Midilli halkının ilişkileri daha çok Ayvalık ve İzmir’leydi. Ve Arabistan’a kadar, Gürcistan’a kadar yağ, zeytinyağı, sabun gönderiliyordu. Kozmopolit bir yapısı vardı. Müzikte bile bu belli oluyor.
"KOZMOPOLİT VE KENTLİ BİR RUH VE ESTETİK MEVCUTTU"
Nasıl belli oluyor müzikte?
Ada olmasına rağmen kırsal bir müzik geleneği yok gibidir. Tabii ki var, ama o kadar güçlü ve dinamik değil. Daha çok urban, kentsel bir tavır var müziğinde. Değişik yerlerden etkilenmiş bir müzik tavrı oluşmuş Midilli’de. İzmir’in kent müziğinin, Smyrneiko’nun etkileri çok belli. Avrupa müziğinin etkileri var. Midilli’de piyano, keman, viyolonsel 20. yüzyılın başlarında öğretiliyordu. Zaten “Λεσβιακή Άανοιξη/Lesviaki Aniksi” Midilli İlkbaharı diye literatürde çok ilginç bir ekol vardır. Stratis Myrivilis vardı, Ayvalıklı Ilias Venezis vardı bu ekolde. Yunanistan’ın o zamanlarında en iyi roman yazarları Midilli’deydi. Çoğu Atina’ya yerleştiler sonra ama her zaman Midilli ile ilişkileri oldu.
O yüzden sadece müzikte değil farkı, kozmopolit ve kentli bir ruh ve estetik mevcuttu. Çok boyutlu bir müzik tavrı da vardı ve bu sadece repertuvarın yapısıyla ilgili değil, çalma teknikleriyle de ilgili aynı zamanda. Kullanılan sazlara baktığımızda sandur var ama aynı zamanda gitar da var, çello da var. Aynı orkestra içinde bir udi de olabilir. Tabi ki en dominant olan müzik türü zeybektir. Değişik şekilde çalınmasına rağmen zeybek kültürüne ait parçalar var. Bir de ortak repertuvar var, yani İzmir’in Kavakları gibi. Bir sürü böyle örnekler var.
"TEK YÖNLÜ BİR MÜZİK TAVRI YOK"
İçerik ve konu olarak ne anlatır Midilli şarkıları?
Midilli’de şarkıların çoğu güftesizdir. O yüzden Midilli’de eskiden “Müziği çağıralım, orkestrayı çağıralım” denirdi. Bu taraftan, bu yörelerden gelen oyun havalarına, değişik koleksiyonlardan mısralar ve güfteler, şiirlerden seçilerek adaptasyon yapılan güfteler oluyordu. Şimdi şarkı gibi görülüyorlar ama eskiden bunlar oyun havasıydı. Bir orkestra olduğu zaman, daha çok enstrümantal olarak çalınıyordu. Bir de insanların dans etmesi için çalınıyordu. Tavernalarda, kafelerde sadece Midilli’ye ait olan değil, farklı yerlerden gelen repertuvar da söylenirdi. Ama hiçbir sazın eşliği olmadan, acapella söylenirdi. Aynı zamanda gazeller de okunuyordu. Midilli’nin gazelleri, amaneleri de çok meşhur. Rahmetli Solon Lekkas çok meşhurdu örneğin. Eski kuşağa ait amane yapanların en sağlam örneklerinden biridir.
Ne anlatıyor, aşk anlatıyor. Hayatın dertleri hakkında genelde, ecelden bahseder şarkılar var. Her yerdeki gibi güfteler var. Müzik açısından yapısı makamsaldır. Ama bazen kozmopolit tavrından dolayı değişik bir şekilde değerlendiriliyor bu repertuvar. Tampere, yani Avrupa stiline göre çalınabiliyor. Makamsal olmasına rağmen, Türk müziğinde ara perdeleri, ara sesleri kullanmadan, ya da biraz armoni kullanarak çalınabilir.
Ortak repertuvar var. Kordon zeybeği, Harmandalı gibi. Ama sadece Midilli’de çalınan eski güzel parçalar da var. Midilli’de üflemeli çalgılardan oluşan kayıtlar da var. Mehterin, yani Osmanlı askerlerinin etkisi çok belli bunlarda. Üflemeli çalgı derken, örneğin bakırdan yapılmış çalgılar, trompet gibi... Aynı zamanda sandur kullanılıyor olabilir. Yani tek yönlü bir müzik tavrı yok. Çok yönlü. Homojen değil.
"BESTECİLİK KONUSUNA ÇOK ÖZEN GÖSTERİYORUM"
Bugün açısından müzik üretiminde, sadece Midilli açısından da değil Yunanistan’da hangi eğilimler baskın, nasıl gelişim gösteriyor müzik, ve özelde halk müziği?
Daha önce de bahsettim, 1990’lardan sonra geleneksel müziği yeniden keşfetme eğilimi ortaya çıktı. Bir de müzik okullarının bu konuya katkısı büyüktü. Ortaokul ve lise düzeyinde müzik okulları kuruldu Yunanistan’da ve aynı zamanda üniversitelerin müzik eğitimi bölümlerinin de katkısı önemli oldu.
Yunanistan’da yaşayabilirim ve Türkiye’ye hiç gelmeden YouTube’dan bir seviyeye kadar bağlama öğrenebilirim. Böyle bir eğitim fırsatı var artık. Ben Türkiye’ye ilk geldiğim zaman 2004’te Türkiye’de Yunanistan müziği hakkında pek bilgi yoktu. Yunanistan’da makamsal müziğin olduğunu bilmiyordu insanlar. Sadece Sirtaki var diye biliyorlardı, bir turistik bilgi olarak. Sonra seminerler başladı. Kayıtlarla ilgili faaliyet arttı. Erasmus ile öğrenci değişimleri etkili oldu. Bir ağ kuruldu artık. O yüzden Yunanistan’da Türk halk ve sanat müziği ile ilgili eğilim var şimdi. Sadece var olanı icra etmek değil yeni komposizyonlar da üretiliyor. Bu şekilde yeni, orijinal müzik yapanlar, besteleyenler var.
Ben de bunu çok destekliyorum. Bu müziğin canlı olduğuna inanıyorsak yeni bir şey yaratmamız gerekiyor. Sadece eskileri, yani bildiğimiz repertuvarı çalarsak, müze müziğine dönüşecek. Osmanlı musikisinden bahsettiğimiz zaman sanıyoruz ki onlar zadece kendilerinden önce yaşamış müzisyenlerin müziğini çalıyordu ama bakıyoruz ki Tamburi Cemil Bey mesela, taş plak dolduruyor. Aynı zamanda o zamanda çalınmakta olan besteleri ve kendi bestelediği eserleri çalıyor.
Eskiye, geçmişe ait diye düşünmüyorum, çağdaş bir müzik olarak yaklaşıyorum. O yüzden bestecilik konusuna çok özen gösteriyorum. Çok çaba da gösteriyorum.
Yunanistanlı ve Türkiyeli müzisyenler arasında kurulmuş ağlardan, birlikte müzikal çalışmalardan bahsediyoruz. Ama bir yandan da iki ülke arasında sık sık siyasi gerilimin yükselmesine tanıklık ediyoruz. Bu durum birlikte çalışmayı, birlikte üretimi ve paylaşımı nasıl etkiliyor?
Müzikle uğraşanları çok etkilemiyor bence. Çünkü Türk müziği ile uğraşıyorsan mutlaka burada bir süre yaşamış olabilirsin ya da mutlaka senin burada arkadaşların olacaktır. Bu ön yargıya nasıl karşı çıkabiliriz, yani dostluk varken, birbirini tanıyarak buna karşı çıkabiliriz.
Müzik insanları değişik yerlerden olsalar bile bir araya getirip farklı şeyleri paylaşmak için bir fırsat, bir sebep. Her zaman yakında bulunan ülkelerde problemler çıkabilir. Benim bir problemim varsa başka bir yerde yaşayanlarla değil komşumla olursa olur. Bu tamam. Bunu anlayabilirim. Ama ben şöyle düşünüyorum iki taraf da, iç sorunlarına karşı uluslararası sorunları büyütüyor. Mesela Yunanistan’da bir skandal ortaya çıkıyor ya da ekonomik kriz var hemen Türkiye hakkında problem çıkıyor. “Türkiye saldıracak mı, bir şey yapılacak mı adalara” diye. Aynısı Türkiye’de de oluyor.
Bizim müzisyen olarak görevimiz nedir, buna karşı çıkmaktır. Protestomuz da müziktir.
"HEM TÜRKÇE HEM YUNANCA ŞARKILAR OLACAK"
Besteleriniz, yayımlanan albümleriniz de oldu, bunlardan bahsederek tamamlayabiliriz söyleşimizi…
Türk sanat müziğinin formlarına ait bestelerim var. İki albümüm var, sadece kendi bestelerimden oluşan. Birincisinin adı Motivasyon ve ikincisi Sedef. İkinci albüm Kalan Müzik’ten çıktı. Gelecek olan bir albüm daha var. Kendi bestelerimin olduğu ve hem Türk hem de Yunan müzisyenlerin katıldığı. Derya Türkan da katıldı kayıtlara. Türk sanat müziğine çok yakın, hem Türkçe hem Yunanca şarkılar olacak. Fulya Özlem, Asya Aslantaş, Aslı Aker güfteler yazdı. Sevgili eşim Theodora da Yunanca güfteler yazdı. Enstrümantal eserler de var, peşrev formunda, saz semaisi olarak, ayrıca gazeller var, kanto var... Lavta, tambur, İstanbul kemençesi, keman, kanun, ut gibi çalgılar kullanılıyor.