Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi
Robert Falcon Scott Güney Kutbu’nu keşfederek kendinin ve ülkesinin adını tarih sayfalarına yazdırmak arzusuyla yanıp tutuşan birçok maceracıdan biridir.
Ernest Henry Shackleton, Kaptan Robert Falcon Scott ve Dr. Edward Adrian Wilson İngiliz Ulusal Antarktika Keşif Gezisi'nde, 2 Kasım 1902
Dünyanın haritalanarak atlaslarda gördüğümüz son halini alması yüzyıllar hatta binyıllar almıştır. On beşinci yüzyıla kadar dünyanın bilinen ya da keşfedilen yerlerinin kayıt altına alınması yani haritalanması adeta bir bilgisayar oyununu çağrıştırmaktadır. Nasıl bilgisayarda oynanan bir strateji oyununda keşfedilmeyen ya da fethedilmeyen bölgeler karanlıksa ve o karanlık bölgeler keşfedildikçe aydınlanmaya başlarsa, dünya haritaları da tıpkı bilgisayar oyununda olduğu gibi kâşiflerin bilinmeyen toprakları keşfettiği ölçüde aydınlanmıştır. Peki ya keşfedilmeden kalan kara parçaları ya da denizler? İşte o kara parçalarının ya da denizlerin üzerine eski dünya haritalarında “terra ingocnita” ya da “mare ingocnita” yazılmaktaydı. Yani bilinmeyen toprak ya da deniz parçası yani keşfedilmeyi bekleyen gizemli karanlıklar.
XV. yüzyılın ilk yarısında başlayan coğrafi keşifler çağı ile haritaların karanlık bölgeleri adım adım aydınlanmaya ve haritadaki yerini almaya başladı. XX. yüzyıla geldiğimizde dünyada “terra ingocnita” olarak tanımlanan iki bölge kalır. Bu iki bölge dünyanın omurgasını oluşturan eksenin üst ve alt ucudur. Yani Kuzey Kutbu ile Güney Kutbudur. 1909 yılında Frederick Cook ve Robert Peary’nin Kuzey Kutbuna ulaştıklarını iddia etmeleri ile dünyada bir insan tarafından ayak basılmamış tek bölge kalmıştır. Güney Kutbu.
Robert Falcon Scott Güney Kutbu’nu keşfederek kendinin ve ülkesinin adını tarih sayfalarına yazdırmak arzusuyla yanıp tutuşan birçok maceracıdan biridir. Scott 1901-1904 yılları arasında gerçekleştirilen Antartika’nın keşif serüvenine katılmış ve merkezinde Güney Kutbu’nun “0” noktası olan anafora o zamanlar yakalanmış ve yıllar ilerledikçe anaforun merkezine gittikçe artan hızla çekilmiştir.
Scott 1 Haziran 1910 tarihinde “Terra Nova” adlı gemi ile İngiltere'den ayrıldığında ardında endişeli bir eş ve yeni doğmuş bir erkek çocuk bırakmıştır. Yanına ise 30 kişilik keşif heyetini; etinden, sütünden ve derisinden yararlanmak üzere çokça canlı hayvanı; araştırmalar için binlerce alet edevat ve kitabı; bolca yiyeceği, ısınmak ve buzullardan su eritmek için parafin sandıklarını almıştır.
“Terra Nova” demir aldıktan yedi ay sonra, Ocak 1911’de Antartika’nın sonsuz buzullarının kıyısında demirlemiş bir gemi gibi duran Ross Adasına ulaşır. Gemidekiler adanın batı ucunda yer alan Evans Burnu'nda kışlamak için bir ev yapar ve kışlarken de bilimsel gözlemlerde bulunmak için hazırlıklarını tamamlar.
Kutbun kışı bitmek bilmez. Kış uzadıkça Scott ve arkadaşlarının içi içine sığmaz. Binlerce ve binlerce yıldır üzerine ayak basılmamış ve bu nedenle de haritaların karanlığında kalmış bu buzul parçasını keşfedecek olmanın heyecanı uykularından eder keşif grubunu. Nihayet kutup kışının bitip güneşin boy gösterdiği 1911 yılının Kasım ayının ilk günlerinde ekip keşif heyecanı ile yola düşer.
Güneş kendini gösterse de kutup kutuptur işte. Kar, kış, kıyamet öyle kolay yol vermez. Ama keşfin heyecanı ne kar dinler ne de kıyamet. Ekip her iki günde bir dönüş yolunda can evleri olacak depolarını kurarak ilerlemeye devam eder. Bu depolara kuru giysi, yiyecek ve yakıt görevi görecek parafin dolu sandıklar bırakılır.
Aradan neredeyse iki ay geçmiştir. Keşif ekibi yeni yılın arifesinde 30 Aralık 1911 günü 87. enleme ulaşır. İşte bu noktada bir karar verilmesi gerekmektedir. Çünkü sadece beş kişinin Güney Kutbunun “0” noktasına yani 90. enleme gitmesi kararlaştırılır. Scott’un yanına dört kişiyi seçmesi gerekmektedir. Scott yanına güçlü olduklarını bildiği Bowers, Oates, Wilson ve Evans’ı alarak bilinmez hedefe doğru yolculuğa devam eder.
Scott 16 Ocak günü anı defterine; “Mutluluktan uçuyoruz” yazar. Çünkü Ross Adasından yola çıkmalarının üzerinden 76 gün geçmiştir ve hedefe sadece bir günlük uzaklıktadırlar. Bu beş azimli insan 17 Ocak 1912 günü o gizemli, o karanlık, o bembeyaz buzul parçasını bir an önce görebilme sabırsızlığı ile sevinç içinde koşar adım ilerlerler. Ancak içlerinden birinin gözündeki sevinç yerini kararsız bir tedirginliğe bırakır. Çünkü Bowers’ın gözleri, sonsuz beyaz körlüğünün ortasındaki küçük kara bir noktada sabitlenir.
Tedirginlik bulaşıcıdır. Çok geçmeden Bowers’ın gözündeki kaygı diğer dört ekip arkadaşına da bulaşır. Hem de öyle gelip geçici bir kararsızlıkla değil; adeta demir atmışçasına… Beş çift göz aynı siyah noktaya bakmaktadır. Bu bir bayraktır, yani kendilerinden önce birilerinin dünyanın son “terra ingocnita”sına ayak bastığının kanıtıdır.
Evet, Norveçli Roald Amundsen neredeyse Scott ve ekibi aynı tarihlerde “Fram” adlı gemisiyle Norveç’ten demir almış ve Scott ve ekibinden yaklaşık 1 ay önce yani 14 Aralık 1911 günü Güney Kutbu’na ulaşmayı başarmışlardır. Amundsen Güney Kutbuna Scott ve arkadaşlarından önce ayak basmakla kalmayıp kendisinden sonra buraya ayak basacak olanlara Norveç Kralı Hakon'a ulaştırılmasını rica ettiği bir mektup da bırakmıştır.
Binlerce ve binlerce yıldan beri hiçbir insanın ayak basmayı beceremediği bu buzul parçası dünya tarihi için sadece bir an sayılabilecek 34 gün gibi kısacık bir zaman diliminde yeniden keşfedilmiştir. Ancak Scott ve arkadaşları ikinciydiler. Scott’un bu anda yaşadığı hüzün ve hayal kırıklığı anı defterine not ettiği bir soru ve sorusuna verdiği yanıtla ete kemiğe bürünür. "Bütün çabalar, katlanılan bunca sıkıntılar, bütün işkenceler ne içindi? Şu anda sona ermiş düşler için."
1 Haziran 1910 günü İngiltere’den ayrıldıkları günden beri heyecanlarına heyecan katan keşif merakı, kutbun soğuğunda bedenlerini diri tutan umut yerini hayal kırıklığı ve umutsuzluğa bırakmıştır. Scott anı defterine kalbinin derinliklerinde duyduğu kaygıyı dile getirerek şunları yazar: "Dönüş yolu gözümü korkutuyor."
Evet, dönüş yolu korkutucudur. Hatta korkutucu olmanın da ötesinde, dehşet vericidir. Çünkü bir yandan kutbun soğuğu bedenlerini dondururken bir yandan da hayal kırıklığı içlerini kurutmuştur. Üstüne bir de Scott’un gerekli olan yiyecek miktarını yanlış hesaplamış olması ve parafin sandıklarının mühürlenmemiş olması nedeniyle yakıtlarının uçup gitmesi eklenince açlık ve donma bir ihtimal olmaktan çıkıp aralarına her an canlarını alacak bir düşman askeri gibi sızmıştır.
Evans ekipteki en güçlü kişi olmasına karşın dönüş yolunun daha başlarında arkada kalmaya başlar. Ekibin hızını kesen Evans kıvrana kıvrana korkunç ağrılar çekmeye başlar. Sonrasında tuhaf davranışlar göstermeye başlayan Evans 17 Şubat gecesi ölür. Evans C vitamini eksikliğine bağlı skorbütten mi, yoksa yaşadığı korkunç ağrılardan çıldırarak mı ölmüştür bilinmez.
Scott ve ekibi kendilerine dönüş yolunda can evi olması amacıyla kurdukları depolara 2 günde bir ulaşırlar ulaşmasına ancak ne yeterli yiyecek ne de yeterli yakıt bulabilirler. Soğuk gecenin ardından umutlarını ve güçlerini tükete tükete yollarına devam etmeye çalışırlar. Ancak istedikleri hızla ilerleyemezler çünkü Oates’in ayakları donmuştur. 2 Mart’ta zor bela ulaştıkları depoda yine hayal kırıklığı yaşarlar. Çünkü ne yakıtları yeter ne de yiyecekleri.
Durumu gittikçe kötüleşen Oates'in yürüyebilmesi olanaksızlaşmış, arkadaşlarına yardımdan çok, yük olmaya başlamıştır. Hepsi durumun farkındadır ama hangi söz derman olur ki böyle bir duruma. Sükût ağır bir sır gibi hepsinin dilindedir. Oates arkadaşlarına bir sonraki depoya gitmek istemediğini ve kendisini uyku tulumunda bırakmalarını söyler. Oates'in bu önerisinin kendilerini ne kadar rahatlatacağını, işlerini ne kadar kolaylaştıracağını hepsi bilse de bu öneriyi şiddetle geri çevirirler.
Oates donmuş bacakları ile geceleyecekleri kamp yerine kadar sürüne sürüne gider ve arkadaşlarıyla birlikte sabaha kadar uyur. Uyandıklarında müthiş bir kar fırtınası ile karşılarlar. Oates birden ayağa kalkar ve arkadaşlarına, "Ben biraz dışarıya çıkmak istiyorum, belki bir süre dolaşırım" der. Bu dolaşmanın ne anlama geldiğini elbette hepsi bilir. Bilirler bilmesine ancak Oates’i bundan alıkoymak için hiçbiri girişimde bulunamaz. Oates çıkar gider ve bir daha dönmez. Sükût ağır bir küfür olup Scott, Bowers ve Wilson’ın gözlerinde donup kalır.
Scott, Bowers ve Wilson bir sonraki depoya 20 kilometre kala geceyi geçirdikleri çadırda mahsur kalırlar. Kutup rüzgârı onları esir alıyor. Ne yiyecek ekmekleri ne de ısınacak yakıtları vardır. Ellerinde sadece her şeyi kolaylaştıracak kişi başı onar adet morfinleri var.
Scott morfinlerini içmeden önce donmuş parmakları ile bütün sevdiklerine, ekip arkadaşlarının eşlerine ve ailelerine ölümünün hemen öncesinde mektuplar yazar. Her ne kadar bu mektuplar geride bırakılan dostlara yazılmış olsa da aslında bütün insanlığa seslenir.
Scott ölüm anında bile verdiği karardan pişmanlık duymadığını, aksine verdiği kararla övündüğünü yazar defterine. Anı defterindeki son tarih 29 Mart 1912’dir. Muhtemelen parmakları donup kalem tutamayıncaya kadar yazmıştır Scott.
Scott geride bıraktıkları ile ilgilenilmesini vasiyet ettikten sonra titreyen donmuş parmakları ile son isteğini yazar "Bu anı defterini eşime gönderin!". Muhtemelen sonrasında bulabildiği son güç ile "eşime" sözcüğünü çizer ve üzerine “Dul karıma” yazar.
Keşif ekibinden arkada kalan üyeleri arkadaşlarının bulunduğu çadıra ancak 12 Kasım 1912 günü ulaşır. Çadırda ölürken bile Wilson'a kardeşçe sarılmış Scott'u, Bowers’ı, Scott’un yazdığı mektupları, anı defterini ve Amundsen’in Norveç Kralı Hakon'a ulaştırılmak üzere yazdığı mektubu bulurlar.
Merakın, azmin, direncin, umudun, hüznün, hayal kırıklığının ve umutsuzluğun simgesidir o çadır. Bugün o çadırın bulunduğu yerde insanlık tarihinin en hüzünlü keşif serüveninin nişanesi olarak siyah bir haç beyaz sonsuzluğun içerisinde gururla yükselmektedir.
Meraklısına not: Robert Falcon Scott ve ekibinin Güney Kutbunu keşif serüveni ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için Stefan Zweig’ın İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar kitabından, Bilim Genç makalesinden ve buradan ulaşabilirsiniz.
Scott, Bowers, Oates, Wilson ve Evans cesaretleri ve azimleri sebebiyle Britanya’da ulusal kahraman ilan edilmiştir. Keşif yolculuğundan sağ dönenler madalyalarla ve terfilerle onurlandırılmıştır. Ayrıca 1956 yılında Amerika Birleşik Devletleri tarafından Güney Kutbunda kurulan bilimsel araştırma istasyonuna Amundsen ve Scott’un isimleri birlikte verilmiştir.
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20