Doç. Dr. Ümit Akçay: İktidar, seçimi kazandıracak politika en iyi politikadır noktasına geldi
Doç. Dr. Ümit Akçay: İktidar, seçimi kazandıracak politika en iyi politikadır noktasına geldi
Ümit Akçay | Fotoğraf: Kişisel arşiv
Serpil İLGÜN
Erdoğan iktidarının borç silme, öğrenci kredisi faizlerinden vazgeçme, asgari ücreti artırma, fatura desteği, sosyal desteklerin genişletilmesi gibi seçim hamlelerinin sonuncusu sosyal konut projesi oldu. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, 2009 ve 2019’da da “müjdelenen” sosyal konut projesinin detaylarını ilan ederken, dar gelirliyi hedefleyen yeni destek paketlerinin de sırada olduğunu söyledi ve daha önce defalarca revize edilen enflasyonun yıl sonunda düşeceği vaadini yeniledi.
Diğer yandan burjuva muhalefetin, ekonomik krizlerin iktidar değişikliğine yol açacağı tezi üzerine bina ettiği bir stratejiyle hareket ettiği tartışması uzunca süredir yapılıyor. İktidarın yüksek enflasyon ve yoksullaşmanın etkilerini soğurtmaya dönük hamlelerinin peş peşe gelmesi, son dönemde adaylık, “altılı masada çatlak” tartışmalarına boğulan burjuva muhalefetin “Bu ekonomik şartlar bizi iktidara getirir” rehavetinin risklerine değinen yorumları arttırdı.
Cumartesi Söyleşisinde bu hafta 2017’den bu yana Berlin School of Economics and Law’da ders vermeyi sürdüren Doç. Dr. Ümit Akçay’la AKP’nin seçim hamlelerini, yoksulluğu siyasallaştırmaktan uzak duran burjuva muhalefetin açmazlarını ve Kılıçdaroğlu’nun sermayeyle gerilimini konuştuk.
İktidar seçime giderken nasıl bir strateji izliyor? İktidarın orta vadeli programa da giren enflasyonu düşürme vaadi gerçekçi mi? Sosyal destekler enflasyon etkisini azaltır mı? Kılıçdaroğlu neden TÜSİAD’ı da hedef aldı?..
Ümit Akçay yanıtladı.
Akçay, 2022’nin ilk yedi ayında 24.4 milyar dolara ulaşan kayıt dışı para girişlerini de değerlendirdi.
Yüksek enflasyon, gündelik yaşamın ve tabii seçimlerin ana belirleyeni. Enflasyon düşecek vaatleri sürekli revize ediliyor ve zaten düşmediği gibi artıyor, cari açık rekor kırıyor ve zamlar durmuyor, döviz tırmanıyor. İktidarın enflasyon ve dövizin düşeceği vaadi neden tutmuyor?
AKP’nin 2021 eylül sonrası girdiği yol şuydu: Faizi indirmek, bu yolla TL’nin değersizleştirilmesini sağlamak, bunun ihracat gelirini arttırması, cari fazla oluşması ve cari fazla sonucunda da dövize olan talebin azalması, döviz arzının artması. Peşinde oldukları mekanizma buydu. Bu bir çeşit ithal ikamesini çağrıştıran bir program, çünkü normalde Türkiye’deki üretim yapısı ithalata bağlı, TL’nin değersizleşmesi ithalatı pahalılaştırdığı için yerli üretimi teşvik edebilir. Ancak burada üretim yapısında bir değişime gitmek gerekiyor. Aksi takdirde aynı malları daha çok satan ve daha çok ithal faturası ödeyen bir ülke haline geliyorsunuz. Enflasyonun kontrol altına alınmasının sürekli gecikmesi de, ithalat faturasının bir türlü azalmamasıyla ilgili. Piyasa temelli bir dönüşüm murat ediyorlar ve programın en büyük hatası da bu. Çünkü bu gerçekleşmeyecek, gerçekleştiği bir örnek de yok dünyada. Dolayısıyla yaygın kanının aksine iktidar piyasaları bozduğu için değil, çok fazla piyasacı olduğu için işlemiyor giriştiği adımlar.
Temel hedeflerinden biri ihracatçıların kazanması olan ekonomik programın bu ayağı gerçekleşti ama sürekliliği mümkün mü?
Evet, ücretlerin baskılanmasıyla bazı emek yoğun sektörlerdeki ihracatçılar büyük avantaj sağladılar. Tekstil, mobilya sektörü gibi sektörlerde ihracatçılar büyük gelir elde etti. Ancak bu TL’nin sürekli değersizleştirmesini gerektiriyor. Yani bu bir kere sağlayabilirsiniz ama bunun sürekliliği ücretlerin sürekli geriye gitmesini gerektiriyor. Ancak bunun bir toplumsal bir sınırı var. Geçtiğimiz yıl aralık ocak aylarında görünen çeşitli fabrikalardaki işçi hareketleri bunun toplumsal sınırları olduğunu da gösterdi. Dolayısıyla ihracatçılara avantaj sağlayan bir yapıyı kurdular ama bu tek seferlik bir adım olarak kaldı. Çünkü bu adım, bütünlüklü bir planın parçası olarak değil, sadece para politikasıyla yapılmaya çalışıldı. Sadece ücretleri baskılayarak devam etmenin sınırına gelindiği ve ihraç pazarlarında yavaşlama ortaya çıktığı için, şu anda iktidarın bütün yönelimi seçimlere odaklandı. Model tartışmasından ziyade seçimi kazandıracak politika en iyi politikadır anlayışına gelindi.
Model tartışmasını şuna bağlayayım, Hazine Bakanı Nebati’nin açıkça söylediği bir şey vardı, “Biz enflasyon mu, istihdam mı konusunda bir tercih yapılması gerektiğinde istihdamı tercih ettik, enflasyonu bıraktık” dedi. Bunu biz verilerden de görüyoruz, her ne kadar TÜİK verileri tartışılsa da işsizliğin pandemi öncesi seviyelere geri döndüğü ve ihracatçı sektörlerde sipariş yetiştirilemediği, vardiyaların artırıldığı biliniyor. Yani şu ana kadar istihdamı tutabildiler, bunca ekonomik zorluğa rağmen istihdamı tutabilmek siyaseten çok önemli.
Diğer yandan TÜİK’e göre sanayi üretiminde temmuzda yüzde 6 oranında sert bir düşüş gerçekleşti. Bunun ilk yansıyacağı yer istihdam olmayacak mı?
Yılın ikinci yarısında ekonomik yavaşlama bekleniyor zaten. Bunun da en temel dinamiği uluslararası gelişmeler, yani Avrupa’da yaşanan yavaşlama ve siparişlerin azalması, dolayısıyla Türkiye’nin ihracat sektörünün yavaşlaması. Yani aslında dünyadaki gelişmeler ihracat-çekişli bir büyüme modeli için uygun bir konjonktürde olmadığımızı söylüyor. Bu nedenle orta vadeli programda bir açı değişikliği görüyoruz. O da şu: Yılın ilk yarısında bütçe fazla vermiş olmasına rağmen ikinci yarısında 400 milyar liradan fazla bir açık vereceği öngörülüyor. Dolayasıyla bu bize güçlü bir kamu harcama programı geleceğini söylüyor. Bu şöyle bir ikame planı aynı zamanda: İhracat kanalıyla beklenen büyümenin Avrupa’daki yavaşlama nedeniyle Türkiye ekonomisinin durgunlaşmasına karşı kamu harcamalarının, dolayısıyla da iç talebin tekrardan canlandırılması ihtiyacını karşılamaya yönelik ve elbette seçim odaklı büyük bir kamu harcama programı.
Sosyal desteklerin genişletilmesi, dar gelirliye konut projesi gibi?
Evet. Geçenlerde kısmi borç silme operasyonu gerçekleşti biliyorsunuz. Ardından sosyal konut projesi gündeme geldi. Muhtemelen aralık ayında yeniden güçlü bir asgari ücret artışının gündeme geleceğini göreceğiz. Bunları üst üste koyduğumuzda, yüksek enflasyonun yaratacağı olumsuzlukların kısmen törpülendiği bir konjonktürün oluşmaya başlayacağını söyleyebiliriz.
Şunu hatırlayalım, ’90’larda enflasyon yüzde 70-80’ken bu politikaları uygulayan partiler halen oy alabiliyordu çünkü ’90’ların temel dinamiği çalışanların örgütlü olmasıydı ve reel ücretler yüksek enflasyon ortamında dahi artabiliyordu. Şimdi öyle bir durum yok, reel ücretler hızla geriliyor ama bu tip destek programlarıyla bu gerilemenin kısmen de olsa geri alınabilmesi mümkün ve seçime kadar iktidarın temel hedefi bu.
ENFLASYON DÜŞER AMA HAYAT PAHALILIĞI SÜRER
Gerek söylemlerinde, gerekse orta vadeli programda enflasyonun düşüşü için yıl sonunu işaret eden iktidarın bu vaadi gerçekçi mi?
Önümüzdeki yıl enflasyonun kısmen düşeceği doğru. TL’yi bu şekilde tutmayı sürdürdükleri sürece, TL’deki değersizleşmenin enflasyona yansıması sınırlı olmayı sürdürdükçe, enflasyonun yüzde 40-50’ler patikasına inmesi mümkün. İktidar bunu bir başarı hikayesi olarak anlatacak ama şunu vurgulamamız lazım: Enflasyonun azalması hayat pahalılığının azalması demek değil. Fiyat artış hızının azalması demek. Yani hayat pahalılığı azalmayacak, pahalılığın artma hızı azalacak. Ama buna karşın yeniden yüzde 40-50 ücret zammı, sosyal yardımların arttırılması, sosyal konut projeleri gibi önlemlerle en yoksulların yaşadığı sorunlar törpülenebilir. Şunun altını çizmek isterim: Toplumun en yoksul kesimlerinin oyunu geri almayı hedefliyor AKP. Orta sınıflardan ya da beyaz yakalılardan yükselen sesler AKP’nin kulağına gidiyor mu, emin değilim. Örneğin pasaport sahipliğinin yüzde 10 civarında olduğu bir yerde, iktidarın TL’deki değersizleşme nedeniyle yurt dışına tatile gidemeyenlerin sesine kulak vermesini beklememek gerekiyor. Çünkü esasında AKP’nin geniş oy kitlesi halen kent yoksulları ve Anadolu’da tarım sektöründe çalışanlar. Tabii yeni yükselen kendi sermaye gruplarını, yandaşlarını vs. saymıyorum, ama kitlesel olarak aldıkları oylara baktığımızda halen böyle bir taban var. Bu kesimlere yönelik sosyal programların ve yeni projelerin seçimlere kadar birbiri ardına gelmesini beklemek şaşırtıcı olmayacak.
Bununla birlikte, seçime dönük olması ve başka pek çok belirsizlikler taşıdığı için eleştirilen konut projesinin asgari ücretle geçinen milyonları içermesi güç değil mi?
Ben öyle düşünmüyorum. Türk-İş verisine göre yoksulluk sınırı 22 bin, İstanbul için 18, Anadolu için 16 bin üst sınır koydular hane geliri olarak. Yani bir hanede iki kişi çalıştığı durumda asgari ücretliler de yararlanabilecek gibi görünüyor. Zaten kısa sürede 1 milyonun üzerine çıkan başvuruda, insanların bu tip bir projeye rağbet ettiklerini görüyoruz. Bu arada bu konutlar onlarda kalır kalmaz ayrı konu ama sosyal konut üretilmesine kategorik olarak karşı çıkmak doğru değil. Elbette siyasi destek sağlama hedefi var ama eğer gerçekten hak sahiplerine ulaşacaksa insanların faydalandığı bir şey olabilir. İktidar bunu belirli bir siyasi konjonktürde ve düşen oylarını toparlamak için gerçekleştiriyor. Ne yapıyor, bir, konut arzını arttırmayı hedefliyor; iki, konut yapımının artmasının mobilyadan demir çelik sektörüne çeşitli sektörleri tetiklediğini biliyoruz. 2018’den beri süren inşaat sektöründeki krize karşı müteahhitlerin de yeniden canlanması ve tam da istihdamın azalma ihtimaline karşı en azından seçimlere kadar işsizliğin artmasını engelleyen bir hamle olarak görülebilir. Aslında bu çok tipik bir önlem, dünyada sermayenin değersizleşme krizlerine karşı bu tür büyük alt yapı ve konut projelerinin yapıldığı biliniyor. Yani bu sadece AKP iktidarının aklına gelen bir şey değil. Bütün bunların hepsini yan yana getirdiğimizde iktidarın şaşırtıcı olmayan bir şekilde seçim takvimlerini uygulamaya başladıklarını görüyoruz.
İCRACILARIN KENDİ ARASINDAKİ MÜCADELEYİ İZLİYORUZ
Mavi Defter’deki yazınızda da iktidarın yüksek enflasyon etkisini soğurtma hamleleri karşısında Millet İttifakının “Kriz var, iktidar gidiyor” varsayımına güvenmesinin büyük hüsranların yaşanmasına neden olabileceğini belirtiyor ve faiz arttıracağız demek dışında bir siyasal iktisadi programın bulunmadığını söylüyorsunuz. Temel sorun programın olmaması mı, yoksa programın restorasyonu hedeflemesi mi?
Muhalefetin uzunca bir süredir, “Ekonomik kriz geldi, iktidar gidiyor ve bizim yapmamız gereken seçim dönemine kadar beklemek” stratejisini izlediklerini görüyoruz. Bu elbette partilerin tekil olarak programlarının olmadığı anlamına gelmiyor. İYİ Parti açıkladı, CHP değerlendirmeler yapıyor sık sık, DEVA, Gelecek 2002-2007, 2002-2013 programına döneceklerini savunuyorlar. İYİ Partinin ekonomi ekibinin ortaya koyduğu çerçeveye baktığımızda bunun ağırlıkla TÜSİAD programına yakın olduğunu görüyoruz. CHP bundan ayrı mı, hayır değil. CHP’nin de temel politika önermelerinde çok benzer vurgular var. Burada şöyle bir sorun var: 2023’te bir seçim olacak, 2024’te yerel seçimler geliyor, eğer parlamenter sisteme dönülecekse, muhtemelen ana akım muhalefet Meclis çoğunluğunu sağlayamayacağı için bir referandum gerekecek. Dolayısıyla 2024’te ya da 2025’te referandum yapılacak. 2025’ten sonra yeni parlamento seçimleri yapılacak. Yani en az üç yıl seçim öngörüyoruz demektir. Bu üç yılda siz faizleri arttırarak, ana akım ekonomi politikalarına dönüp, belki IMF destekli bir teknokrat kadroyu oraya getirip işsizliği patlatırsanız, muhalefet 2024 yerel seçimlerinde belediyeleri dahi kaybedebilir ve 2025’te de AKP ya da AKP ardılları tekrardan iktidarı sarsar hale gelebilir. Dolayısıyla orada büyük bir açmaz var. Bu da şunu idrak etmemizi zorunlu kılıyor, elbette AKP’nin son yıllarda iyice içinden çıkılmaz hale getirdiği bir ekonomik sorunlar yumağıyla karşı karşıyayız ama bu aynı zamanda Türkiye kapitalizminin bir krizi, buradan çıkış için alternatif stratejileri tartışmamız lazım. Çünkü AKP, sermaye fraksiyonları arasındaki mücadelede kendi siyasi pozisyonunu destekleyen bir fraksiyonun programını uyguluyor şu anda. TÜSİAD gibi sermaye grupları ana akım muhalefeti domine etmeye, kendi programlarını muhalefetin programı haline getirmeye çalışıyor. Bu da muhalefet açısından siyasi geri dönüşleri çok olumsuz olabilecek bir program, az önce söylediğim seçim takvimi nedeniyle.
CHP’nin ekonomi programı ana hatlarıyla TÜSİAD’la uyumluysa Kılıçdaroğlu, “Beşli çeteler, bazı sermayedarlar, varlıkçılar, çantacılar bu ülkenin ikinci 100 yılını dizayn etmekte kararlı. Ben ve arkadaşlarım onlara karşı dimdik durmaya kararlıyız” çıkışına neden TÜSİAD’ı da dahil etti? Mesele Kılıçdaroğlu’nun adaylığı mı?
Sanıyorum siyaseten Kılıçdaroğlu’nun başkan adaylığı bu kesim için rahatsız edici özellikler barındırıyor. O nedenle Kılıçdaroğlu’nu tercih etmediklerini anlıyorum. Buna karşı Kılıçdaroğlu, buradaki sıkışmayı halka aktararak biraz daha halkçı politikaları öne çıkaracağını, bazı sermaye gruplarından kamulaştırmaya kadar gidecek hesap sorma mekanizmalarını geliştireceğini daha da yüksek sesle dile getirmeye başladı. Yanı sıra, muhalefet içindeki tartışmaların biraz daha sertleştiği de anlaşılıyor. Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olmak ve gerçekten üç yıllık bir dönüşüm programını uygulamak istiyorsa zaten bu tip çıkışlar yapmak zorunda. Hatta bu çıkışı temellendirip, programatik hale getirebilirse farklı bir yönelimden dahi bahsedebiliriz.
Diğer yandan tartışmanın cumhurbaşkanı adayı üzerine kitlenmesi meseleyi depolitize ediyor. Aday, kişisel özellikleri ya da Türkiye’deki tipik kimlik politikaları üzerinden tartışılıyor ki orası AKP’nin güçlü olduğu bir alan. 20 yıldır kutuplaştırmayla, kimlik politikalarıyla gidiyor. Ana akım muhalefet bunun dışına çıkabilecek bir çerçeveyi tartışmıyor. Yani kısacası, henüz siyaset yapmıyor.
Dolayısıyla şu yaklaşımlara katılmıyorsunuz; “Türkiye kapitalizmin yaşadığı yeniden üretim krizi bir restorasyon sürecini dayatıyor, Millet İttifakı da bunun icracılığını yürütmek iddiasında ama bu restorasyonun paradigmasını belirleyecek hegemonik sermaye grubu bulunmuyor!”
Katılmıyorum, restorasyonu inşa edecek güç var, TÜSİAD. TÜSİAD’ın geçtiğimiz yıl açıkladığı “yeni bir anlayışla geleceği inşa” raporu restorasyon blokunun hegemonik projesi. Burada bir tereddüt yok, restorasyon projesinin hakim sermaye grubu da o. Ama bunun aktörleri belli değil, nasıl meşrulaştırılacağı, uygulanacağı belli değil. Dolayısıyla senaryo belli henüz oyuncular netleşmedi. Burada icracıların kendi arasındaki bu mücadeleyi izliyoruz.
Şunu da vurgulayalım, TÜSİAD 2002’den 2013 sonrasına kadar AKP ile birlikte geldi. 2013 sonrasında ise Türkiye’deki hakim iktidar blokunda TÜSİAD’ın ağırlığı giderek azalmaya başladı. Sermaye akımlarının yavaşlaması vs. gibi büyük ölçüde küresel ekonomilerde yaşanan değişimler nedeniyle TÜSİAD programını uygulamak AKP’ye siyaseten oy kaybettiren bir program haline geldiği ve diğer sermaye gruplarının programının siyaseten daha elverişli olduğuna kani olunca AKP aks değiştirdi.
Yani TÜSİAD’ın ekonomik gücü azalmadı, ama ekonomi yönetimini kendi ekonomik gücü oranında yönlendiremiyor şu anda. TÜSİAD’ın bütün derdi ekonomik gücü oranında ekonomi politikalarını yönlendirebilmek. Bunu AKP kanalıyla yapamadığı için muhalefet kanalıyla yapmaya çalışıyor.
MB KAYIT DIŞI PARA GİRİŞLERİNİ AÇIKLAMALI
Ekonomi gündeminde kayıt dışı para tartışmaları da var. Kayıt dışı paranın 2022’nin ilk yedi ayında 24.4 milyar dolara ulaştığı ve bunun Türkiye tarihinde daha önce olmadığı söyleniyor. Bu para neden Türkiye’ye geliyor, kim getiriyor?
Merkez Bankası (MB) bilançosundaki net hata noksan kalemi normalde dış ticarette kategorize edilemeyen sermaye akımlarını yerleştirmek için kullanılan bir kalem. Geçmişte de Türkiye’de özellikle kriz dönemlerinde bu tip kaynağı belirsiz paranın geldiğini görüyoruz. Burada çeşitli teoriler var. Bazıları, paranın dış ticaretteki bir iktisadi faaliyete dayandığı, ama bunların kayıtlarının doğru dürüst tutulamadığı açıklamasını yapıyor. Diğerleri, yerli sermayedarların bazılarının paralarını döviz olarak yurt dışında tuttuğunu, ihtiyaç doğduğu zaman bunu Türkiye’ye getirdiklerini savunuyor. Üçüncüsü de, kayıt dışı ticaret diyebileceğimiz kaynağı belli olmayan bir ticaretten girmiş olabileceğini söylüyor.
Kayıt dışı ticaretten ne kastediyoruz? Kara para aklanması, uyuşturucu gelirlerinin bir şekilde sisteme sokulması gibi durumlar mı söz konusu?
Çeşitli spekülasyonlar var ama açıkçası bunu bilebilmemiz mümkün değil. Bunu MB biliyor. Bizim talebimiz, net hata noksan kaleminden yapılan girişlerin açıklanması olmalı. “Körfez parası geliyor, ya da bavullarla getirilip Türkiye’deki bankalara konuyor, o nedenle MB’nin net hata noksan kaleminde gözüküyor” gibi teoriler çok gerçekçi değil.
Neden?
Çünkü bunlara ihtiyaçları yok. Zaten bu tip ülkelerle MB’nin swap anlaşması var. Eğer bir para transferi olacaksa hukuki yapılması daha iyi MB bilançosu açısından. O yüzden pek bir rasyoneli yok gibi geliyor bana.
Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerdeki “MB’de rezerv yükselmeye başladı, bu konuda dost ülkelerden de destek görüyoruz” açıklamasıyla, kaynağı belirsiz para arasında bir ilişki kurulabilir mi?
Sanmıyorum. Anladığım kadarıyla Erdoğan’ın kastettiği, Rusya’nın geçenlerde açıkladığı rezervlerini önümüzdeki dönemde dolar dışındaki paralarda tutma planı. Dolar dışındaki dost ülkelerde tutacağı söyleniyor ancak Türkiye’nin orada yer alıp almayacağı henüz belli değil, ama iktidarın öyle bir beklentisi olduğu açık. Bir diğer konu, Akkuyu’daki nükleer santral aracılığıyla Türkiye’ye gelen paralar var, onun MB rezervlerini etkilediğini biliyoruz. Yani bir sermaye girişi olacaksa esas Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri kanalıyla olabilir. Bunun dışında Putin’le yapılan çeşitli müzakereler sonucunda doğalgaz ödemelerinin belirli bir vadeyle ertelenebileceği söylentisi var. Yine Erdoğan’ın dış politikada siyaseten yaptığı U dönüşlerinin iktisadi yansımaları olabilir ama bunların hepsi spekülasyon düzeyinde, kesin bir verimiz olmadığı için ancak varsayımlar üzerinden hareket ediyoruz.
Bu miktardaki kaynağı belirsiz paranın iç ve dış politikayı baskı altına alan bir tehdit potansiyeli kazandığı değerlendirmelerine katılır mısınız?
Sanmıyorum. 24 milyar dolar iktidarı kısmen rahatlatır ama olmasa çok büyük bir etkisi olur mu emin değilim, yani bu parayla iktidarın rehin alındığı söylemini abartılı bulurum, o kadar büyük bir para değil bu.