Prof. Dr. Gülgün Erdoğan Tosun: Siyasal katılım yolları tıkandığında anketlere ilgi artıyor
Popülizm etkisi altındaki aşırı kutuplaşmış toplumlarda siyasal katılım yolları tıkandığında siyasal nitelikli kamuoyu araştırmalarına ilgi artıyor. 12 Eylül sonrasında da böyle olmuştu.
Gülgün Erdoğan Tosun | Fotoğraf: Kişisel arşiv
Serpil İLGÜN
1900’lerin ilk çeyreğinde “Şu ürün tutar mı, bu satar mı” gibi pazar araştırmaları üzerinden gelişen kamuoyu araştırmacılığı, siyasete de veri sunma karakterini asıl olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasında kazandı. Gelişen teknolojilerin etkisiyle uzun yıllardır da özellikle seçim yarışlarının stratejilerini, kampanyalarını belirleyen esas girdilerden birini oluşturdu.
Türkiye’nin siyasi geleceğinin nasıl şekilleneceği veya Erdoğan rejiminin değişip değişmeyeceği tartışmalarına uzunca zamandır ve giderek daha fazla anketler tablosu eşlik ediyor. Neredeyse her gün bir yenisi açıklanan anketler, konuyla ilgili ortaya atılan görüşlerin, tezlerin, karşı fikirlerin dayandığı zeminlerden biri haline geldi.
Bazı anketler AKP ve MHP’de rekor oy kaybı diyor, bir başkası durumu toparladıklarını hatta yükselişe geçtiklerini söylüyor. Biri Kılıçdaroğlu’nun kimliği risk taşımıyor derken, bir başkası dindar, milliyetçi bir adayın daha fazla destek gördüğünü açıklıyor. Bir bölümü geride kalan seçimler için yaptıkları tahminlerin tutmaması nedeniyle güven yitimi bagajıyla çalışmalarını sürdüren anket şirketlerinin, 2023 seçimleri için yaptıkları projeksiyonlardaki bu geniş makas farkı soru işaretlerini arttırıyor.
Cumartesi Söyleşisi’nde bu hafta, bilimsel yapıldığında hemen her alanda önemli katkılar sunan anketlerin siyasal mücadelede kullanılan bir araç haline evrilmesini ve ortaya çıkan soru işaretlerini ele aldık. Seçmen eğilimini ölçen araştırma sonuçları nasıl bu kadar farklılaşabiliyor? Anketlerin siyasette bu kadar belirleyici hale gelmesinin nedeni ne? Araştırma sonuçları seçmen eğilimini değiştirebilir mi?
Siyaset Bilimci Prof. Dr. Gülgün Erdoğan Tosun yanıtladı.
Yüksek lisansını kamuoyu araştırmaları üzerine yapan Politikyol Yazarı Tosun’un, siyasal partiler, siyasal iletişim, devlet-sivil toplum ilişkisi ve gazetecilik konularında yayımlanmış çalışmaları bulunuyor.
Siyasal ölçümler yapan araştırmalar geride kalan seçim dönemlerinde de konuşuluyordu ancak 2023 seçimleri daha ucundan görünmeye başlar başlamaz anketler gündem oluşturmaya başladı. Anketlerin bu kadar öne çıkması ve seçmen eğiliminin bu kadar sık ölçülmesi bize ne anlatıyor?
Bunun içinde bulunduğumuz konjonktürle çok yakından ilgisi var. Çünkü Türkiye uzunca bir zamandır siyasetin Cumhur ve Millet İttifakı olarak iki ana eksene ayrıştığı bir kutuplaşma döneminden geçiyor. Ancak, Cumhur İttifakına oy veren seçmenlerin hepsi aynı yapıda ve aynı donmuş ideolojilere ve donmuş seçmen tercihlerine mi sahip, aynı şekilde Millet İttifakı tarafındaki seçmenlerin de ideolojileri ve seçmen tercihleri donmuş bir halde mi? Bunun şu anda ayırt edilmesi çok zor. Böyle bir ortamda da kamuoyu araştırmaları bir siyasal iletişim aracı olarak, toplumun kendi kendisini okumasının bir aracı olarak öne çıkıyor. Burada şunun altını çizelim, siyasal nitelikli kamuoyu araştırmaları belirli bir zamanda var olan, belirli bir soruna karşı topluma hakim olan kanaatleri ölçmeye yarayan bir araçtır ve bilimsel metotlara ve yöntemlere dayandığı ölçüde bu işlevini yerine getirebilir.
Peki, anketlerin bu kadar konuşuluyor olmasındaki temel mesele ne?
Bugün kamuoyu araştırmalarıyla ilgili en temel meselelerden biri, kanaatleri ölçüyor olması. Daha istikrarlı olan tutumları ölçmek için sosyoloji, sosyal psikoloji, siyaset psikolojisi alanına giren daha derinlikli ve sürekli araştırmalar yapmak lazım. Kanaatler büyük ölçüde uçucudur, “Bu pazar seçim olsa hangi partiye oy vereceksiniz?” sorusunun yanıtı o gün ile sınırlı olup, üç gün sonra, bir ay sonra farklıdır. Pazar günü seçim olsa kitlelerin ne kadarının hangi partiye oy vereceğini gösteren bazı oranlar çıkıyor ve bunlar tartışılıyor, evet. Ancak bilimsel araştırma yöntemlerine uygun yapılmayan kamuoyu araştırmalarının sonuçlarının ne kadar güvenilir ve geçerli olacağı konusunda soru işaretleri var. Biz bu noktalara hiç girmiyoruz, bunlar daha çok kamuoyu araştırmalarının arkada, gizli, gölgede kalan konuları oluyor.
Gölgede kalan başka neler var?
Bir kamuoyu araştırmasını planlamak ve gerçekleştirmek sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Araştırma yapılırken (Seçmenin bütünü üzerinde bir araştırma yapamayacağınız için) bütünü temsil ettiğini düşündüğünüz bir örneklem üzerinden araştırma yapıyorsunuz. Yakıcı soru şu, siz üzerinde araştırma yaptığınız bu kitleyi nasıl belirlediniz? Çünkü 1500-3000 gibi değişen sayılardaki örneklemler üzerinde bu araştırmaların yapıldığı söyleniyor. Buradaki temel sorulardan biri seçtiğiniz bu kitlenin tüm Türkiye seçmenini temsil edip etmediği. “Ediyor” diyorsunuz ama bu sizin argümanınız, gerçekten temsil ediyor mu? Bunu görmek için yaptığınız araştırmanın hangi bilimsel araştırma yöntemine göre yapıldığı, örneklemenin nasıl belirlendiği, araştırma sürecinin nasıl yürütüldüğü gibi bilgilerin kamuoyuna açıklanması gerekiyor ama biz böyle bir açıklamayı görmüyoruz.
Bir diğeri de şu; bugün anketlerin çoğu telefon yoluyla yapılıyor. Valilikten ya da kaymakamlıktan yardım alan herhangi birisinin telefon yoluyla gerçek oyunun rengini açıklamasını nasıl bekleyebiliriz?
Ama bu yüz yüze yapıldığında da geçerli olmaz mı?
Yüz yüze yapıldığında anketörün konuşmasından giyim tarzına, inandırıcılığına birçok farklı faktörler devreye girdiğinden güvenilirlik oranı daha yüksek. Telefonla yapılan anketlerde gerçekten aranan kişiyle görüşüp görüşmediğinizi belirleme imkanınız yok. Aynı şey karşı taraf için de geçerli. Üstelik telefon dolandırıcılığının oldukça yaygın olduğu bir ortamda güven çok önemli.
Bazı araştırma şirketlerinin çalıştıkları siyasi partinin beklentilerine uygun sonuçlar üretebildiği veya kamuoyunu/seçmenleri bir parti lehine yönlendirdiği, dolayısıyla manipülasyon yapıldığı yönünde kanaatler söz konusu. Siz bunun yaygınlaştığını düşünüyor musunuz?
Araştırmanın hangi yöntemlerle yapıldığını, sürecin nasıl yürütüldüğünü bilmediğimiz için bu konuda bir şey söylemek güç. Kamuoyu araştırma şirketlerinin hepsi birer ticari işletme ve müşterileri var. Bu müşteriler kimi zaman siyasal partiler, kimi zaman kanaat önderleri, kimi zaman milletvekili olmak isteyenler ya da sivil toplum örgütleri, iş insanı örgütleri vs… Çok farklılaşan müşteri yelpazesi var. Müşterilerinin taleplerine göre araştırma yaptıkları için de sorunun hazırlanma tarzından tutun, nasıl sorulduğuna kadar değişen bazı faktörler söz konusu. O yüzden sorular müşterilere göre mi, bilimsel mi belirlendi, neye göre belirlendiğinin şeffaf olması gerekiyor. Çünkü kamuoyu araştırmaları topluma ayna tutan bir işlev üstlenirken, bazen de topluma “Sen böylesin” diye başka bir ayna da tutuyor olabilir. Bu ikisi arasında çok büyük fark var. Kamuoyu araştırmalarının politikacılar üzerinde, partiler üzerinde ne kadar etkili olduğunu gören araştırma şirketlerinin kendi kâr algılarına göre araştırmaların bazı sonuçlarını gizleyip, bazı sonuçlarını kamuoyuna açıklamaları muhtemeldir. O yüzden bu araştırmaları okurken biraz daha dikkatli ve temkinli yaklaşmak gerekiyor.
Aynı bağlamda şunu da soralım; bir araştırma şirketi Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a 10 puan fark attığını ilan ederken, başka bir araştırma şirketi makasın aynı oranda Erdoğan lehine olduğunu açıklıyor. Aynı zaman diliminde birbirinden bu kadar farklı sonuçlar nasıl ortaya çıkabiliyor?
Bunun da arka planında kamuoyu araştırma şirketlerinin müşterileriyle olan ilişkileri var. Müşterilerle ilişkilere göre alandan alınan örneklemin yanlı, taraflı belirlenip belirlenmediği meselesi var. Burada yine, görüşme yapılan kişilerin Türkiye’yi temsil edip etmediği sorununa da geliyoruz. “Türkiye’yi temsil ettiği düşünülen” deniyor ama bakalım bilimsel olarak Türkiye’yi temsil ediyor mu? Yayımlanan sonuçlar başka hangi sonuçlarla örtüşmüş? Bir siyasi araştırmanın Türkiye’yi gerçekten temsil edip etmediğiyle ilgili olarak araştırmalarda bir önceki seçimde hangi partiye oy verdiği sorulur. Bu genellikle bir gösterge olarak yorumlanabilir. Eğer geçmiş parti tercihlerini doğru bulduysanız, araştırmanın hata payı içerisinde geleceğe yönelik de benzer bir projeksiyonu yapabilirsiniz diye bakılabilir.
ANKETLER YÜKSELİŞE GEÇİYOR ÇÜNKÜ SEÇİM MERKEZLİYİZ
Anketlerin belirleyici hale gelmesindeki başlıca faktörler neler? Örneğin siyasetin seçim merkezli bir hale bürünmesinin katkısı için ne söylersiniz?
Kesinlikle katkısı var. Türkiye’de siyasal nitelikli kamuoyu araştırmalarının revaçta olduğu ve neredeyse her hafta bir gazetenin kamuoyu araştırması yayımladığı dönem hangi dönem diye baktığımızda 12 Eylül sonrası dönemi görüyoruz. 1983’den 1991’e kadar olan dönemde neredeyse bütün gazeteler haftalık kamuoyu araştırmaları yayımlıyordu ve her gazetenin çalıştığı farklı şirket vardı. Diğer siyasal katılım yolları tıkalı olduğu için kamuoyu araştırmaları bu dönemde bir tür siyasal iletişim aracı işlevi görmüştü toplumun kendisi ve birbiriyle olan iletişiminde. Bugün de benzer bir durum söz konusu. Popülizm etkisi altındaki aşırı kutuplaşmış toplumda diğer katılım yöntemlerinin önündeki bariyerleri, yasakları görüyoruz, örneğin toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili sınırlamaları görüyoruz, sivil toplum üzerindeki baskıyı görüyoruz. Yine içinde bulunduğumuz dönemde medyanın üzerinde de büyük bir hegemonik güç var ve ana akım medyadan haber alanların tek yanlı haber aldığını biliyoruz. İktidarın hegemonyasında olmayan haber kaynaklarının kısıtlı olduğu böylesi ortamlarda siyasal nitelikli kamuoyu araştırmalarına olan ilgi artıyor. Bu yüzden bir yükseliş var.
Anketler aday belirlenmesinden kampanya stratejisinin oluşturulmasına temel bir gösterge olarak yukarı çıkarken, tabanla, kitle örgütleriyle, emek örgütleriyle müzakere, istişare, danışma gibi eylemler ivme kaybediyor, ne dersiniz?
Evet. Partileri ve seçmenleri kendi cephelerine hapseden baskın siyasal rejim nedeniyle liderler kendi tabanlarına döndüklerinde orada gördükleri ve gözledikleri eğilimleri kendilerinin bildiğini düşünüyorlar. Kamuoyu araştırmalarıyla kendi tabanlarında olmayan ya da karşı kutupta yer alan seçmenlerin hal, tavır ve davranışlarını merak ediyorlar, birincisi bu. İkincisi, çok seçim merkezliyiz ve yaşadığımız ekonomik kriz de buna katkı sunuyor. Seçimi ekonomik krizden çıkışın temel noktalarından biri olarak görüyoruz ama şöyle bir tuzağa da dikkat etmemiz lazım, popülist iktidarların en sevdiği şey referandumlardır. Türkiye’nin bu noktaya referandumlarla geldiğini çok rahat görebiliyoruz. Dolayısıyla anketlerin yükselişe geçmesinde seçim merkezli olmamızın da payı var.
KAMUOYU ARAŞTIRMALARI PARTİLERİ, ADAYLARI SEÇİME HAZIRLAMALI, SEÇMENİ DEĞİL
Anket sonuçları seçmenin eğilimlerine, oy tercihlerine nasıl etki eder? Örneğin seçmeni A partisinden B partisine yöneltebilir mi?
Seçmen üzerinde tek yönlü bir etki yok. İlk sırada bandwagon etkisi geliyor. Bandwagon çoğunluk teorisine dayanır. Buna göre seçimlerden önce yayımlanan kamuoyu araştırmaları hangi parti veya lideri daha güçlü gösterirse, özellikle kararsız seçmenler bu parti veya lideri destekleme eğiliminde olabiliyorlar. Şöyle bir etkisi de var, biraz önce bahsettiğimiz gibi son yapılan bir araştırma bir partiyi hiç ummadığımız şekilde 10 puan daha yüksek gösteriyorsa, diğer partinin seçmenine yani şu anda iktidar partisi seçmenine, “iktidar elden gidiyor” mesajı da verebilir. Buna toparlanma etkisi diyoruz. Bir diğer etki, yenilmişlik ya da kamçılanma etkisi. Bandwagon etkisinin tersine işler. Seçmenler bazen kazanma şansı en yüksek aday veya partiye sırt çevirip, seçilme şansı daha az olana destek verebilirler. Örneğin bir parti baraj altında kalacak gibiyse ona yönelebilirler. Bir diğer etki olarak bumerang etkisinden söz edebiliriz. Kendi partilerinin önde olduğunu gören seçmenler, kaybeden tarafa üzülüp desteklerini o partiye çevirebilirler. Ya da kendi partilerinin kazanacağından emin olunca sandığa gitmeyebilirler. Örneğin AKP’ye destek veren seçmen içinde daha önce MHP’ye oy veren seçmenler, partilerini baraj altında görüyorsa “Dur parti baraj altında kalmasın” deyip ona yönelebilirler. Bu etkileri görebilmek için ayrıntılı araştırmalara ihtiyaç olduğunu vurgulamalıyım. Benim fikrimi soracak olursanız, ben kamuoyu araştırmalarının en iyisinin kamuoyuna açıklanmayan araştırmalar olduğunu düşünüyorum. Özellikle şu süreçte.
Neden?
Çünkü bu süreç seçime hazırlık sürecidir. Kamuoyu araştırmalarının da seçmeni değil, partileri, adayları, liderleri seçime hazırlayacak stratejik araştırmalar olması gerektiğini düşünenlerdenim.
SEÇMEN UMUDA OY VERİR
Siyasal iletişim de çalışan bir akademisyen olarak, “Biz iktidara geldiğimizde yoksulluğu bitireceğiz” veya “İki ayda enflasyonu düşüreceğiz” gibi söylemlerin seçmendeki yankısı için ne söylersiniz? Böyle söyleyerek oylar arttırılabilir mi?
Unutulmamalı ki seçmenler umuda oy verir. Seçmenin geleceğe dair umutları ve hayallerinin neler olduğuna bakarak aksiyon almak gerekiyor. Yoksulların, emeklilerin, işsizlerin, gençlerin sesi olabilecek bir muhalefete dönüştürürlerse kendilerini, başarı kazanacaklarına inanıyorum. Muhalefetin “Çocuğumu besleyemiyorum” veya “Artık geçinemiyorum” diyen ama oyunu yine mevcut iktidara vereceğini söyleyen seçmendeki benim ideolojik halüsinasyon dediğim hali ortadan kaldırmaları gerekiyor. Unutmayalım ki Türkiye’de ekonomi başta olmak üzere her tür kaynağı elinde tutan iktidar. Şu an bozulmuş bir ekonomik durumdan bahsediyoruz ama buna geçici makyajlar yapma şansı da iktidarın elinde. En son açıkladığı büyük konut projesi gibi.
Dolayısıyla Erdoğan şapkadan başka tavşanlar çıkarabilir?
Evet, Erdoğan’ın elinde çok büyük bir güç var. Sadece ekonomik güçten söz etmiyoruz, konumuzla ilgisi olması bakımından yukarıda da bahsettiğimiz iletişim başkanlığı ve onun üzerinden medya üzerinde kurdukları hegemonya var mesela ve bu Erdoğan’a çok büyük bir güç sağlıyor. George Orwell’in 1984 adlı romanında bahsettiği hakikat bakanlığına benziyor. Adı hakikat olsa da hakikatle ilgisi olmayan bir bakanlık. Kitleleri kendi etrafında tahkim etmek, kendi etrafında tekrar birleştirmek için “uydurulmuş” her türlü haber, proje ya da umut olarak seçmene sunulan ne varsa, bunların deşifre edilmesi gerekiyor.
Bu süreçte iktidar partisinin muhalefetin dillendirdiği projeleri hayata geçirme gayreti içinde olduğunu da görüyoruz. Örneğin EYT’lilerin sorunlarının çözüleceği ile ilgili söylemler, asgari ücrete yapılan zam, icra takibine uğrayan bazı borçların silinmesi gibi. Buna benzer farklı birçok konuda da Erdoğan iktidarının aksiyon alacağını söylemek kahinlik olmayacaktır.
SEÇİM İKİNCİ TURA KALIRSA MUHALEFETİN ŞANSI KALMAZ
Malumunuz, Millet İttifakı adayının bir an önce açıklanması gerektiği ile seçim takvimi ilan edildiğinde açıklanmasını isteyenler arasındaki tartışma sürüyor. Sizin görüşünüz ne?
Dillendirilecek aday iktidar tarafından çok kolay yıpratılabileceği ve siyaset dışı bırakılması için her türlü tedbir alınabileceği için aday açıklanmasının henüz erken olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir tarafta devletin tüm kaynaklarını kullanarak kampanya yapan iktidar adayı var, öbür tarafta da seçim takvimi açıklandıktan sonra kampanyasına başlayacak bir muhalefet var. Gördüğüm kadarıyla muhalefet tek tur, tek aday stratejisi ve kazanacak adayla yola çıkma stratejisini benimseyecek. İkinci tura kalındığı takdirde muhalefetin pek şansı olmayacağını düşünenlerdenim.
Peki, aday belirlenirken anketler nasıl kullanılmalı?
Muhalefetin elinde kazanacak adayla çıkması önemli, bu önemli olduğu için anketler öne çıkıyor ama genelde, son bir iki aylık süreçte yayınlanmış 8-10 araştırma varsa bunların ortalamasına bakarız. Taraflılıktan kaçınmanın önemli yollarından birisidir bu. Altılı masanın adayın kim olacağı konusunda anketlerden çok kendi tabanlarına dönmeleri ve kendi içlerinde de müzakereyi ihmal etmemeleri gerekiyor.