25 Eylül 2022 04:22

Emekçinin Kitaplığı | Faşizm kapıyı çalmadan önce…

Mann’ın o zaman ülkesinde yasaklanan kitabı; 1848 Devrimi’nden 1914’e kadar uzanan bir tarihi ‘zamanının bir kahramanı’ üzerinden anlatıyor.

Fotoğraf: Wikimedia Commons

Paylaş

Heinrich Manni, Tebaa adıyla çevrilen İthaki Yayınlarından çıkan kitabını, Türkiye’deki baskısında olmayan ön sözünde 1914 temmuzunda bitirdiğini yazıyor. Yani Birinci Dünya Savaşı başlamadan bir ay önce. Mann’ın o zaman ülkesinde yasaklanan kitabı; 1848 Devrimi’nden 1914’e kadar uzanan bir tarihi; sınıflar arasındaki ilişkileri, çatışmaları, dönüm noktalarında değişen dengeleri ‘zamanının bir kahramanı’ üzerinden anlatıyor.  Bu kitap, çağı öyle iyi analiz ediyor ki, ne getirip ne götüreceği o vakitler belli olmayan büyük savaşın sonrasındaki, Almanya’yı faşizme ve yeni bir dünya savaşına da götüren dramatik sürece ilişkin olağanüstü bir öngörü notu düşüyor edebiyata.

“Emretme ve itaat etmeye düşkünlüğüyle, kabalığı ve dindarlığıyla, başarıya tapınması ve medeni cesaret yokluğuyla” Alman erkeğinin, o zamanın giderek tipikleşen bir temsili olan Dietrich Hessling’i gölge gibi takip eden Mann, bize de hiç yabancı olmayan bir dönüşüm öyküsü anlatır. AKP ve tek adam Türkiyesi’ne de yabancı olmayan bir figür bu.

Almanya’da bir kentte ailesini kendi yağıyla kavrulacak kadar geçindiren, işini teknolojik yenileme konusunda hırssız ama cimri bir kağıt fabrikası sahibinin oğludur Hessling. Berlin’e okumaya gönderildiğinde eski bir arkadaşına takılarak bir korporasyona üye olur. Burası Alman ulusunun eski çağlardaki kavmi, Tötonları yeniden diriltme hedefini taşıyan ve üyelerine dövüş sanatlarını öğreterek gelecekteki bir savaşa hazırlayan bir tür yarı gizli dernektir. Gelecekteki savaş ise İmparator Wilhelm’in Avrupa’da güçlenmiş bir birleşik Almanyası’nı yaratma ve Almanları birleştirme hevesidir. Dolayısıyla gençlerin stres attığı bir yer değil, politik ideale hizmet eden ve bu ideale göre beyin ve beden yontan ideolojik bir yapılanmadır.

Bu şahsi bir heves değildir elbette. Alman tarihi Kayzer 1. Wilhelm ve Şansölyesi (Başbakanı) Bismarck zamanında ordu ile junkerlerin (toprak ağaları) ittifakını Alman burjuvazisinin hırslarını sınırlayacak biçimde sonsuza kadar güçlendirme eğilimindeydi. İşçi ve emekçi kitleler de bu tarihsel çelişkide sus payı olarak ilk kez Bismarck tipi bir sosyal güvenlik sistemine sahip oldular. Bismarck’ın miyadı dolduğunda Almanya liberal burjuvazisinin gelişimi doğal akışını bulmuştu ama zaten kaybedilen zaman çoktu ve üstelik ardından gelen 2. Wilhelm, imparatorluğu yeniden güçlendirmek için kendi kalkık bıyıklarını Alman erkeğinin suretine iliştirmeye çalışıyordu.

Almanya o zamanlar 1848 devriminden kalan yenik liberal burjuvazinin kalıntıları, 1871’de Napolyon’u Sedan’da püskürtmüş hayalperestler, işçi sınıfı içinde örgütlenmeye çalışan sosyal demokratlar (komünistler) ve 2. Wilhelm gericiliğinin saflarını dolduran junkerler ile geri kalan lumpen burjuvanın şekilsiz ittifakına bölünmüştü.

Hessling doktorasını yapıp babadan kalma fabrikayı işletmek için memleketine döndüğünde ilk işi sosyal demokrat ustabaşını tehdit etmek olmuştu. Sonra işçilerin davranışlarını düzenleyen tamimler çıkarır. Kendi ailesinin kadınlarına kurallar koyar. “Şövalyeler, ruhban sınıfı, esnaf, zanaatkar”ların korporatif sistemine dair romantik hayalleri içinde bir gün önemli biri olmak vardır. 2. Wilhelm’in Almanyası’nda bu bir kısmı liberal bir kısmı muhafazakar burjuvazinin, bir yandan bitmekte diğer yandan bitmemeye diretmekte olan toprak sahiplerinin birbirini alt ederek hayatta kalma mücadelesinin Wilhelm’in ‘Alman birliği’nde idealize edilmiş arayışıdır bu.

Sokaktaki adama yansıyan ise alttakinin üsttekinin önünde eğildiği, alttakini alabildiğine ezdiği, kibrin, bencilliğin boş öz güvenin ve gücü gücüne yetenin birer küçük Wilhelm olduğu romantizmdir.  Hessling de politik programın imparatorun kendisi olduğunu düşünür zaten. Eskiden beri bir parlamentoya sahip olan Almanya’da partiler hurdaya çıkmıştır ve yeni zamanlar gelmektedir. Ama kimse bu yeni zamanların ne olduğunu bilmez. Çünkü zamanın geriye döndürülmesinden yeni bir zaman çıkmaz.

Alman ırkçılığının Nazilerle birlikte ortaya çıkmadığının da kanıtıdır Tebaa. Hessling’in sarı kafalı ırkçılığı Hessling’in gözünden kaçmaz. Güçleninceye kadar liberalle liberal olan, insan kullanan, zayıfı gördü mü ezen bu figür aynı zamanda cinsiyetçi, ahlak yoksunu, yobaz ve zorbadır. İşsiz kitleler Berlin’de yürüyüşe geçtiğinde ‘ayaktakımı’ndan korkmadığını göstermek üzere atının üstünde kalabalığın arasına dalan Wilhelm’in iktidarından aldığını sandığı pay bu figürün gücüdür: “Her birimiz bir hiçlik olarak, sınıflandırılmış kitleler halinde onun durduğu yere, çelik gibi sağlam durduğu noktaya doğru yükseliyoruz. Onda yaşıyoruz, onda payımız var. Ona uzak duranlara karşı amansız ve muzafferiz; bizi paramparça etse bile. Onun peşinden, Kayzerin peşinden…”

Hiç paradoks değil; zaman kitlelerin çağıdır. Ama hangi kitlelerin: Ya ekmek ve iş diyen işçi sınıfının ya da Hessling’in uğruna çırpındığı Wilhelm’in peşindekilerin. “Üzerimizden geçen toynaklarını öptüğümüz iktidar” diye düşünür Hessling, bu düşe ortak olmayan herkesi düşman belleyerek. Uğruna cinayetler işlenecek, kumpaslar kurulacak, kumpas kokuları alınacak bir hayal bu… Bu hırsla Almanya ve dünya karışacak.

Bu olağanüstü romanın zamanı eskimiş gelmesin. Schopenhaure’un deyimiyle “Yazar münferit ve bireysel olanı anlatırken bizim de farkına varmamızı istediği bir ideayı, türün hepsini anlatır.” Burada da öyle Diederich Hesslingler ölmedi çünkü.

ÖNCEKİ HABER

Howon’da düşük zam teklifi işçilerin sabrını taşırdı

SONRAKİ HABER

Van'da halk ekmek üretimi durdurdu, konu Meclis'e taşındı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa