27 Eylül 2022 04:45

İsmail AFACAN
İstanbul

Şair Ceren Biber’in yeni kitabı “Faş” okuruyla buluştu. Biber kitabında bireysel ve toplumsal olan arasında salınan aidiyeti, yaraları, uyumsuzluğu ve insan ilişkilerini dizeleştiriyor. Kimi zaman görüntülerden hareket ediyor kimi zaman çocukluğundan besleniyor kimi zaman da yaşadığı semtten yola çıkıyor. “Nefes alır gibi” yazdığı şiirlerde…

Ceren Biber ile yeni kitabını konuştuk. İlk kitabı “Hış” ile “Faş” arasındaki farkı, ait olma-olamama duygusunu, merhemine iyi gelen yaraları ve şiirsel kaynaklarını… Biber “Faş” için “İçinde olduğumuz dünyaya sonuna kadar ait ama ondan yana olup olmadığı belli olmayan, arada kalmış, kaldığı arada gözünü diktiği yere gitmeye cesareti olmayan birinin sesi var” diyor.

İlk kitabın adı “Hış”… Yeni kitabın ise “Faş”… İki kitap arasındaki zaman diliminde şiirinizde neler değişti?

Hış, yazdığım ilk şiirlerin bir toplamıydı. Gizli gizli yazılmış şiirlerden elenerek ortaya çıkan bir bütün. Haliyle, hâlâ içime siniyor olsa da, ne olursa olsun ilk şiirlerin taşıdığı acemilik vardı üzerinde. Faş ile Hış arasında, başka bir insan var evvela. Baktığını, gördüğünü başka biçimlerde algılayan biri. Belki daha kapalı, ancak dert ettiği şeyleri daha doğru ifade edebilen biri var iki kitap arasında. Şiiri algılayış biçimim, okurun ne düşündüğünü bilemem ama benim açımdan genişledi. Benzetme ne kadar doğru olur bilmiyorum ama Hış daha çok ıslık çalar gibi, Faş ise nefes alır gibi yazdığım şiirlerden oluşuyor. Daha yaşamsal ve süssüz.

"VAZGEÇMİŞ BU KALABALIK BENİ ÇOK HIRPALIYOR"

Faş’ın sözlük anlamı şöyle: “Ortaya dökülmüş, açığa vurulmuş, gizliliği kaldırılmış, açıklanmış.” Yeni kitabınızda neleri ortaya döküyorsunuz?

Faş’ta ortaya dökülen zaten aleni olandan farklı mı bilmiyorum. İşaret ettiğim toplumsal sorun da ortada, kişisel mesele de. Bir bakıma yeniden ifşa. İçinde olduğumuz dünyaya sonuna kadar ait ama ondan yana olup olmadığı belli olmayan, arada kalmış, kaldığı arada gözünü diktiği yere gitmeye cesareti olmayan birinin sesi var Faş’ta. Belki bu yeni bir insandır. Eskiye çok yabancı olmayan ve zorunlu olarak başkalaşmış bir insan. Öfkesi kendinden başkasına zarar vermeyen bir kalabalık bu içinde yaşadığımız. Vazgeçmiş bu kalabalık beni çok hırpalıyor. Kimi zaman onları, kimi zaman da onların içindeki durumumu faş ettim sanıyorum.

Kitabın ilk şiiri “Aidiyet”... Şiirinizin final dizeleri: “burası benim olmadı hiç/ ama ben buraya aitim”. Şiirinizde insana dayatılan “aidiyet”lerden bahsediyorsunuz. “Burası” sizin olsaydı nasıl bir “aidiyet” ilişkisi içinde olurdunuz?

Düşünen insanın aidiyet hissi zayıflıyor zamanla. Burayı değiştirmekten vazgeçmek de her nasılsa konforlu geliyor çoğunluğa. Zaten kötü olan ve gittikçe berbatlaşan bir yer burası. Evden başlayıp evrene açılan bir yerden söz ediyorum. İyi niyetli bireysel adımlara sırtını dayadığımız bir hayat olmazdı yaşadığımız sanırım burası benim olsaydı. Benim olmasını bütünüyle istemezdim yine de. Bizim olsun isterdim. Sadece bu biz dediğim insanların içinde herkes olsun istemezdim. Farklı da olsa biz duygusunu samimiyetle hisseden insanlarla yaşadığım bir yere ait hissedebilecek miyim emin değilim. Ama öyle olsaydı kendimi buraya ve burada yaşayan insanlara vakfedebilirdim.

Şiirlerinizde “yara” vurgusuyla karşılaşıyoruz. Bazı şiirlerinizin başlıkları şöyle: “Merhemine iyi gelen yara”, “Kapı ve kabuk”, “Yarası boş”… “Yara”nın sizde ve şiirinizdeki yeri nasıldır? Ayrıca merhemine iyi gelen yara nasıl bir yaradır?

Yara kimine göre, özellikle şiir için eskimiş bir kelime. Pek umursamam böyle şeyleri. Gerçekle doğrudan ilişki kurduğumuz araçların başında yara geliyor. Yaşam da ölüm de gerçek ve bu ikisine en yakın olduğumuz an yara alma anıdır. Öyle basit bir kelime değil yani benim açımdan. Şiire sızıyor olması da olağan haliyle. “Merhemine İyi Gelen Yara” okura ne çağrıştırır bunu düşünmek gerek sanıyorum. Cümle ya da dize oldukça soyut gelse de kulağa somut düşünelim biraz. Ev yapmak için toprağa yara açmak gerekir. Evsizlik tarifi zor bir yara. Bunu telafi etmek için toprağı, doğayı yaralarsın. Ama sonunda bir evsizin başını sokacağı yuvayı tesis etmiş olursun. Sadece insanlar değil, objeler, yapılar da ilişki içinde var eder ya da anlam kazanırlar. Bir ev içinde mutlu insanlar yaşadığı sürece yuva olur. Burada evsizliğe merhem olacak şey yuvadır. Yara evsiz. Evi yuva yapan evsizin onunla ilişkisi elbette. Haliyle merheme iyi gelecek olan yaradır burada. Buna benzer çok örnek verilebilir. Simide lezzeti veren hamur ve susamdan ziyade yiyenin açlık oranıdır.

"KİŞİNİN SÖKÜP ATAMAYACAĞI ÇOK ŞEY VAR"

“Bu dökülen beden” şiiriniz “bu” işaret sıfatı ve “ama” bağlacı üzerine kurulu… Şiirde “bu dökülen benden hiçbir şey eksiltmiyor/ ama yine de topla istiyorum” diyorsunuz. Döküldüğünde eksiltmemesine rağmen toplanmasını istediğiniz şeyler nelerdir?

Askında çok insani şeylerden bahsediyorum. Dert anlatmakla, yaş akıtmakla bitmez biliyorsunuz. Ama bunları anlatacağımız ya da silecek, teselli olacak birilerine ihtiyaç duyarız hep. Elbette bu ikisi sadece birer örnek. Duygulardan söz ediyorum genel olarak. Cümlelerden, anılardan, kişinin kendinden söküp atamayacağı çok şey var.

Son olarak şiirsel kaynaklarınızı sormak istiyorum. Ceren Biber’in şiirsel altyapısını oluşturan kaynaklar nelerdir?

Benim için görüntüler çok önemli. Etrafımdaki yapılar, insanlar, hayvanlar ve onların birbirleriyle olan ilişkileri beni çok etkiliyor. Şiirime de kaynaklık ediyorlar doğal olarak. Onun dışında Türkiye’den ve dünyadan çok şair ve yazar var. İsim saymaktan açıkçası çok hoşlanmıyorum, hep eksik kalıyor. Çocukluk da önemli bir diğer kaynak. Yaşadığım semt de öyle. Toplumsal roller, normlar ve zorunluluklar da, özellikle rahatsız edici bulduğum için şiirime kaynaklık ediyor diyebilirim.

Evrensel'i Takip Et