Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan: Engelleri aşacak bir mücadele hattı şart!
Baraj engeli, yetki itirazı, işten atma, mobbing... İşçilerin sendikalaşmasının önündeki engeller saymakla bitmiyor. Seyit Aslan sorunlara karşı, "Engelleri aşacak bir mücadele hattı şart" diyor.
Fotoğraf: Özcan Yaman/Evrensel
Hilal TOK
İstanbul
Baraj engeli, yetki itirazı, işten atma, mobbing... İşçilerin sendikalaşmasının önündeki engeller saymakla bitmiyor. Yasaların da direkt patronlar ve sermaye hükümetleri tarafından inşa edildiğini ifade eden DİSK Yönetim Kurulu Üyesi ve Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan, bu engelleri aşmada işçi sınıfının fiili mücadelesinin önemli olduğunu dile getiriyor. Aslan, barajların kaldırılması, işten atılmaların yasaklanması, patronlara tanınan sendika yetkisine itiraz hakkının iptal edilmesi ve sendikal hak ve özgürlükleri engelleyen, işçiye baskı yapan patronlara caydırıcı cezaların verilmesi talepleri etrafında bir mücadele hattının şart olduğunu söylüyor.
İşçilerin sendikalaşma mücadeleleri içerisinde karşılarına pek çok engel çıkıyor. Çeşitli işyerlerinde örgütlenme çalışmalarınızda ne gibi sorunlar çıkıyor sizin karşınıza?
İşçilerin iş güvencesinin olmaması en büyük sorun olarak karşımıza çıkıyor. İşverenlerin sendikalaşmayı duyduğu anda ilk yaptıkları öncü işçileri işten atmak ve sendikalaşmadan caydırmak oluyor. İşsiz kalma kaygısı ve korkusu önemli bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Patronlar işyerlerinde adeta sürek avına çıkıyorlar. Amirler, şefler, müdürler sopa gibi işçilerin başından eksik olmuyorlar. İş yerlerinde baskıların yanı sıra çalışma koşulları, uzun çalışma süreleri, fabrikaların izole yerlerde kurulması gibi birçok engel var. Buna iktidarların uygulamaları, sermayeyi her türden kollamaları ve yasaları ekleyince işçiler için sendikalaşmak adeta sırat köprüsünden geçmek gibi bir süreç oluyor. Patronlar sendikal örgütlenmeyi ve sendikalaşmayı adeta yasa dışı bir şeymiş gibi propaganda ediyorlar. DİSK ve bağlı sendikaları yasa dışı örgütlerle eş değer tutarak, işçileri “Bu sendika bölücü, yıkıcı” propagandasıyla en geri duyguyu kışkırtarak sendikalaşmayı önlemeye çalışıyorlar. Üyelik işlemi e-devlet üzerinden olduğu için, işçilerin e-devlet şifreleri istenip sendika üyeliği sorgulanıyor. Patronlar öncelikle hiçbir sendika olmasın istiyorlar, eğer işçiler kararlıysa bu sefer de işçileri kontrolde tutacak, patronlarla iyi geçinecek sendika olsun istiyorlar. Bizim iş kolumuzda bu sendikalar fazlasıyla var. Keza sadece bu sorunlar değil, işyeri barajı, işletme barajı ve ülke barajı bütün bunlar patronların sendikalaşmanın önüne geçsin diye yapılan yasal engeller olarak halen varlığını koruyor.
"YASALAR SENDİKALAŞMAYI ENGELLEMEK ÜZERE YAZILMIŞ"
Sendikalaşma karşısında patronların başvurduğu pek çok yasal-hileli yöntem de var, sizin karşılaştıklarınız neler?
Başta sendikalar yasası olmak üzere çalışma yaşamını düzenleyen kanunlar nedeniyle sendikalaşma süreci esas olarak sermayenin çıkarlarına göre uzun bir süreç şeklinde ilerliyor. Sendikalaşmanın önüne geçemedikleri koşullarda bile patronlar, sendikal örgütlülüğü tanımamak için yasal ve fiili birçok yol-yöntem deniyorlar. Öncelikle Bakanlığın vermiş olduğu çoğunluk yazısına iş kolu itirazları yapılıyor. Yani örneğin gıda iş kolundaki işyerinin metal iş kolunda olduğu iddiasında bulunuyor. Bu itirazı da bilerek iş mahkemesine değil, başka bir mahkemeye yapıyorlar. Mahkeme iki yıl sonra yetkisizlik kararı verip iş mahkemesi yetkilidir deyince, itiraz sürelerini kullanıp süreci uzatıyorlar. Dosya iş mahkemesine giderse bu sefer sendikanın gerekli çoğunluğu olmadığı iddiasıyla süreci yeniden uzatmanın yollarını arıyorlar. Kısacası yasal itirazlarını kullanan patronlar böylelikle üç beş yıl süren davalarla işyerinde sendikalaşmayı bitirip işçileri işten atarak, süreci uzatarak sendikadan ve sendikalaşan işçiden kurtuluyorlar. İş yerlerini işletme olarak gösterip çoğunluk sağlamanızı engelliyorlar, geçmişe dönük küçük cezalar ödeyerek sendikaların ulaşamayacağı, çoğu zaman filen fabrikada-iş yerinde bile olmayan eşini, dostunu, ailesini sigortalı gösterip çalışan sayısını yüksek gösteriyorlar. Yasada belirtilen sürede bitmesi beklenen mahkemeler bitmiyor, bitse bile işverenlere karşı ciddi bir yaptırım yok. En fazla para cezasıyla kurtuluyorlar.
Yani bu hileli yöntemler bizzat yasalarla güçlendiriliyor...
Evet, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası işçiler sendikalaşsın diye değil, tam tersine “Hükümet ve patronlar olarak sendikalaşmanın önüne nasıl geçeriz, sendikalaşmayı nasıl önleriz” denilerek düzenlenmiş bir yasa. Şu an iş yerlerinde çoğunluk sağlayıp yasalara dayanan hileli yöntemlere başvurulması sonucunda sürecin yetkiye dönüşmediği ve sözleşme aşamasına gelmediği iş yerleri, toplam örgütlenen işyerlerinin yüzde 80’i düzeyinde. Yani örgütlenme çalışması yürütülen her 10 iş yerinden 8’i bu yasal süreçlere takılıyor. Mahkeme kapıları, adliye koridorları, bilir kişi incelemeleri, bölge idare mahkemeleri, yargıtaya kadar uzanan bir süreç. Burada yasalar bütünüyle sendikalaşmayı engellemek üzere kurulmuş ve yazılmış. Çünkü Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası çıkarken işverenler Meclise müdahale ederek istedikleri gibi yasalar çıksın istediler ve başardılar. Yürürlükteki yasanın hiçbir maddesi işçilerden yana değil. İşçilerden yana olmadığı gibi bir de işverenlerin yasa dışı uygulamalarını meşrulaştırmanın aracı oluyor.
Bir ülkenin cumhurbaşkanı çıkıp “Ben OHAL yasasını grev olmasın diye çıkardım, grevleri yasaklıyorum” diyor. Kapitalistler işçileri daha rahat sömürsün demekten başka hiçbir anlama gelmeyen bu türden açıklamalar bile ülkede yargının-hukukun, hükümet politikalarının sermaye çıkarlarına göre işlediğinin açık bir itirafı durumunda. Bunu bilen sermayedarlar da daha pervasız hareket ediyor.
SENDİKALAŞMA ORANI GÖRÜNENDEN ÇOK DAHA DÜŞÜK
Ülkede sendikalaşma oranı yüzde 14.26. Sözleşme hakkına sahip sendika oranı ise 9.5. Sendikalaşma oranının bu kadar az olmasıyla yasalar arasında nasıl bir bağlantı var?
Kayıt dışı çalışanları eklersek sendikalaşma oranı daha düşük. Ülkede kayıt dışı çalışanlar yüzde 35 civarında. Bu yasal ve fiili engellere rağmen sendikal örgütlülüğün artması, güçlenmesi de ancak dişe diş bir hak alma, örgütlenme mücadelesiyle mümkün olabilir. Bu kez de karşımıza sadece yasal ve fiili engeller değil, bürokratik sendikal anlayışlar çıkıyor. Her şeyi yasalarla sınırlayan, yasaların dışına çıkmayan, işçilerin mücadele isteğini kıran bürokratik tutumlar. Hepsi üst üste eklenince ortaya böyle bir tablo çıkıyor.
Bu yüzde 14.26’lık sendikalaşma esas olarak kamudaki sendikalaşma oranının artmasıyla oldu. Biliyorsunuz kamuda KHK ile taşeron olarak çalışanlar kısmi kadro aldılar, bu oran ondan yükseldi. Özel sektörde örgütlenme ve sendikalaşma oranı daha düşük. Sözleşme hakkına sahip işçi daha düşük. Burada baraj sorunu, yetki sorunu, mahkemeler gibi süreçler toplu iş sözleşmesi sürecinin önünü tıkıyor. Yasalar ağır ve örgütlenmenin önüne bariyer gibi konunca sözleşme yapmak, sözleşme yapacak düzeye gelmek iyice zorlaşıyor.
"YETKİNİN BAKANLIK ELİYLE VERİLMESİNE SON VERİLMELİ"
Bu sorunlar aşılmaz sorunlar mı? Siz sendika olarak bu sorunlara karşı nasıl çözüm yolları arıyorsunuz, neler yapıyor ya da planlıyorsunuz? Ne yapılmalı, ne olmalı sorusuna nasıl cevap veriyorsunuz?
Tabii ki aşılacak sorunlar. Öncelikle sendikaların mücadeleci bir anlayış etrafında bir araya gelmesi ve kararlı bir tutum sergilemeleri gerekiyor. Şu an yürürlükte olan yasanın tüm maddelerinin ortadan kalkacağı bir mücadele hattı ortaya koymak. Öncelikle yetki meselesinin bakanlık eliyle verilmesine son vermek gerekiyor. İşçi irade gösterip sendikalaşıyorsa, sendika tercihi ve sendikalaşma iradesi referandumla belirlenmeli. Yetki ve sendika seçme tercihi mahkeme, adliye koridorlarını aşındırmak yerine gizli oy açık sayıma dayalı tek bir oylama ile belirlenmelidir. Bunun dışındaki her arayış ve öneri beyhudedir.
Yasalarla sınırlı bir mücadele mi, yasaları aşan bir mücadele mi konusuna gelince... Biz sendika olarak yasaları aşan bir mücadelenin sendikaları büyüteceğini ve işçi hareketini ilerleteceğini düşünüyoruz. 2022 yılında 200’e yakın iş yerinde grevler ve direnişler oldu. Bu grev ve direnişler daha çok sendikasız iş yerlerinde gerçekleşti. Başarılı olan, hak alan iş yerleri çoğunlukta. Buradan sendikasızlığı savunuyoruz gibi bir sonuç çıkmamalı. Mesele tam da şu; işçi birlik olduğunda birçok sorunu aşabilir, taleplerini elde edebilir, hak kazanabilir.
Sendika işçinin birliğidir. Yakın zamanda TPI işçileri sözleşmedeki zamlara itiraz edip 15 gün iş bırakarak taleplerini elde ettiler. Daha başka iş yerleri de bu yoldan yürüdü. Fiili ve meşru olan ne varsa yapmalıyız. Söz konusu sadece yasalarla sınırlı bir mücadele olsa ne TPI ne de onlarca fabrikadaki iş bırakma eylemleri başarıya ulaşırdı. Sendika olarak örgütlenmek isteyen işçilere şunu açıkça söylüyoruz. İki yol var, birincisi işçilerin birliği üzerinden, fiili ve meşru yollardan hak alacak, kazanacak mücadele, diğeri tümüyle yasal sınırlara hapsolmuş, sonucu uzun yıllara yayılan, yayıldıkça patronların hileleri ile tasfiye edilen, kazanım elde etmeyen bir süreç. Bu iki anlayış açısından doğru olan birinci anlayışın tüm sendikalarda örgütlenmesidir. Böyle olduğunda durum değişecek, sendikal hareket ve işçi hareketi güven kazanacak, nicel ve nitel olarak büyüyecektir. Örgütleneceğimiz ve birlik sağladığımız her yerde fiili ve meşru yolları deneyeceğiz. Şu an dört iş yerinde böyle bir çalışmamız var. Ucu açık belirsiz bir süreç yaşamayacağız. Ne kadar örgütlü ve birliksek o kadar hak alacağız.
Yetkinin bakanlık eliyle verilmesinin doğru olmadığını savundunuz. Neden?
Yetkinin bakanlık tarafından verilmesi zaten sürecin baştan sona denetim altına alınması ve kontrolün hükümetin-sermayenin elinde olması anlamına geliyor. Bugünkü AKP hükümeti de sonuçta sermayenin bir hükümeti. Burada kendiliğinden işçi sınıfından ve emekçilerden yana şeyler beklemek saflık olur. İşçiler çoğunluk sağlasa bile yetkiye dönüşmüyor, çünkü patronlara fazlasıyla verilen ayrıcalıklar var. Patronların itiraz hakkı kesinlikle olmamalı ve bu konuda yapılmış her türlü yasal düzenleme iptal edilmeli. Patronların elinde kullanacağı yasal olanaklar olduğu sürece durum değişmeyecektir. Hükümet sermayenin isteklerini yerine getiriyor. Mecliste işçilerden yana yasalar çıkarılabilir. Ama hükümet kendi kendine bunu yapmaz. Tercihi sermayeden yana çünkü. 20 yıldır ülkeyi yöneten bir hükümet ama işçilerden ve emekçilerden yana çıkan tek bir yasa yoktur. Yani AKP katıksız bir sermaye hükümetidir. Bundan sonra da tutumları böyle olacaktır. Ancak mücadeleci sendikacıların ve işçilerin kararlı mücadelesiyle işçilerden, emekçilerden yana yasal düzenlemeler yapmak zorunda kalırlar. Bu dün de böyleydi bugün de. Yarın da ancak böyle olacak.
"KAZANIMLAR ANCAK MÜCADELEYLE ELDE EDİLİR"
Baraj ve yetkiye itirazları içeren düzenlemelerin iptal edilmesi ve bu konuda kapitalistlere tanınan ayrıcalıklara son verilmesi talebini nasıl formüle etmek, bu talep için emek hareketinin nasıl bir yol izlemesi gerekir?
Bunun ikili bir yanı var. Birincisi, barajların kaldırılması. Bakın sınırlama getirilmesi demiyorum, ülke barajı, iş yeri barajı, işletme barajı dahil bütün baraj engellerinin kaldırılması. İşten atılmaların yasaklanması, iş güvencesinin getirilmesi. Özel-kamu ayrımı yapılmaksızın her türlü taşeronluk ve alt işverenlik gibi işçileri bölen ve parçalayan düzenlemelere son verilmesi, patronlara tanınan sendika yetkisine itiraz hakkının iptal edilmesi, işyeri temsilcilerine sendikal çalışmanın örgütlenmesi konusunda tam güvence sağlanması, sendikal hak ve özgürlükleri engelleyen, işçiye baskı yapan patronlara-yöneticilere caydırıcı cezaların verilmesi. Bütün bunlar başta olmak üzere sendikal örgütlenmeyi güvenceye alan yasal düzenlemelerin yapılması gerekir.
İkincisi ise mücadeleci sendikacıların, işçilerin, emekçilerin bu talepler için kararlı bir mücadeleye girmesi. Türkiye işçi sınıfının tarihinde yasaları aşan, gerici yasaları yırtıp çöpe atan mücadele örnekleri var. Kavel var, ’89 Bahar Eylemleri var. Yakın tarihimizde Metal Fırtına, bu yılın başında onlarca iş yerinde grevler, direnişler var, TPI var.
Yani işçi ve emekçilerin meşru gördüğü, birliğini sağlandığı her alanda, sermayenin ve hükümetlerinin önümüzde koyduğu engelleri aşacak bir mücadelenin örgütlenmesi şart. Sendikalı, sendikasız ayrımı yapmadan tüm mücadele içinde olan işçilerle dayanışma içinde olmak zorunlu. İşçiye daha baştan yasalar şöyle böyle deyip mücadeleyi geri çekmek yerine birlik olarak, mücadele ederek kazanımlar olacağını anlatıp bunun gereğini yapan bir sendikacılık anlayışı ve tutumunun öne çıkması gerekir.