İtalya’da faşistler mevzi kazandı ama…
Faşist ve aşırı sağcı partilerin bu başarısı şimdilik bir seçim başarısından ibaret. Öte yandan bu partilerin kuracağı hükümetin işinin de hiç kolay olmadığı görülecektir.
Fotoğraf: Riccardo De Luca/AA
Gazi ATEŞ
İtalya’da beklenen oldu. Faşist ve aşırı sağcı partiler görece en yüksek oyu alarak mecliste çoğunluğu elde ettiler. Rakamların dili net: Bazılarınca “postfaşist” olarak tanımlanan ve kökenleri Mussolini’nin 1943’de kurduğu Cumhuriyetçi Faşist Partinin devamı olan faşist İtalyan Sosyal Hareketine dayanan İtalya’nın Kardeşleri Partisi, oyların yüzde 26.1’ini almak suretiyle bu seçimde en çok oy alan parti oldu. Aşırı sağcı cephede onu, yüzde 8.9 ile bir dönem içişleri bakanı olan ve göçmenlerin çaresizliklerinden siyasi rant devşirmekle nam yapan demagog Matteo Salvini’nin Kuzey Ligi izledi. Aslında Salvini bu cephede seçimin kaybedeni sayılabilir, zira Lig’in oy oranı 2018 seçimlerinde yüzde 17.4’tü. Hatta 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 34’ü bulmuştu. Bu cephenin diğer üyesi Forza İtalia (Haydi İtalya) ise yüzde 8.1 oy kaydederek melun Silvio Berlusconi’nin yeniden hortlamasını sağlamış oldu. Berlusconi bugünlerde “devlet adamı” pozlarına bürünmüş. Zira bir taraftan aşırı sağ cephede anahtar bir rolü kapmış, diğer taraftan seçim sonuçlarından kaygı duyan Avrupa Birliği’nin (AB) lider ülkelerine işlerin rayından çıkmayacağı konusunda güvence veren demeçler vermekte. Bu seçimin bir de böyle bir trajikomik yönü oldu, en güvenilmez adamı en muteber adam kıldı!
MERKEZ ‘SOL’UN HEZİMETİ
Bilindiği üzere, “merkez-sol” diye tanımlanan cephe büyük bir hezimete uğradı. Enrico Letta’nın liderlik ettiği sözüm ona sosyal demokrat Demokratik Parti yüzde 19.1’de kaldı. Letta’nın, Beş Yıldız Hareketi ile olan iş birliğini sona erdirerek seçimden daha güçlü çıkma stratejisi iflas etti, ki bu aslında başından itibaren belliydi.
Bu arada bölünmesine karşın Beş Yıldız Hareketi yüzde 15.3 ile beklenenden daha çok oy topladı, özellikle de Güney İtalya’da. 2018’de alınan oy oranının yüzde 32.7 olduğu düşünülürse, kuşkusuz bu büyük bir gerileme. Eski Başbakan Guiseppe Conti’nin liderlik ettiği bu hareket, kendini Draghi hükümetine ve onun gündemine karşı çıkan bir güç olarak takdim edebildi, yanı sıra “tipik sol” mevzuları (silahlanmaya hayır veya ekolojik-sosyal talepler) öne çıkardı. Bu manevra, daha geçtiğimiz temmuz ayında kurulan Unione Popolare’in (Halk Birliği) politik alanını baştan daralttı, oy oranı ancak yüzde 1.4 oldu.
Sonuç itibarıyla, halk kitlelerinin ağırlaşan yaşam koşullarında artan hoşnutsuzluğu faşist ve aşırı sağcı partiler tarafından yedeklenebildi. İlerici güçler bu sürece görece hazırlıksız ve geriden gelerek müdahil oldu, politik bir çekim merkezi olamadılar.
FAŞİZMİ Mİ İKTİDARA GELDİ?
Elbette ki hayır. Faşizm bir devlet biçimidir. Faşist ve aşırı sağcı partilerin bu başarısı şimdilik bir seçim başarısından ibarettir. Kuşkusuz önemsiz olmayan bir mevzi kazanımıdır. Öte yandan bu seçimlerin hangi politik ve sosyal çerçevede yapıldığı dikkate alındığında, bu partilerin kuracağı hükümetin işinin de hiç kolay olmadığı görülecektir.
İtalya uzun bir süreden beri gerek ekonomik-sosyal, gerekse politik bakımdan büyük açmazlarla yüz yüze. Halkın yaşam koşulları zaman zaman kısmi düzenlemelerle rahatlatılsa da başta işsizlik olmak üzere ana ekonomik çerçeve kötü olmaya devam ediyor. Önümüzdeki aylarda Avrupa ekonomisinin genel olarak durgunluğa gireceği hususu bir tarafa, İtalya’daki sınai üretimin bu yılın son çeyreğinde eksi büyümesi bekleniyor ve gidişat bu geriye düşüşün öyle hızlıca tersine dönmeyeceğine işaret ediyor. Bu, başka şeylerin yanı sıra, işsizlik sorununun ağırlaşması demek. Politik açıdan bakıldığında İtalya’daki burjuva demokrasisinin krizi atlatması şöyle dursun daha da derinleşiyor.
Son seçime katılım oranları çarpıcıydı İtalya koşulları açısından: Daha 1992 yılında bu oran yüzde 87.4 iken, 2013’te yüzde 75.2’e ve bu son seçimde de yüzde 63.9’a düştü. Yani İtalya’nın yakın tarihinin en düşük seçime katılım oranıyla faşist ve aşırı sağcı partiler bilinen seçim başarısını kaydettiler. Fakat sadece bu da değil. Bilindiği gibi, İtalya uzun bir zamandır sık sık hükümet değişikliklerinin olduğu bir ülke. Kurulacak yeni hükümet, savaştan bu yana geçen 76 yıl zarfında 67. hükümet olacak, yani hemen hemen ortalama 15 ayda bir hükümet değişiyor. Kısacası, politik sistem dikiş tutmuyor!
İTALYA’NIN KARDEŞLERİ’NİN YASLANDIĞI DİNAMİK
Aşırı sağ cenahta parlayan “yeni” yıldız faşist İtalya’nın Kardeşleri Partisinin toplumun hangi kesimlerinden oy aldığına bakıldığında, yüzde 32 ile en çok serbest çalışanlardan oy aldığı görülüyor. Bunu yüzde 28 ile “orta sınıf”, yüzde 25 ile emekliler ve yüzde 21 ile işçiler izliyor, ki işçilerden aldığı oyda oransal olarak yüzde 5’lik bir gerileme söz konusu. İtalya’nın Kardeşleri Partisinin Lideri Giorgia Meloni’nin vergi indirimleri, aile şirketlerine teşvikler, emeklilik koşullarında iyileştirmeler gibi seçim vaatleri, diğer sağcı partilerin vaatlerinden fazla ayrışmamaktaydı. Başka bir ifadeyle, bu partinin de yaslandığı dinamik, esas olarak orta ve küçük burjuvaziye dayanmaktadır.
Meloni seçim akşamı attığı bir tweette, “Şimdi görevimiz, seçmenlerimizi hayal kırıklığına uğratmamak ve ulusumuza kendi haysiyetini ve onurunu geri kazandırmak için elimizden geleni yapmaktır” diye yazarken, dolaylı olarak bir gerçeği ifade etmiş oldu. Yılmış ve umudunu yitirmiş kitlelere hoş vaatlerde bulunmak işin görece kolay kısmıydı. Oysa yeni hükümeti yabana atılamaz meydan okumalar beklemektedir, özellikle de ekonomik alanda. Her şey bir yana, İtalya’daki devasa devlet borçları (GSMH’nin yaklaşık yüzde 150’si) finansal planda fazla bir alan sunmuyor. Üstelik Avrupa Merkez Bankası faizleri artırmaya devam edecek (Bu satırlar yazılırken, İngiltere Merkez Bankasının Truss hükümetinin devlet borçlarını artıracak kararlarını finanse etmek üzere piyasaya para pompalaması merkez bankalarının faiz artırmaktan vazgeçeceği anlamına gelmiyor). İtalya AB’nin, daha doğrusu Avro Bölgesi’nin özellikle bu bakımdan yumuşak karnı. AB’nin, bu zayıf halkanın yeni bir avro krizini tetiklemesine seyirci kalamayacağı açık olsa gerek.
Başbakan olması beklenen Meloni, seçim kampanyasında kendini “modern muhafazakar”, “sadık bir Avrupalı” ve “NATO yanlısı” olarak tanıtmaya özen gösterdi. Bu tür demeçlerin taktiksel olup olmamasının pek bir önemi yok. Özellikle AB’nin özenle üzerinde duracağı husus, yeni hükümet tarafından mevcut sözleşmelere ve mali disipline uyulup uyulmayacağıdır. Sürtüşmeler bir yere kadar olacaktır muhakkak, ancak günün sonunda eli daha güçlü olan AB, daha doğrusu onun Almanya ve Fransa gibi lider ülkeleridir.
Velhasıl, İtalya’daki seçim sonuçlarının gösterdiği şu ki, ekonomik altyapısı aşınan orta burjuvazi ve adeta diken üstünde oturan ve gün geçtikçe gelecek kaygısı büyüyen küçük burjuvazi, faşist ve aşırı sağcı partilere artan bir oranda eğilim gösteriyor. Bu bakımdan İtalya ve öncesindeki İsveç seçimleri, bu eğilimin korona salgını, Ukrayna savaşı ve onun ağırlaştırdığı çeşitli sorunlarla birlikte yenilenip ivmelendiğine işaret ediyor.
YA İŞÇİ SINIFI?
İtalyan işçi sınıfı ise, hareketi gibi siyasal eğilimleri de parçalı bir tablo sergiliyor. Bağımsız bir hareket ve kararlı bir mücadeleyle kendinin ve alt sınıfların yardımına yetişemezse, sadece orta ve küçük burjuvaziden değil, kendi saflarından da faşist partilere yönelimler artacaktır. Zira, ufukta ekonomik canlanma değil, bugünleri de aratacak çetin günler beklemektedir.
İtalya’da işçi hareketi olması gereken noktada olmasa da, hâlâ göz ardı edilemeyecek bir dinamiği teşkil ediyor. Seçimlerle birlikte girilen süreç, her bir politik gücün kendi açısından rüştünü ispatlaması gerekeceği bir süreç olması itibarıyla yakından izlemeyi hak ediyor.