Sinemamız için bir gelecek
Yaratıcılığın önündeki en büyük engel ekonomik sansür. Popüler kültürün tüm mecraları kuşattığı bir ülkede, nitelikli sanat yapıtlarının var edilebilmesi, kamusal desteklerin varlığına bağlı.
Görsel: Pixabay
Vecdi SAYAR
Zor günlerden geçiyoruz. Ülkenin içinden geçtiği toplumsal-siyasal bunalımın sanat yapıtlarına yansıması kaçınılmazdı. Ama çok az filmde görebiliyoruz yaşadığımız bu korku atmosferinin etkisini. En somut örnekler ‘cin’li filmler olabilir mi?!
Şaka bir yana, sansür ve oto sansür kıskacı arasında kıvranan sinemamızın bu koşullarda hâlâ film yapabiliyor olması bile övgüye değer. Devlet desteğinin ön koşulu, tek adam rejimini ve bu rejimin siyasal aktörlerini eleştirmemek mi acaba diye düşünmeden edemiyor yapımcılar. Gezi’ye sahip çıkan yönetmenler artık bu desteklere başvurmuyor bile. Milli ve manevi değerlerimize(!) uygun bulunmayan yapıtları festivallerde bile göremiyoruz. Televizyonda filmleri bulut perdeleri ardından seçmeye çalışıyoruz. Açık, yarı açık ya da gizli sansürlerle yaşıyor sanatın tüm alanlarında ürün veren emekçiler.
Ben de pek çok arkadaşım gibi aydınlık günlerin yakın olduğunu düşünüyorum. Ama, düşünmek yetmez; çaba göstermemiz gerekiyor. Yeni bir döneme eski kurumlarla girilemeyeceğine göre, bir gelecek tasavvuruna ihtiyacımız var. Yaşananların tekrarını engelleyecek, bizden sonraki kuşakların yasaksız bir dünyada yaşamasını sağlayacak ortamı hazırlamamız gerek.
ÖZGÜNLÜK
Bu gelecek tasavvurunun üç temel kavrama dayanması gerekiyor: Özgürlük, Özerklik ve Özgünlük (Emre Kongar Hoca’nın kulakları çınlasın). Bu üç ‘Ö’ nün sonuncusundan başlayalım. O bir sonuç; ilk ikisi olmadan ulaşılması neredeyse olanaksız… Bir zamanlar sinemamızda ‘ulusal sinema’ diye bir akım yerleştirilmeye çalışılmış ama ürettiği yapıtlarla geçerliğini kanıtlayamamıştı. Çünkü, özgün bir yapıt ortaya koymak için bir sanatçının ‘tabu’ların baskısından kurtulması gerekiyor.
Özgünlük, artık ulusal kimliğe sığınarak elde edilmiyor. Batıda ya da doğuda, hangi ülkeye bakarsanız bakın ülke sinemasında ortak özellikler bulmak pek mümkün değil. Elbette, beyazperdeye yansıyan görüntülerde bir topluma ya da topluluğa özgü değerleri, manzaraları, yemekleri, giysileri bulmak mümkün. Ama, bir ülkeye özgü bir ışıktan ya da kadrajdan söz edemezsiniz. Teknolojide olduğu kadar manevi kültür değerlerinde de pek çok şey ortak. Özgünlük, milli ve manevi değerleri yansıtmakla elde edilmiyor; özgünlük yaratıcının kimliğine bağlı. Artık ulusların sinemalarından çok kişilerin sinemasından söz ediliyor. Yönetmenin kendi sinema dünyasını kurabilmesi de yaratıcı eyleme yönelik kısıtlamaların kaldırılmasına bağlı.
ÖZGÜRLÜK VE ÖZERKLİK
Yaratıcılık, özgür ortamlarda serpilip gelişir (İstisnalar genellemeye mani değil). Yaratıcılığı engelleyen tüm yasa ve yönetmeliklerin gözden geçirilmesi, farklı siyasi düşüncelerin, etnik ve cinsel kimliklerin beyazperdeye yansımasını ya da bu düşüncelere / kimliklere sahip bireylerin üretimini engelleyen maddelerin kaldırılması gerekiyor. Görsel-işitsel medyayı kontrolle görevli RTÜK’ün kapatılması, sosyal medyada özgürlüğü kısıtlama girişimlerinin yerini iletişim özgürlüğünü kolaylaştırıcı teknik altyapı desteklerinin alması gerekiyor.
Günümüzde yaratıcılığın önündeki en büyük engel ekonomik sansür. Kitle kültürünün / popüler kültürün tüm mecraları kuşattığı bir ülkede, nitelikli sanat yapıtlarının var edilebilmesi, kamusal desteklerin varlığına bağlı. Merkezi hükümet ve yerel yönetimler, sanatçılara verdiği desteklerde liyakat ve eşitlik ilkelerine ön koşulsuz uymalı. Bunun sağlanabilmesi de, tüm sanat ve kültür kurumlarının özerk ve demokratik yapılara dönüştürülmesi ile mümkün. Sanat alanlarına destekleri yönlendirecek ‘Türkiye sanat kurumunun acilen kurulması, TRT’nin gerçek bir özerkliğe kavuşturulması gerekiyor. ‘Turizm’in gölgesinden kurtulmuş bir Kültür Bakanlığının temel işlevi ise kültürel mirasın korunması ve kamu sanat kurumlarının özgür işleyişine destek vermek olmalı.
Sanat kurumlarının özerkliğinin, ‘altılı masa’yı oluşturan siyasi partilerin ve dışındaki diğer birlikteliklerin ortaklaşa benimseyebileceği bir ilke olduğunu düşünüyorum. Liberallerle, sosyal demokratların ve sosyalistlerin bu kavramda buluşmaları o kadar zor olmasa gerek. Sinemamız için bundan daha iyi bir gelecek düşünemiyorum.