Kadınların sinema sektöründeki ‘isimsizliği’
Gözde Hatunoğlu, sinema sektöründeki kadın sanatçıların sorunlarını yazdı.
Fotoğraf: Ayvalık Uluslararası Film Festivali
Gözde HATUNOĞLU
Sonbaharın henüz pek üşütmediği ama çok da sıcaktan bunaltmadığı güzel günlerinin bir kısmını Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde geçirdim. Bu yazı da oradan doğdu zaten, orada doğdu ya da.
Biz oradayken, Altın Koza’da yönetmenliğini Ziya Demirel’in yaptığı “Ela ile Hilmi ve Ali” birçok ödül aldı, festivale damgasını vurdu. Çok kısa bir süre sonra Antalya yollarına düşecek sinemacılar, gazeteciler, yine ve yeni heyecanlarla oradaki filmler izlenecek, ödüller merakla beklenecek.
Yazının konusu festivaller değil elbette. Biraz kadınlardan bahsedeceğiz. Kadın oyunculardan, kadın yönetmenlerden, yapımcılardan, ödüllü kadın kurgucularımızdan, sinemaya gönlünü, emeğini koymuş sayısız isimden. Belki biraz da onların “isimsizliğinden” dem vuracağız.
Festivalden başladık, çünkü ülke sinemasının görücüye çıktığı ve haliyle de sektörel sorunların en görünür olduğu yer orası. Bu yıl düzenlenen film festivallerinde kaç kadın yönetmenin filmi yarıştı? Kaç senaryo bir kadının elinden çıkmaydı. Ya film müzikleri? Kaçını bir kadın besteledi? Yeteri kadar kadın görüntü yönetmenimiz var mı?
BİR ZANAAT OLARAK OYUNCULUK
Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nin sayısız etkinliğinden birinde, bir panelde, Sevgili Özen Yula’nın moderatörlüğünde “Bir Zanaat Olarak Oyunculuk” konuşuldu. Funda Eryiğit, Hare Sürel, Gülçin Kültür Şahin, Nihal Yalçın oyunculuk serüvenlerini, perdeye yansıyan performanslarıyla bu yansımanın hayattaki karşılığını anlattı bize. Sorular soruları kovaladı, biraz kahkaha attık biraz da canımızı sıkan şeyleri döktük içimizden.
Dört harika oyuncu, dördü de kadın. Konu elbette şu “kadın oyuncu” işine geldi. “Kadın yönetmen”, “kadın filmi”, sinemada kadın hikayeleri… Doğru mu söylüyoruz acaba? İzleyiciler de sordu bu soruyu, sinemacı kadınlar anlattı, dinledik canıgönülden.
Erkek sinemacı gibi bir tabir kullanmazken, özellikle son yıllarda, sinemacılıkla ilgili her titrin başına illa “kadın” kelimesini eklemek biraz da iyi niyetle ve şimdilerde adına pozitif ayrımcılık dediğimiz kavramla devreye girmişti. Peki geçen bunca yıldan sonra hâlâ doğru bir şey yapıyor muyuz bunu derken?
Funda, Hare, Gülçin ve Nihal hep bir ağızdan bu durumdan rahatsızlıklarını dile getirdiler. Yola çıkıştaki iyi niyeti kabul etmekle birlikte artık kadınlar “kadın oyuncu” olarak anılmak istemiyor. Ben kendime hep sinema yazarı dedim, kimse de bana “kadın” sinema yazarı demedi. Oysa bu meslek de erkeklerin egemen olduğu bir meslek ülkemizde.
Geçmiş yılların istatistiklerini uzun uzun yazmayıp bu yıla bakalım. Yönetmen ve Senarist Nazlı Elif Durlu, “Zuhal” filmiyle 41. İstanbul Film Festivali’nde “En İyi Senaryo Ödülü” ve “En İyi İlk Film Ödülü” aldı. Durlu, “Ela ile Hilmi ve Ali” filmiyle de 29. Adana Altın Koza Film Festivali’nde “En İyi Senaryo” ödülünü Ziya Demirel ile paylaştı. Nihal Yalçın, çok başarılı bir performans sergilediği “Zuhal” filmindeki rolüyle birçok ödülün sahibi oldu. Altın Koza’da En İyi Kurgu Ödülü Ela ile Hilmi ve Ali ile Selda Taşkın’a ve Henrique Cartaxo’ya gitti. Selda Taşkın, Ayvalık’ta gösterilen üç filmin birden kurgucusuydu. Yine Ayvalık’ta bir arada olduğumuz sevgili arkadaşımız Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik, ilk uzun metrajı “Kaygı” ile 2017 yılında birçok ödül kazandı. 2020 yılında belgeseli “Ankebût” ile ve bu yıl da “Cadı Üçlemesi +15” ile büyük ses getirdi.
Yani dönüp bakınca aslında kadınların sinema sektöründe kapladığı hacim artıyor. Bunun yeterliliği, kadınların erkek meslektaşlarına kıyasla aldıkları ücretler, projelerinin kabul görme oranı ve sadece cinsiyetlerinden dolayı yaşadıkları ayrımcılıksa henüz çözülememiş bir sorun ve kadın-erkek ayrımı yapmadan, sektördeki her insanın buna kafa yorması ve çözümün bir parçası olması gerekli.
KADIN HİKAYESİ ANLATMAK
Sinema sektöründeki kadınlardan, yer aldıkları projelerden ve aldıkları ödüllerden bahsederken de dilimize pelesenk olan bir tabir daha var: Kadın hikayesi. Kadın hikayesi anlatmak, sinema için kadın hikayesi yazmak da bu görünürlük ve temsil sorununun bir parçası. Peki ama nasıl?
Bu noktada bir kez daha “Bir Zanaat Olarak Oyunculuk” paneline ve panele katılan dört kadın oyuncunun ortak olarak zikrettikleri bir siteme dönelim.
Kadın hikayeleri elbette sadece kadınlar tarafından anlatılmaz. Sinema, var olduğu yüzyıl boyunca egemeni olan erkekler tarafından icra edilirken hikayeler de onların elinden daha çok çıkmış oldu. Şimdi ise bizi biz daha çok anlatır olduk. Sinema perdesine yansıyan sözcükleri yazan kadınlar, kamerasını kadınlara çeviren kadın yönetmenler artıyor.
Ancak yukarıda bahsettiğimiz sitemden azade değil bunların hiçbiri: Kadını ele alan sinema, onu bir erkeğin çerçevesinden, bir erkeğin hayatındaki bir parça olarak görmeye, anlatılacak derdini ise hep erkeklerle ilgili bir noktadan ele almaya büyük ölçüde devam ediyor.
Oysa biz kendi başımıza varız. Kendi hayatlarımızda, kendi benliklerimizle, hepimizin hayatına dokunan iyi ya da kötü şeylerledir mücadelemiz. Sinemada hep birinin eşi, sevgilisi, annesi, kardeşi değiliz. Hikayelerimiz de sadece erkeklerin bize yaşattığı şeylerden ibaret değil.
Bizi biraz da böyle görün, bize başka bir yerden bakın mesela. Sadece kadın yönetmen, kadın oyuncu, kadın yazar, kadın karakter değiliz. Biz çok daha fazlasıyız.