Altın Portakal’ın ’70’li yılları
"Bu yazıda, festivalin ikinci evresini simgeleyen ve Altın Portakal’ı, Onat Kutlar’ın deyişiyle bir 'halk şenliği'ne dönüştüren 1970’leri ve Selahattin Tonguç Dönemi’ni masaya yatıracağız."
Görseller: Tuncer Çetinkaya arşivi
Tuncer ÇETİNKAYA
Altın Portakal, kurulduğu günden bu yana, bir yerel yönetim festivali olmuştur. Dr. Avni Tolunay’ın öncülüğünde, “dünya cenneti” olan Antalya’yı memleket insanına tanıtmak amacıyla başlayan etkinlik, bu yüzden dönemin belediye başkanlarının isimleriyle kategorize edilir. Bu yazıda, festivalin ikinci evresini simgeleyen ve Altın Portakal’ı, Onat Kutlar’ın deyişiyle bir “halk şenliği”ne dönüştüren 1970’leri ve Selahattin Tonguç Dönemi’ni masaya yatıracağız.
TONGUÇ DÖNEMİ’NE GİRİŞ
9 Aralık 1973 tarihinde yapılan yerel seçimler, Antalya’da büyük bir değişimin habercisi olmuştur. Başlangıçta şans verilmeyen CHP Adayı Avukat Selahattin Tonguç, otoriteleri şaşkına çevirerek, Türkiye’nin en genç belediye başkanlarından biri olarak göreve başlamıştır.
O yıllarda festival, magazin basınında Konyaaltı sahilinde bikinili pozlar veren dansözlerden aldığı ilhamla “Türkiye’nin Cannes’ı” olarak lanse edilse de, on yılda gelinen nokta içler acısıdır. Altın Portakal, kodaman Yeşilçam yapımcılarının muharebe alanına dönüşmüştür. “Karanlıkta Uyananlar” Filminin Senaristi Vedat Türkali’nin, kendilerine “Milliyetçi Antalya Gençliği” adını veren bir grup tarafından tehdit edildiği; “Haremde Dört Kadın”ın gösteriminin sinema salonunu basan gruplarca durdurulduğu; kimi filmlerin Türk-Amerikan dostluğunu zedeleyeceği savıyla elendiği; Akad, Erksan, Güney gibi sinemacıların görmezden gelindiği bu dönemden geriye, tartışmalı jüri kararları, yumruklu ödül törenleri ve ikinci sınıf melodramlar kalmıştır.
GERÇEK BİR SANAT OLAYI
Yeni başkan işe bir basın açıklamasıyla başlar ve “1974 yılında yapılacak festival ile daha önceki organizasyonlar arasında bir benzerlik bulunmamaktadır,” der. Tonguç’a göre festival, lüks yemek ve toplantıların, davullu zurnalı eğlencelerin yer almayacağı gerçek bir sanat olayı olacaktır. Bu doğrultuda Türk Sinematek Derneğiyle iletişime geçen ve Onat Kutlar’ın desteğini alan yönetim, nitelikli bir jüri kurarak işe başlar. Değişim sonraki yıllarda devam edecektir:
HEYKELDEN ÖYKÜYE VE SİNEMAYA
Yeni portakalda Müjdat Gezen, Levent Kırca, Erkan Yücel gibi oyuncular bir römorkun üzerinde ve kenar mahallelerde halkla buluşur; Melike Demirağ, Edip Akbayram gibi isimler büyük konserler verir; Mengü Ertel’in halen kullanılan belediye logosu hazırlanır; ödül heykelinin yeni tasarımı için -kazananının Ayşe Erkmen olduğu- yarışma açılır; filmlerin gösterimi yaygınlaştırılır. Bugün kentin simgelerinden olan, Karaalioğlu Parkı’ndaki meşhur “El Heykeli” de Kuzgun Acar tarafından bu dönemde yapılmıştır. Bu adım, sonradan Uluslararası Plastik Sanatlar Sempozyumu’na dönüşecektir. İlhan İrem, Seyyal Taner, Ali Kocatepe gibi dönemin genç popçularının dahi festivale özel besteleri seslendirdiği (“Antalya’ya Koş”) 1975 yılında halkaya bir öykü yarışması da eklenir. Seçici kurulunda Fakir Baykurt, Asım Bezirci, Erdal Öz gibi yazarların yer aldığı, 170 eserin katıldığı “Türkiye’den Hikayeler”de Dursun Akçam birinciliğe değer bulunur; üçüncülük ise o yıllarda pek tanınmayan Orhan Pamuk’un olur.
PROMETE’YE ÖLÜM!
Antalya, kısa sürede ülkedeki ilerici ve demokrat kamuoyunun dikkatini çeker hale gelmiştir. İmece usulüyle, dönemin dayanışmacı ruhuna uygun, maddi çıkar gözetmeksizin atılan sanatsal adımlara tepki gösteren malum grupların ilk tepkisi, Aspendos’taki ödül töreninde, o sırada hapiste olan Yılmaz Güney’in ödülünü almak üzere Antalya’ya gelen Fatoş Güney’in taşlanmasında kendisini gösterir.
Erk destekli saldırılar bununla sınırlı kalmaz. Kentin çeşitli bölgelerindeki duvar ve trafoların resimlendirilmesi için Antalya’ya gelen, aralarında Orhan Taylan, Mehmet Aksoy, Gülsün Karamustafa, Cihat Aral gibi isimlerin olduğu sanatçıların üretimleri halkın ilgisiyle karşılaşsa da, sonradan eserlere planlı bir saldırı başlatılır. Aksoy’un ünlü “İşçi ve Oğlu” heykelinin parçalanması, valinin “beğenmediği için”(!) cumhuriyet savcılığına ihbarda bulunması ve resimleri brandayla kapatması konunun bütün ülkede tartışılması sonucunu doğurur. Orhan Taylan’ın “Promete”sinin başına gelenler de trajikomiktir. Kenti ziyaret eden Ege Orduları Komutanı Kenan Evren, eserdeki figürlerden birinin Stalin olduğunu iddia eder! Darbeci general, muradına 12 Eylül’den sonra erecek ve resmin yok edilmesi talimatını verecektir.
SANSÜRE KARŞI
Daimi ve Nesimi’nin de katıldığı Aşıklar Şöleni; Atatürk Stadyumu’nda, Aziz Nesin, Ataol Behramoğlu, Ahmed Arif gibi aydınlar tarafından düzenlenen “Barışa Özlem” gecesi; Timur Selçuk, Rahmi Saltuk, Ruhi Su, Zülfü Livaneli konserleri halkın katılımıyla gerçekleşir. 1978’de, Altın Portakal tarihinde ilk kez Uluslararası Film Yarışması da düzenlenmiş, TRT tarafından naklen yayımlanan -kazananının Yavuzer Çetinkaya olduğu- bir şarkı yarışmasına imza atılmıştır.
Tonguç Dönemi’nin bir başka özelliği de sansüre karşı sergilenen duruştur. Süreyya Duru’nun “Kara Çarşaflı Gelin”ine sahip çıkılması; Yavuz Özkan’ın denetimden geçmeyen “Maden”inin kesintisiz gösteriminin sağlanması; “Yolcular”, “Demiryol” ve “Yusuf ile Kenan” filmlerine el konulması üzerine film yarışmasının iptal edilmesi bu yıllarda gerçekleşmiştir.
BİR DÖNEMİN KAPANIŞI
Türkiye’de halk-sanat buluşmasının en nitelikli örneklerini sergileyen festival, toplumcu duruşunun bedelini özel bir günde ödeyerek devrini kapatır. 17. şenliğin açılış günü olan 12 Eylül 1980, karanlık bir çağın başlangıcıdır.
Halk şenliğinin ülkenin kültürel birikimine sağladığı katkı iyi algılanmalıdır. Bugünün yeni festivallerinde filmler bizzat organizatörler tarafından sansürlenmekte, ödül heykeli müstehcen bulunarak kübik formlara bürünmekte, ulusal yarışma kaldırılıp, yönetmelikler “usta sinemacıların” eliyle bir gecede değiştirilebilmektedir! Protokolün ön, halkın arka kapılardan içeriye davet edildiği, filmlerin birkaç salona hapsedildiği, “organizatörün sesi” olan niteliği kuşkulu jürilerin cirit attığı “halksız festivaller” ile geçmişin arasında esaslı bir uçurum vardır!