Parlayan bir tür: Biyografi
Janet Barış; son dönemde artan biyografi filmleri üzerine yazdı.
Görsel: Film afişleri
Janet BARIŞ
Tarihine baktığımızda Türkiye sinemasında biyografi türünün çok köklü ve yaygın olmadığını görürüz. Genel olarak zaten korku, bilim kurgu gibi örneklerin çok az sayıda olduğunu düşünürsek biyografinin de geride kalması şaşırtıcı değil. Yine de bir tür sinemasından bahsetmek mümkün. Türkiye sinemasında en sevilen türler komedi ve melodram oldu çoğunlukla. Hatta Yeşilçam dönemi melodramları Türkiye sineması için özellikle ’60’larda belirleyici unsurlardan biriydi. Özellikle Yeşilçam’da kalıplaşmış hikayelerin dışına çıkmak zor olduğundan herhangi birinin hayatına odaklanma, anlatma pratikleri gelişmedi. Bunda toplumun acıklı hikaye sevmesi, melodram türüne özel bir ilgi göstermesinin güçlü bir payı da var şüphesiz.
’80’lerin sonu ve ’90’larla birlikte gelişen arabesk kültürün sinemaya yansıması daha farklıydı, Tamamen hayat hikayesine odaklanan biyografik filmler değildi ama o dönemde ünlü olmuş şarkıcıların hayatta çektiği zorluklar üzerine kuruluydu ve çoğu kurmaca filmlerdi. Örneğin Küçük Emrah’ın yavaş yavaş ünlü olduğunu anlatan bir film çekilecekse hikayesi kurmaca olarak tasarlanıyordu.
Biyografi filmleri furyasını ateşleyen öncü filmlerden biri Müslüm (2018) oldu. Müslüm Gürses’in hayatının anlatıldığı film hem seyirci hem de eleştirmenler tarafından sevildi. Gişesi de sağlamdı. Müslüm’ün ardından gelen Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu (2019) ise Ünlü Sporcu Naim Süleymanoğlu’nun Bulgaristan’dan Türkiye’ye uzun yaşam ve spor öyküsünü anlatırken kişisel bir tarihi açığa çıkarıyordu.
MELODRAMIN GÜCÜ
Arkasından gelen Dilberay ile Bergen gibi örneklerde de benzer bir sürece şahit oluruz. Seyircinin ilgisini çeken şey sevdikleri ünlü sporcu ya da şarkıcı fark ermeksizin hayat hikayelerinin acıklı olması olur. Böylelikle sadece sevilen bir şarkıcıya dair ayrıntılar değil aynı zamanda hayatın acı gerçekleri üzerine kurulu bir söylem açığa çıkar. Bu açıdan bakıldığında belki Türkiye sinemasında biyografi günümüze değin pek işlenmemiş olsa da melodramın özellikle Yeşilçam sonrası köklü bir gelenek haline gelmesi türe ilgiyi arttıran nedenlerden biri olarak göze çarpar.
Bir yandan da Müslüm, Naim gibi örnekler erkek dünyasını simgelerken Dilber Ay (Dilberay, 2020) ve Bergen (2022) gibi örnekler de kadını merkeze alarak öne çıkar. Kadınların görünür olduğu ve merkezinde yer aldığı biyografi filmleri sadece kişisel öyküler olmaktan ziyade toplumun kadına bakış açısına dair de bir söylem de üretir. Dilber Ay’ın 13 yaşında zorla evlendirildikten sonra şarkı söylemeye başlaması, yaşadığı zorluklar bir biyografi filmiyle görünür olur. Bergen’in dramatik hikayesi de kendi başına bir senaryo gibidir. Genç yaşta sahnelere çıkan daha sonra da evlendiği adamın şiddetine uğrayıp tek gözünü kaybeden Bergen’in şöhret öyküsü kendi başına bir melodramdır. Sonunda bir silahlı saldırıda hayatını kaybeder. Filmin bu gerçeği ifşa etmesi bile sorun olur. Bu hikayelerin anlatılması kadının gösteri dünyasında karşılaştığı zorlukları, yaşadığı ataerkil şiddeti ifşa etme açısından da ayrı bir önem taşır.
Bugün gişede ses getiren, popüler kültür içerisinde bir yer edinmeyi başaran ve aynı zamanda eleştirmenlerce tartışılan biyografi filmleri hiç olmadığı kadar popüler. Türkiye sineması biyografi filmlerini yeni keşfediyor da diyebiliriz bir yandan. Diğer yandan baktığımızda ise seçilen hikayelerin özellikle dramatik olması ve filmlerin genel olarak bu ‘acıklı hayat hikayeleri’ üzerinden ilerlemesi melodram türüne alışık olan seyirci için de tanıdık bir alan yaratıyor. Yaratılan karakterler her ne kadar yaşayan gerçek insanlardan ilham alsa da melodram türünün kalıplarını kullanıyor çoğunlukla. ‘İyi’lerin çok iyi olduğu kötülerin ise çok kötü göründüğü bu aşinalık biyografi türünün kendisi biraz geç keşfedilmiş gibi görünse de Yeşilçam kalıpları düşünüldüğünde asında çok tanıdık.