Jana Nakhal: Lübnan’da işçi sınıfı ve kadınlar farklı bir senaryo üretmeli
Jana Nakhal ile insanların paraları almak için banka basmak zorunda kaldığı, ekonomik ve siyasi krize yakın zamanda halkçı bir çözüm üretilmesinin mümkün görülmediği Lübnan'da yaşananları konuştuk.
Fotoğraf: Jana Nakhal'ın kişisel arşivi
Elif GÖRGÜ
İstanbul
Beyrut’ta 28 yaşındaki İç Mimar Sally Hafez, iki hafta önce elinde silahla bir bankaya girip hesabındaki parayı zorla alınca gözler bir kez daha uzun süredir ekonomik krizde olan Lübnan’a çevrildi. Sally’nin ablası kanser hastasıydı, tedavi için paraya ihtiyacı vardı ve Lübnan bankaları kriz gerekçesiyle hesaplara erişimi 2019’dan bu yana kısıtlamıştı. Kendisine ait parayı bankadan çekebilmesi için silahla tehdit etmesi gerekti. Silahın oyuncak olduğu sonradan ortaya çıktı. Sally ise, 13 bin dolar aldı ve gizlendi. Halktan da büyük destek gördü. Komşuları polisten kaçmasına yardım etti. “Belki de kadın sesinin duyulmaması gereken ataerkil bir toplumda bunu yapan ilk kadın olduğum için beni kahraman olarak gördüler” diye yorumladı Sally bu durumu. Geçtiğimiz hafta gizlendiği yerden gazetecilere verdiği bir görüşünde, “Herkes bizden çalmak ve bizi aç bırakmak ve yavaş yavaş ölmemiz için iş birliği içinde” diye de ülkedeki duruma tepki gösterdi.
Sally’nin yaşadıkları münferit değil. Lübnan’da ekonomik kriz yaşam koşullarını birçok kesim için oldukça zorlaştırdı. Zaman zaman kitlesel tepkiler sokağa yansıyor. Örgütlü ve istikrarlı bir mücadele halini henüz almadı. Bir kurulup bir dağılan ve yönetmekte zorlanan hükümet aygıtı, IMF ile kurtarma paketleri üzerine görüşüyor. Ancak sadece Lübnanlılar değil, dünyanın her yerindeki halklar IMF’nin kurtardıklarının devletler ve şirketler olduğunu uzun deneyimleriyle biliyorlar. Bu deneyimin en zorluları da genelde kadınlara düşüyor. Lübnan’da da durum farklı değil.
“Kişinin kendi hakkını kendi eliyle alması devletin suçudur, çünkü devlet rolünü oynamamayı seçip bankaları desteklediğinde insanları buna zorlamıştı” diyor bir başka Lübnanlı genç kadın Jana Nakhal. Nakhal, Dünya Kadın Yürüyüşü’nün Lübnan koordinatörü olan, aynı zamanda Şehir Planlama ve Sosyoloji doktora öğrencisi.
Sally Hafez’in yaşadıkları, Lübnan’daki krizin bugünkü durumu ve özellikle kadınlara yansımaları konusunda sorularımızı yanıtlayan Nakhal, devletin krizi bankaların ve şirketlerin çıkarları için çözmeye çalıştığı koşullarda tek çözümün kadınların, işçilerin farklı bir senaryo üretmesi olduğunu düşünüyor.
BANKA BASKINLARI BİREYLERİN DEĞİL, DEVLETİN SUÇU
Lübnan’da bankalara yönelik öfke Sally Hafez’in bir bankayı basmasıyla yeniden görünür oldu. Sally’nin davranışının arkasındaki hikaye nedir? Bu eylem nasıl bir etki yarattı?
Lübnan’da bankalara yönelik öfke, ekonomik çöküşün başladığı ve bankaların insanların paralarını çaldığı 2019 yılında başlamıştı. Sally Hafez yerel bir bankanın müdürünü plastik bir silahla rehin aldı ve parasını almak istedi. Daha önce de birkaç kez bu şubeye gelmiş ve kız kardeşiyle birlikte yıllardır biriktirdikleri paraları almak istemiş. Bu şubede yaklaşık 15 bin doları var. Kız kardeşi kanser hastası ve tedavisi için yaklaşık 50 bin dolara ihtiyacı var. Şube müdürü talep ettikten sonra kanıtlar ve tıbbi raporlar bile sunmuş, müdür de kendi hesabından ayda 200 dolardan daha az bir miktar vermeyi kabul etmiş. Parasını almak için yaptığı pek çok girişimden sonra Sally arkadaşlarıyla birlikte banka şubesini basmaya karar verdi. Daha sonra ortadan kayboldu. Arkadaşları şu anda soruşturma altında.
Olayın ardından bir televizyon röportajına çıkan Sally, tüm bu ayrıntıları anlattı, insanlara hikayesini anlattı ve bankaya yaptığı saldırıdan dolayı kendisini tehdit altında hissetmiş ya da psikolojik olarak etkilenmiş olabilecek herkesten özür diledi ve onlara asla zarar vermeyeceğini söyledi.
Sally’nin saldırısı haberlere yansıdığı andan itibaren insanlar, gruplar, aktivistler ve avukatlar Sally’ye ve eylemine desteklerini ifade ettiler. Kişinin kendi hakkını kendi eliyle alması devletin suçudur, çünkü devlet rolünü oynamamayı seçip bankaları desteklediğinde insanları buna zorlamıştı.
LÜBNAN’DA BANKALAR KRİZİN EN BÜYÜK PARÇASI
Sanırım bu tek bir olay değil, daha önce ve sonrasında da oldu. Bankanın Lübnan krizindeki rolü nedir?
Bu daha önce 2019 İntifadası (ayaklanması) sırasında, siyasi gruplar ve partilere mensup kişiler bankaları basmaya, baskınları filme almaya ve bunu neden yaptıklarına ve devletin bankaları destekleyerek bizleri perişan etmedeki rolüne dair radikal, siyasi bir söylemde bulunmaya başladıkları zaman başlamıştı.
Kovid nedeniyle ayaklanma sona erdi. Bu eylemler de durdu.
Ancak yaklaşık bir ay önce, bir adam tüfekle bir bankada rehineler aldı ve parasını geri vermelerini istedi. Haber duyulur duyulmaz insanlar onu desteklemek için sokaklara döküldü ve bankanın önünde bir gösteri düzenledi. Sally bunu bu ay yeniden başlattı, aynı gün ondan sonra başka bir adam daha yaptı... ve ertesi gün Lübnan’ın dört bir yanında 9 farklı kişi bunu yaptılar.
Bankalar krizin en büyük parçası: Krize onlar sebep oldu. Geçtiğimiz 30 yıl boyunca ve iç savaşın sona ermesinin ardından Merkez Bankası, bankaların Lübnan ekonomisini ele geçirmesine izin veren neoliberal politikaları uyguladı. Patronlar tarafından kurulan ya da kontrol edilen sonraki hükümetler ve parlamentolar da bu bankaların ortakları ya da sahipleriydi, yani sadece neoliberal politikaların uygulanmasını desteklemekle kalmadılar, aynı zamanda Lübnan ekonomisini tamamen tahrip ederek tek sektöre dayalı bir rant ekonomisine dönüştürdüler: Hizmetler ve bankalar.
LÜBNAN’IN YÜZDE 55’İNDEN FAZLASI ARTIK YOKSUL
Banka hesaplarıyla ilgili sorunların yanı sıra, Lübnan’daki son durum nedir? Sosyal ve siyasi koşullar günlük yaşamı nasıl etkiliyor, değiştiriyor?
Dünyadaki çoğu ülke ekonomik krizden geçiyor, Lübnan’daki durum ise biraz daha uç bir noktada.
Kriz 2019’da başladı ve dünya bankası tarafından modern dünya tarihindeki en kötü 3 ekonomik krizden biri olarak kategorize edildi ve daha spesifik olarak “Ekonomik erimeçöküş” olarak adlandırıldı. Bu, kovid-19 salgını ve Beyrut Limanındaki patlama ile aynı zamanda meydana geldi. Bu patlama tarihteki nükleer olmayan en büyük patlamalardan biri oldu. 200’den fazla kişi öldü, 7 binden fazla kişi yaralandı, yaklaşık 300 bin kişi evinden oldu ve Beyrut’ta 6’dan fazla mahalle yerle bir oldu. Bu patlamanın sonuçları, devletin yeniden inşaya ve insanların evlerine dönmelerini sağlamaya katılmaya istekli olmaması nedeniyle bugüne kadar hâlâ görülmektedir.
Bu, hizmetler de dahil olmak üzere devletin yıkımının günlük bir gerçeklik olduğu anlamına geliyordu: Elektrik, su, yollar, eğitim ve sağlık sistemi, hepsi büyük acı çekiyor, insanların işi yok ve kira fiyatları büyük ölçüde arttı.
Dahası, Lübnan lirasının değeri o kadar hızlı bir şekilde yok oluyor ki, 3 yıldan kısa bir süre içinde liranın değeri 2019’daki değerinin 20 katından fazla azaldı.
Bu çöküşün sonucu, benzin ve mazot kıtlığı nedeniyle benzin istasyonlarında oluşan aşağılayıcı kuyrukları gösteren yerel ve uluslararası medya haberleri aracılığıyla anlaşılabilir. Buna ek olarak, elektrik ve ilaç kıtlığı Lübnan’da hayatı neredeyse çekilmez hale getirmekte ve hâlâ bir işi olanlar için çalışmayı imkansız kılmaktadır. Bu arada gıda fiyatları bir yıl içinde yüzde 400’den fazla arttı. Yine bir yıl içinde işçi sınıfı yoksulluk sınırının altına düştü. Birleşmiş Milletler Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu (ESCAP) tarafından hazırlanan bir rapor, Lübnan’ın yüzde 55’inden fazlasının “yoksul” hale geldiğini gösterdi.
DOĞUM KONTROL HAPLARI PİYASADAN KAYBOLDU, PEDLER 20 KAT DAHA PAHALI
Tüm bu yaşananlardan özellikle kadınların hayatı nasıl etkileniyor?
Lübnan’da devlet, dini kurumlar ve toplum tarafından sürdürülen, kadınları ve diğer marjinal görülen grupları çeşitli şiddet biçimlerine maruz bırakan sistematik bir ayrımcılık söz konusu.
Bu durum barınma, eğitim, ulaşım, sağlık ve güvenlik düzeyindeki ihlaller üzerinden algılanabilir.
Sağlık hizmetleri açısından, kadınların cinsel sağlık ve üreme sağlığı etkileniyor. Cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetleri, yatırım eksikliği ve devletin ameliyatları karşılama ve kadınları ilaç, hijyenik ped ve doğum kontrolü ile destekleme konusundaki isteksizliği nedeniyle çökmüş durumda. Doğum kontrol hapları piyasadan kayboldu ve hijyenik pedler geçen yıla göre 20 kat daha pahalı hale geldi. Anketlerin de gösterdiği gibi, ekonomik çöküş, Beyrut Limanındaki patlama ve kovid-19 salgını, 2019 orman yangınları ve ırkçılık, mezhepçilik ile bölgesel ve sınıf temelli ayrımcılığın damgasını vurduğu zaman zaman yaşanan çatışmalar gibi birçok başka şey krize eklendi.
Bu senaryo, nüfusun, özellikle de kadınların, kadın mültecilerin ve kuirlerin ruh sağlığını ciddi şekilde etkilemiştir. Altyapıdaki çöküş ve mazot sıkıntısı, ruh sağlığı hizmetleri için gerekli altyapıyı da etkilemiştir: Daha fazla can kaybını önlemek için gerekli bir hizmet olan intiharı önleme yaşam hattı bile enerji krizi nedeniyle artık risk altında.
Bu arada, pandeminin ve mevcut ekonomik çöküşün yükünü kadınlar çekerken, kadın mülteciler ve göçmen işçiler için mücadele daha da büyük. Lübnan’daki Filistinli ve Suriyeli kadın mülteciler yıllardır temel ekonomik haklarından mahrum bırakılırken, uluslararası kuruluşların yardımlarını, değersiz gıda kartlarına indirgemesi nedeniyle başka türlü sömürü ve ırkçılığa da maruz kaldılar. Ülke, özellikle ev işlerinde çalışan göçmen kadın işçileri etkileyen büyük bir adaletsizliğe tanıklık etmektedir. “Kafala” sisteminin insanlık dışı koşullarına maruz kalmanın yanı sıra bu kadınlar, ekonomik kriz bahanesiyle yasa dışı sınır dışı edilmelerle karşı karşıya kaldıkları için artık kendi başlarına bırakılmış durumdalar.
Bu arada Kafala sistemi şöyle: Göçmen işçilerin ülkede kalabilmek için Lübnan vatandaşları onların sponsorluğunu üstlenmek zorunda ve böylece tamamen işverenlerinin kontrolüne tabiler. Bu istismara açık ataerkil bir iş sözleşmesi. İşverenler, sponsor oldukları işçilerin vizelerini ellerinde tutma ve ülkedeki yasal statülerinden sorumlu olma hakkına sahipken, bu işçilerin asgari ücret, sınırlı çalışma saatleri, ücretli tatil ve ücretli fazla mesai gibi çalışma haklarını güvence altına almaktan ise muaflar.
Öte yandan, ötekileştirilenler için insana yakışır bir yaşamı güvence altına almak ve eğitim, barınma ve sağlık hizmetleri sağlamakla sorumlu olan devlet altyapısı çöküyor. Public Works Studio, “Feminist bir dava olarak konut” başlıklı makalesinde, Lübnan’da kadınlar için güvenli konuta erişimin ne kadar zayıfladığını ve özellikle Beyrut Limanındaki patlamadan en çok etkilenen bölgelerde yaşayan yaşlı kadınlar, göçmen işçiler ve mülteciler için konut hakkının ne kadar görünmez hale getirildiğini gösterdi.
Buna ek olarak, toplu taşıma da dahil olmak üzere ulaşım ücretleri o kadar yüksek hale geldi ki pek çok kadın artık bu ücretleri ödeyemiyor ve bu nedenle işlerini ya da üniversitelerini bırakmak zorunda kalıyorlar. Konut güvensizliği ve ulaşım krizi, bu yıl yüzde 14.3’e ulaşan kadın işsizliği oranına ek olarak, bağımsız olma, kendi dairelerine taşınma, okuma, çalışma ve yalnız yaşama becerisine sahip çok sayıda genç kadın ve kuirin ailelerinin evlerine geri dönmek ve bir kez daha aileye güvenmek zorunda kalmasına neden oldu. Bu durum bağımsızlıklarının, ekonomik, siyasi ve sosyal etkinliklerinin azalmasına neden oldu.
Bu duruma misilleme olarak ve bir direniş, dayanışma ve sessizlerin sesini duyurma eylemi olarak, 31 Temmuz’da Lübnanlı kadınlar kadın cinayetlerine, kuir topluluğa yönelik tehditlere, mültecilere ve göçmen işçilere yönelik saldırılara ve devletin işçi sınıfının cinsel, bedensel ve ekonomik haklarına yönelik saldırılarına karşı kesişimsel bir gösteri düzenlendiler. Bu 2020’deki sokağa çıkma kısıtlamasından sonraki ilk eylemlerden biriydi. Bence bu gösterinin söylemi ve talepleri, kadınların, kuirlerin, mültecilerin ve ev işçilerinin durumunun ne kadar kötü olduğunu çok iyi anlatıyordu.
KRİZİN DEVAM ETMESİ DEVLETİN PLANLI TERCİHİDİR
Lübnan’da bir yandan sosyal, bir yandan siyasi kriz yaşanıyor, hükümet kurulamıyor. Yıllar geçti. Neden bu krizlere henüz bir çözüm bulanamadı?
Bunun nedeni devletin bunu çözmek istememesi: Çözmek demek, iktidardakilerden paramızı geri almak demek, onları hapse atmak demek, sosyal adaletli ekonomik politikalar uygulamak ve sosyal adaletli bir devlet yaratmak demek... ki iktidardakiler bunun olmasını istemiyor.
Krizin hâlâ devam ediyor olması devletin planlı ve bilinçli bir tercihidir. Neoliberal politikalardan vazgeçmek, Lübnan’da devletin doğasını değiştirmekle eş değerdir: Azınlığın çıkarları için çalışan bir devletten, insanların, özellikle de en marjinalleştirilmiş olanların haklarını ve çıkarlarını destekleyen bir devlete.
DEVLET ÇÖZMEDİĞİNE GÖRE, HALKIN ÇÖZMESİ GEREKİYOR
Sizce bu sorun nasıl çözülebilir? Lübnan için olası senaryolar nelerdir?
Lübnan için acil bir çözüm yok ve zaten her türlü sömürüyle mücadele edenler en çok acı çekecek olanlar. Bu da mevcut çöküşün Lübnan’daki tüm toplum tarafından hissedilenbir kriz olduğu anlamına geliyor, ancak bu etkileri çeşitli şekillerde ve daha büyük ölçüde hissedecek olanlar işçi sınıfı, kadınlar, ötekileştirilenler ve mülteciler. Bu çöküş, bu toplulukların yıllarca inşa etmek için mücadele ettiği koruma, iş birliği, dayanışma ve kararlılık biçimlerini ve ağlarını yok ediyor.
Bugün, bu topluluklar eşi benzeri görülmemiş zorluklarla karşı karşıya ve devlet en çok ihtiyaç duyulduğu anda ortadan kayboldu ve en çok etkilenen nüfusu tek bir şeye doğru itti: Birbirlerini sömürmeye. Devlet bugün yaşadığımız her şeyden, özellikle de işçi sınıfı, kadınlar, ötekileştirilenler ve mülteciler arasındaki birlik ve dayanışmayı yok etmekten sorumludur.
2019 yılında Marksist ve solcu iktisatçılar devletin çöküşü durdurmak için uygulayabileceği politika ve prosedürlerin bir listesini sunmuş, ancak bunlar devlet tarafından reddedilmişti. Şimdi çöküş başladığına ve devlet hâlâ neoliberal politikalar izleyip bankaların, milyonerlerin, şirketlerin ve iş adamlarının çıkarlarını halkın çıkarlarının önüne koyduğuna göre, tek çözüm kadınların, işçi sınıfının yeniden sokaklarda yaratacağı gösteriler ve hareketle farklı bir senaryo üretmesi gibi görünüyor. Mevcut senaryo sadece devlet kurumlarının daha fazla tahrip edilmesi, insanların daha fazla haklarından mahrum bırakılması ve zenginliklerinin daha fazla yağmalanması anlamına geliyor.