Ender İmrek'in yeni romanı "Zamanı Gelince"
Aydın Tan, Yazar Ender İmrek'in yeni romanı "Zamanı Gelince"yi yazdı.
Fotoğraf: Kişisel arşiv
Aydın TAN
Zamanı Gelince, Ender İmrek’in üçüncü kitabı. Daha önce ‘Ben de Sana Onu Söyleyecektim’ ve ‘Şafakta Buluşuruz’ adlı romanları yayımlandı. Kor Kitap’tan çıkan ‘Zamanı Gelince’ romanı, anlattığı dönem açısından “Ben de Sana Onu Söyleyecektim” adlı romanın devamı olarak okunabilir. Bu roman önceki romanın ikinci cildi değil ancak ilk roman 12 Eylül darbesi ve kahramanın gözaltına alınmasıyla bitiyordu. Yeni roman onun bittiği yerden başlıyor. Kahramanlar farklı ancak adı belirtilmese de devrimci bir örgütün militanları; mekan, güney bölgesi özellikle, yine isim verilmiyor, İskenderun. Bu yönüyle eser bir nehir romanın ikinci cildi ve devamının geleceği beklentisi de yaratıyor.
ROMANIN ÇEKİRDEĞİ
Roman, 12 Eylül’ü anlatan “Ülkenin üstüne bir karabasan gibi çöken o gecenin üstünden yaklaşık dört ay geçmişti” cümlesinden sonra Sami adlı parti militanının polis takibiyle çıkmaz bir sokakta kıstırılmasıyla başlıyor. Bu başlangıç romanın çekirdeğini oluşturuyor. Sonraki bütün bu gelişmeler bu çekirdeği çevreleyen onu genişleten onu açıklayan bir işlev görüyor. Kısacası bütün öykü bu bölümde gizli, kıstırıldığı çıkmazda bir devrimciyi ayakta tutan, onu çözüm bulmaya zorlayan yoksul bir çocuğun gözündeki masumiyettir.
Klasik romanda bir yapı vardır. Öncelikle çevre tasviri yapılır, ardından da olay yavaş yavaş başlar. Bu şekilde okuyucu yavaş yavaş olayın içine çekilir. Olay basitten karmaşığa doğru genişler. Oysa burada okuyucu direk bir olayla baş başa bırakılıyor. Bu yapının farklı bir şekilde kurulması romana bir ritim veriyor. Bu ritim bazen yavaşlayarak bazen hızlanarak roman boyunca devam ediyor. Yer yer buna bazı gerilim unsurları da eklenerek esere sürükleyicilik özelliği katılmış. Bu ritmin bozulduğu iki bölüm var. Cezaevine ilk girişte sol örgütlerin darbe öncesi ilişkilerine ilişkin bölüm ile kahramanlardan Murat ile Harun’un tartışma bölümleri. Açıkçası bu tartışma bölümü çok uzun ve sonuçlarına ulaştırılamamış olarak bana göründü. Ama ritmin yavaşladığı firar hazırlıkları bölümüne Harun’un, istememesine rağmen yeniden revire götürülmesi, cezaevi sevkiyatları ustaca oluşturulmuş merak unsurları ile desteklenmiş. Çok kolay sıkıcı hale gelebilecek bir firar öyküsü böylece akıcı hale getirilmiş.
KORKU VE DİRENİŞ
Romanın içeriğine ilişkin olarak da şunlar söylenebilir. Roman her ne kadar devrimcilerin cezaevine odaklanmış gibi görünse de aslında içeri ile dışarı bir arada işlenmiş. Bu anlamda hem dağınıklık korku hem de direniş iki yanda da yaşanmaktadır. Sami’nin kaçtıktan sonra Rasim aracılığıyla sığındığı yaşlı ailenin tutumu halkın durumunu çok güzel yansıtmaktadır. Bir yandan geleneksel değerler diğer yandan bu gençlere duyulan sevgi onları koruma onlara sahip çıkma yönünden bir istek oluştururken cuntanın yarattığı korku da onlardan uzak durma yönünden etkiliyor. Yaşlı karı kocanın konuşmalarının Arapça olması ve bunları okuyucunun duymaması ancak olanları onların hareketlerinde takip etmesi çok etkileyici olmuş. Ne konuştuklarını bilmiyoruz ama tahmin edebiliyoruz. Ayrıca Sami’nin bu istenmezlik karşısındaki tutumu dönemin devrimcilerinin kişisel egolarından arınmışlıklarını göstermektedir. Dışarıda örgüt ilişkisi kopan genç devrimciler Sefer tipinde somutluk kazanıyor. Askere giderek hem kendilerini korumaya alıyorlar hem de yeniden ilişki kurduklarında askerlik kamburundan kurtulmuş olmak istiyorlar. En çarpıcı bölümlerden biri de Sami’nin köyde annesini ziyaret ettiği bölüm. “Babanız da yalnız bırakıp getti beni(…) hepiniz devrim mevrim peşine düştüüz” diyen annenin kızları oğulları için duyduğu kaygıyı derinden hissediyoruz.
ÖRGÜTE YENİDEN ULAŞMA ÇABASI
Bir de örgütün yediği darbeleri kapatmak istercesine, elde kalan malzemelerle faaliyete devam eden, bildiri dağıtan, pankart asan gençlerin varlığını da yakalanmaları aracılığıyla öğreniyoruz. Zaten Sami’nin yakalanma süreci de ilişkileri kopan bir militanın kendi başına bir hayat kurup oradan örgüte yeniden ulaşma çabası içinde gerçekleşmektedir. Gözaltında ve cezaevinde ise başka bir mahşer işlemektedir. Öncelikle biz nerede yanlış yaptık ile başlayan tartışma militanların kendi kişisel zaaflarına yönelmelerine yol açmaktadır. Bu hesaplaşma aynı zamanda direnme, yeniden ayağa kalkma ve bunun bir temsili olarak da firar fikrinde somutluk kazanmaktadır. Firar eylemi, cuntanın bütün azametine rağmen bütün gücünü çıplak şiddetten aldığını gösteriyor. Züccaciye dükkanına girmiş fil gibi önüne geleni yakıp yıkmaktadır. Oysa devrimcileri topladığı garnizon onları zapt edemeyecek kadar koftur. Roman Sami’nin Harun’u sırtında taşıyarak kotardığı firar ile bir kez daha genç devrimcilerin inanç, fedakarlık, adanmışlıklarını bize hatırlatıyor.
Bir dönem romanı olarak Zamanı Gelince, gördüğü ilgiden de anlaşılacağı üzere tam zamanında geldi. Geç kaldığı bile söylenebilir. Bu dönem romanlarının artması bugünün devrimcilerinin kökleriyle eleştirel bir ilişki kurması açısından çok önemli. Hem bu romanın devamını hem de başka yazarlardan bu dönemi anlatan yeni romanlar bekliyoruz.