08 Ekim 2022 13:21

Ölüye saygı ve adalet konferansı başladı

Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifinin düzenlediği Ölüye Saygı ve Adalet Konferansı başladı.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

İstanbul Şişli Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifinin düzenlediği Ölüye Saygı ve Adalet Konferansı başladı.

Saygı ve Adalet İnisiyatifi Eş Sözcüsü Derya Aydın, Zorla Kaybetmelere Karşı Avrupa Akdeniz Federasyonu (FEMED) Başkanı Nassera Dutuor konferansın açılış konuşmasını yaptı.

“ÖLÜLER MEZARLIKTAN ÇIKARILABİLİYOR, YERLERDE SÜRÜKLENİYOR”

Sadece ölü bedenlere yönelik fiziksel şiddet olarak değil, aynı zamanda mezarlıkların tahrip edilmesi, inanç merkezlerinin saldırıya uğraması gibi hem fiziksel hem sembolik şiddet yaşandığına dikkat çeken Derya Aydın, “Ölüler mezarlıktan çıkarılabiliyor, yerlerde sürükleniyor. Bunlar yaygın medyada meşrulaştırılıyor. Özellikle çatışmalarda hayatını kaybedenlere ne oldu? Çoğu defnedilmedi. Bazıları arkadaşları tarafından defnedildi ama bu cenazeler kimi zaman açıkta kaldı. Çöplüklere dahi atıldılar. İHD çalışmalarında toplu mezarlar olduğu ortaya çıktı. Müzakerelerin başladığı dönemde ölülere yönelik şiddet azaldı. Bu dönem uzun yılar önce hayatını kaybetmiş kişilerin cenazeleri toplandı, 13 farkı yerde defnedildiler. Daha önce cezaevinde olan insanlardan bilgiler toplandı, köylülerden bilgi toplandı. Tek tek arşiv çalışmaları yapıldı ve toplandı” ifadelerini kullandı.

“Çatışmaların bir kez daha başlamasıyla Dersim’de olduğu gibi bu mezarlıklar havadan bombalandı ve tahrip edildi. Sur’da Cizre’de yaşamını kaybedenlerin cenazelerini aileler alamadı. Taybet İnan örneğini gördük. Hacı Birlik cenazesi yerlerde sürüklendi. Kevser Ertürk’ün cenazesi çıplak olarak sergilendi” diyen Aydın, “Cumhuriyet tarihi boyunca azınlıkların da benzer düşmanca tavırlarla karşılaştığını biliyoruz. Ermeni mezarlıkları saldırıya uğruyor. Mardin ve Batman’da benzer saldırıları görüyoruz. Kadın bedenleri, kimi zaman failleri eşleri kardeşleri olan bedenleri yerde kalabiliyor” dedi.

Alevilerin de mücadelesinden söz eden Aydın, “LGBTİ+ cenazeleri ciddi anlamda ayrımcılığın hedefinde. LGBTİ+'ların cenazeleri camilere alınmıyor. Kendi arkadaşları cenazelere sahip çıkmak isteyince aileler tarafından engellenebiliyor” dedi.

Aydın, mültecilerin durumuna da dikkat çekerek, “Mültecilere değinmeden olmaz, her zaman ölü bedenleri şiddetin hedefinde oluyor. Ege Denizi mülteciler mezarlığına dönmüş durumda” dedi.

Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi olarak Ocak 2021’den beri çalışmalar yaptıklarını söyleyen Aydın, “Paneller yaptık. Amaç panel yapmak değildi. Kamusal alanda bu konuyu konuşmak temel amacımızdı. Basında dahi gerillaların cenazeleri için “etkisiz hale getirildi”, “leş” denildi deniyor. Bugün burada bunları her açıdan konuşacağız” dedi.

“ELİMİZDE FOTOĞRAFLAR ÇOCUKLARIMIZ NEREDE DİYE SORUYORUZ”

Zorla Kaybetmelere Karşı Avrupa Akdeniz Federasyonu (FEMED) Başkanı Nassera Dutuor konuştu. Konferansa gelip konuşmasının zor olduğunu belirten Dutuor, “Çocuklarımızı elimizden alıyorlar, mezarlarına saldırıyorlar, bu insanlardan kalanları da yok etmeye çalışıyorlar. Bu çifte işkence inanılmaz bir şiddet gerçekten ne olduğunu bilmemek zaten bir şiddet. Arkadaşımızın dediği gibi, ‘Ben bir annenin çocuklarını aramak zorunda olmasını istemiyorum. Yerin altında ve üstünde araması gerekmesini istemiyorum. Bunu yapmakta büyük şiddet. Mezara saldırılıyor. Arkada kalan aile müthiş bir şiddet görüyor” diye konuştu. Kurdukları dernek hakkında bilgi veren Dutuor, “Biz de her çarşamba İnsan Hakları Gözlemevi’nin önünde toplanıyorduk. Polis saldırıyordu. TOMA ile sıcak su sıkıyorlardı. Direniyorduk. Direndik. Şu anda da direnmeye devam ediyoruz. Ben ilk kez kayıp aileleri ile İstanbul’da tanıştım. Af Örgütü bir toplantı yapmıştı beni de çağırmıştı. Ben orada Cumartesi Anneleri ile tanıştım. Hatıramı hiç unutmuyorum” ifadelerini kullandı.

“Bu anneleri hiç unutmuyorum. Aynı dili konuşmasak da birbirimizi anladık. Elimizde fotoğraflar çocuklarımız nerede diye soruyoruz. Hepimiz anneyiz. Hepimiz aynıyız. Arjantinli anneler de vardı. Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de olanları görüyoruz. Bu müthiş bir silah. Sadece öldürseydi bu acı bizim içimizi burkuyor” diyen Dutuor, “Biz çocuklarımızın neden öldüğünü bilmek istiyoruz. Bize bunu söylemediğiniz sürece biz durmayacağız. Çocuklarımıza ne yaptınız? Madem öldüler, bize bedenlerini verin. Aynı durumda milyonlarca insanız. Her bir kayıp için 5 binden fazla dosya oluşturduk. Bütün bu dosyalar BM’nin Kayıplar Dairesi’nin karşısına gönderildi. Senelerdir bu çalışma grubu müzakere ediyor. FEMED, İstanbul’dan çıktı. Kolumu tutup çocuklarının fotoğraflarını gösteren annelerden çıktı” ifadelerine kullandı. 

“ALEVİLER HER DÖNEMDE İŞKENCE REVA GÖRÜLDÜ”

Konferansın ilk oturumun başlığı “Türkiye’de ölülere yönelik çok yönlü şiddet” oldu. Oturumu İHD Eş Genel Başkanı Avukat Eren Keskin yönetirken, Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, Yusuf İnal, Murad Mıhçı, Ercan Geçmez, Taha Elgazi ve Mekiye Ormancı konuşmacı olarak yer aldı.

İlk olarak Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez konuştu. Alevilere yönelik işkencenin her dönemde yaşandığına değinen Geçmez, “İster imparatorluk olsun isterse cumhuriyet olsun bizim için işkence reva görülmüş daima. Malı helal kanı haram görülmüş. Kadınlarının ırzına geçilmesi bir sorun olmadığı görülmüş onların göçe zorlanması konusunda sorun görülmemiş. Ortak aldıkları miras bu” ifadelerini kullandı. Alevilerin yaslarının da tutmasına dahi izin verilmediğine de vurgu yapan Geçmez, “Öldürülen insanlarımızın çoğunun cenazesinin olmadığı Osmanlı'nın fetvalarının devam ettiğini gösteriyoruz. Çoğu Maraşlı cenazelerine dair acıyı yaşayamadan ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor. Arkasından Çorum katliamı geliyor” dedi.  

“YÖNETENLER DİNİ ARAÇ OLARAK KULLANIYORLAR”

Daha sonra Mele Abdulbari Tiryaki de İslam dinine göre ölüye saygı üzerine konuştu. “Devletleri yönetenler dini kendilerine araç yapmışlar, top yapmışlar. Kaleye gol atmak için kullanıyorlar” diyen Tirkayi, “Tarihin en başından beri hangisini ele alırsanız kendi varlıkları için çok kötü şeyler yapmışlardır. Bunu dini vazife olarak görmüşlerdir. Dini bir araç haline getirmişler kendi saltanatlarını sürdürmek için” diye konuştu.   

“TÜRKİYE SURİYE SINIRINDA YÜZLERCE KİŞİ ÖLDÜRÜLDÜ”

2013'te Suriye’den Türkiye'ye sığınan fizik profesörü göçmen Taha Elgazi, “Mülteci, göçmen, sığınmacı hepsi aynı acıları yaşıyor. Mülteci olmak seçtiğiniz bir durum değil. Zorunlu yaşadığınız bir şey sizin kararınız değil” dedi.  Mültecilerin ölülerine yapılan saygısızlığa değinen Elgazi, “Birincisi, denizlerde kaybettiğimiz canlar. Onların canları cesetleri aileleri için çok üzüntülü bir noktadadır. Dün bize bir rapor iletildi. BM raporu. 2022'de ilk altı ayda 934 Suriyeli ölü ama cesetsiz. Aynı zamanda da maalesef 2021'de 3 bin 231 kişi ölü kayıtlarında ama cesedi bulunmadı. 2019'da 1510 kişi, 2018'de 2277 kişi. Bunlar BM'nin resmi verileri” ifadelerini kullandı. Elgazi, Türkiye’nin farklı kentlerinde mültecilerin karşılaştığı mağduriyetlere ve iş cinayetlerinde kurban edilmelerine ve iş cinayetlerinin üstünün kapatılmak istenmesine değindi. Sınırdaki mülteci ölümlerine değinen Elgazi, iktidarın özellikle Yunanistan sınırından geri döndürülen mülteciler üzerindeki söylemlerini de işaret ederek, “Türkiye Suriye sınırında yüzlerce insan öldürüldü nişancılar tarafından. Bu kişilerin hakları savunulmuyor. Mahkemede baskı oluyor. O dava kapanma noktasına geliyor” dedi.

“GEZİ PARKI'NDA ERMENİ MEZARLARI VARDI”

Murad Mıhçı ise 1915 Ermeni soykırım ve sonrasında yaşananlara ilişkin konuştu. Mıhçı, “Bu coğrafyada yaşanan tüm acıların özeti gibi Hatun Ana ve Aram Tigran’a yapılanlar” dedi. Ermeni mezarlıkların ranta teslim edildiğine dikkat çeken Mıhçı, “Patrikliğine bağlı 16 mezarlığı var. Biri Girit'te. Yani 15 mezarlık var. Çoğu mezarlık yok bugün. Define var sanılıp kazılıyor. Biz kendi mezarlıklarımıza sahip çıkamıyoruz” dedi. Ölüye yapılan işkence ve şiddetin yaşayanlara bir mesaj olduğuna değinen Mıhçı, “Gezi Parkı'nda Ermeni mezarı vardı. Oradaki merdivenler Ermeni mezarların taşlarından yapıldı. Bu saldırılar aslında ölülere değil kalanlara. Bu saldırılar yapılırken canlılara yaşayanlara yapılıyor. Biz onların istediği gibi anlamıyoruz. Ben Diyarbakır'daki annelere demiştim, 'Biz gelemiyoruz, o mezarlıklar size teslim” ifadelerini kullandı.

"KADIN BEDENİ MÜLK OLARAK GÖRÜLÜYOR"

TJA akvisti Mekiye Ormancı, “Kadınlara mülkiyet anlayışı ile saldırıyorlar. Bu kavram daha çok devlete karşı isyan eden, bu çok önemli bunu anlamlandırdığımız çerçevede mücadelemiz büyüyecek” dedi. Kürt sorunundan kaynaklı yaşanan çatışmaları işaret eden Ormancı, “Bütün savaşlarda kadın bedenleri de bir alan olarak kullanılıyor. Ölü kadınlara da bu yöneliyor. Bu mülkiyet kavramı çevçevesinde, 1990'larda kadın gerillaya uygulanan şiddeti hatırlatmak isterim. 1990'lı dönemler Türkiye'nin Ortaçağıdır. Orası aydınlatılmadığı sürece Türkiye 1915'le de yüzleşmeyecek” diye konuştu. Devletin hafızayı silmeye çalıştığına değinen Ormancı, “Ölüye yönelen sebep neydi? Bir ölüden ne istenilir? Fiziki olarak ortada yok. Bir daha devletle savaşacak konumda değil. Özellikle kadına yönelik mülk anlayışından beslenen yanı var. Topluma mesaj gönderme var. Bir daha hatırlanmamak üzere. Sen bundan söz etme üzerine kuruludur bunların düşmanlık sistemi” dedi. Ormancı, “Bir kadın olarak baş kaldırmasından kaynaklı ikinci olarak şiddete maruz kalıyordu. Namus cinayetlerinde de tümden kimliksizleştirme vardı” dedi.

“KİM DAHA MAĞDUR YARIŞI YAPMAKTAN VAZGEÇMEMİZ GEREKİYOR”

Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, ölüye devletin yaklaşımı üzerinde durdu. “Devletin kutsal olarak koyduğumuz anda kendisini meşrulaştırmak için kendinden başka kaynağı kalmıyor” diyen Yalçınkaya, “Devlet kendi dışında herkesi öldürebilir kendi varlığı için. Şehitler de böyle ortaya çıkar. Kendi kurucu ölülerinin ölmediğini bildiği için onları sürekli anar. Devlet bunu bilir. Düşmanları için de bunun böyle olduğunu bilir. Ölüler geri döner. Devlet bunu bilir. Her devlete içkin bir şeydir. Bu öldürme döngüsünün varacağı yer soykırımdır. Devletin kendi intiharıdır. Biz bugün bu döngüyü yaşıyoruz. Düşmanlarının ölülerini de sürekli öldürmek ister” dedi.  Türkiye’deki siyasal iklimi de işaret eden Yalçınkaya, “Bu yüzden şarkıcı öldürülebilir. Kadınlar zaten öldürülebilir. Kürtler ölü zaten sadece ne zaman öldüklerini bilmek için biraz zamana ihtiyaçları var. Aleviler de öldü zaten Ermeni inanın bunlar toprağın altında. Geride kalanların saksıda büyütüyoruz biz. Rezervuar bölgesine alalım, tam olsun Alevilere yapılacak olan bu mesela Ermenilerin başına gelecek olan bu çocukların başına gelmeyecek ama Alevilerin başına Ermenilerin başına ne geldiyse o geldi. Bunlar onu görmeseler de bu ortamda biz şunu görmek ve söze buradan başlamak zorundayız” ifadelerini kullandı. Mağdur ve öteki olmaktan vazgeçilmesi gerektiğini savunan Yalçınkaya, “Kim daha mağdur yarışı yapmaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Öteki olmaktan çıkmak isteyen ancak başka öteki olmaktan çıkmak isteyenlerle birlikte çıkabiliriz” dedi.

2. OTURUM: NEKROPOLİTİKA

Konferansın öğleden sonraki bölümünde ise "nekropolitika"/ "Ölüm siyaseti" masaya yatırıldı. Bu bölümü Remzi Altunpolat yönetirken, gazeteci Ali Duran Topuz, Atalay Göçer, Cana Bostan Hülya Dinçer, Atalay Göçer konuşmacı olarak yer aldı.

"GERİYE KALANI YARALAYAN ÖRGÜTLÜ BİR DEVLET POLİTİKASI"

İlk olarak avukat Hülya Dinçer konuştu. Dinçer, şunlara değindi:

"Yargısız infazlarla ilgili davalarda delillerin hep soyut olarak kabul edildiği ve beraat kararları geldiğini görüyoruz. Hayatta kalanın da tanıklığına inanılmadığını görüyoruz; haliyle eşitlikten söz edemiyoruz. Adalet arayışının bastırılmasıyla birlikte geride kalana da işkenceye devam edildiğini görüyoruz. Cezasızlık aslında geride kalanı yaralayan bir şey.

Cezasızlık örgütlü bir devlet politikası Türkiye'de. Cenazelere saldırılar konusunda kendisini askıya alan bir hukuk var."

"HUKUK DELİL KARARTMANIN ARACI OLABİLİYOR"

"Yas tutma hakkının ihlali de var. Bu da düşmanlıkla ilgili. Torba ile gönderme, kargo ile göndermenin amacı ölü bedeni eşyalaştırmayla ilgili. Öldürdüğünü bu dünyada insan olmayan bir şey gibi sunmaya çalışıyor. Sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili dönemdeki mahkemeler 6 yıldır devam ediyor.

Hukuk burada devleti sorumluluktan kaçınırken, öleni ve geride kalanı damgalıyor. Bazen de hukuk delil karartmanın aracı oluyor. 2015'te mesela cenazelerin avukatlardan bağımsız gözlemcilerden kaçırıldığını biliyoruz.

Türkiye'de olduğu gibi İsrail'de de benzer uygulamalar vardı. Hukuki kurallar bizzat adalet arayışına da engel oluyor. Hukuki süreçleri aileleri tarafından yürütülmeyen kadın ve trans cinayetlerinde cenazeler sadece sahipsiz kalmıyor, hukuki başvuruları da yapılamıyor."

"SOYKIRIMA HİÇ BU KADAR YAKIN OLMAMIŞTIK"

Dinçer'den sonra Ege Üniversitesi'nden akademisyen Cana Bostan konuştu. Bostan, "nekropolitika" kavramını anlattı:

"Hepimiz biliyoruz ki düşünceye dil verenlerin sessizleştirenler olduğunu tanımak gerekiyor. Ölüm siyasetine dair hep çalışmalar vardı. Nekropolitika kavramı ilk olarak 2003'te üretiliyor. Tarihin hiçbir döneminde soykırıma hiç bu kadar yakın olmamıştık. Bu da belirli iktidarları fail olmaktan çıkaran bir zemin kuruyor."

"MEDYA GERÇEKLE İLİŞKİ KURMUYOR"

Ardından Ali Duran Topuz söz aldı. "Biz medyanın durumunu Bitlis depreminde görmüştük. Medyanın gösterirken gizleme, bazen de saçma bir şekilde herkesi araçsallaştırdığını gördük" ifadelerini kullanan Topuz şunları söyledi:

"Medya aynı şeyi Gezi'de de yaptı. Medya gerçekle ilişki kurmuyor. Daha can yakan meselelere gelince bambaşka bir yere geliyor. Gezi'de olduğu gibi... Gezi hükümeti rahatsız eden kamusal bir kalkışma gibiydi. Medya o zaman penguen yayıncılığına döndü. Bu yapılırken bir penguen yayıncısı olduğu açığa çıktı. Binlerce insan kaybedilirken, asitle insanlar yakılırken penguen yayıncılığı yapılıyordu. Ya penguen yayıncılığı ya da saldırgan düşmanca yayıncılığı yapılıyordu 1990'larda."

"GEZİ'DE 1915'E DÜŞMÜŞ GİBİYDİK"

"Gezi'de o merdivenlerde eylemler yapılırken merdivenler kırıldı ve Ermenice yazıların yer aldığı mezarlıklar ortaya çıktı. Biz o eylemde 1915'e düşmüş gibiydik; orası bir zaman tüneli gibiydi. Medya bunu haber yapmadı bile. bianet'te haber oldu. Birçok muhalif basınların bir kısmı bununla ilgilenmedi. Bir süre sonra gazeteci patronlar gitti yerlerine TÜSİAD ile bağı olan gazete patronları geldi. Medya doğrudan devletin veya alt otoriterlerin taleplerine uygun başlıklar atabilir. Dersim Katliamı'nda olduğu gibi 'mağaralarda fareler gibi zehirlendiler' diye başlık atabilirler.

Medya, uzun bir süre sonra açık bir şekilde düşmanlaştırma, öldürmeyi hak olduğuna dair zihinleri hazırlama, alan oluşturma fonksiyonları içinde oldu. Hukukun yaptığı gibi şiddeti gizlediği gibi, medya da bunu yapıyor. Medya bu konuda daha suçludur."

1990'LARDAN 2000'LERE ÖLÜYE SAYGI

"1990'lardaki ölüye saygı meselesine geleyim. Özgür Ülke 1993'te 'İnsanlık sürükleniyor' başlığını atar. Bir gerilla bir askeri aracın arkasında sürükleniyordur. Biz 2015'te benzer bir fotoğrafa daha rastladık. 1993'teki fotoyu Sabah'tan bir arkadaş çekiyor, merkeze gönderiyor. Bu kişi Özgür Gündem'e gönderiyor. Kimse bu olayı ne gördü ne konuştu o dönemde. Özel Tim, o fotoğrafı çeken çocuğu gözaltına alıyor, dövüyor. Oradan geçen birisi hastaneye götürüyor. 2015 için bu durum neydi? Ana akım medya savaşın destekçisi. 2015'te işler değişiyor. Saklamıyor artık, açıkça göstermeye geçiyor, devlet işkence meselesinde..."

GÖMÜLME HAKKI

Son olarak Barış Aktivisti Atalay Göçer konuştu. Gömülme hakkı üzerine konuşan Göçer, şu ifadeleri kullandı:

"Nekro-politika aslında özetlemek gerekirse egemen ölü üzerinde hak sahibi olma ve öldürme hakkına gönderme yapıyor. Kültürel norm kültürel şiddeti de barındırıyor. Kimin kime şiddet uygulayacağına da iktidar karar veriyor."

Konferans, "Tutulamayan yaslar ve ölülere yönelik şiddetle mücadele deneyimi" başlığıyla devam ediyor.

(İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

İzmir ve Manisa'da 13 öğrenci gözaltına alındı

SONRAKİ HABER

HDP danışma kurulu bugün bir araya geliyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa