Nasıl bir eğitim sistemine ihtiyacımız var?
Türkiye’de parasız, laik ve bilimsel eğitim yasalarca korunmaktadır. Peki, gerçekten ulaştığımız eğitim bu niteliklere sahip midir?
![Nasıl bir eğitim sistemine ihtiyacımız var?](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/194421.jpg)
Kaynak:Angelina Litvin/ Unsplash
ODTÜ Eğitim Fakültesi
Elif ALTIN
Türkiye’de parasız, laik ve bilimsel eğitim yasalarca korunmaktadır. Peki, gerçekten ulaştığımız eğitim bu niteliklere sahip midir? Bu yazıda eğitim sisteminin biçimini ve yerine nasıl bir eğitim modeli koyulabileceğini inceleyeceğiz.
Kapitalist üretim sisteminde, emekçilerin ürettikleri üzerinden ayrıcalıklı bir grup insanın zenginliğini artırması hedeflenir. Eğitim, kapitalizm sınırlarında, bireylerde istenilen yönde davranış değişikliği oluşturma süreci olarak tanımlanır. Bu eğitim anlayışı, sisteme yedeklenecek bireylerin yetiştirilmesi üzerinden vatandaşlık eğitimi sağlarken beraberinde üretimde ihtiyaç duyulan nitelikli emek gücünün oluşturulmasını hedefe koyar. Günümüzde eğitim, tüm kesimler için zorunlu hale getirilmiş, kapitalizmin kendi devamlılığını sağlaması amacıyla egemen sınıfların ihtiyaçları doğrultusunda toplumun yeniden üretilmesinin bir aracına dönüştürülmüştür. Yani, geniş emekçi kesimlerin eğitime ulaşabilme mücadeleleri hak kazanımıyla sonuçlanmış ama sistem kazanılan bu hakkı da kendi gereksinimleri doğrultusunda sunmuştur.
EĞİTİMDE PİYASALAŞMA
Kapitalizm 1970’li yıllarda dünya ölçeğinde karşı karşıya kaldığı krizden çıkış yolunu kamusal hizmet verdiği alanları piyasaya açmakta görmüş, bu yolda eğitimi de pazar payı milyar dolarları bulan bir birikim alanı olarak tarif ederek piyasalaşmaya götürmüştür. Bu süreçle beraber devletin gözünde eğitim, piyasanın “hizmetten yararlanan öder” ilkesiyle birleşerek “Eğer eğitim birey için daha sonra kazanılacak bir ek kazanç anlamına geliyorsa, bireyin bu kazancın maliyetini karşılaması gerekir.” * evresine geçmiştir. Kapitalizm, eğitimiticarileştirmiş ve bilgiyi üzerinden kar elde edilecek bir araca dönüştürmüştür. Yani, eğitimin herkesin parası oranında faydalandığı bir hizmet olmasının önünü açmıştır. Artık eğitimin zorunluluğu, kapitalizmin sözde özgürlük sınırları içerisine sıkıştırılmıştır. Herkes eğitim görme hakkına sahiptir ama sistem bu hakkı sağlamadığı gibi önüne birçok sosyal, ekonomik, kültürel engel koyarak geniş emekçi kesimlerin bu haklarını elinden alır; eğitime erişimi belli kesimlerde kısıtlar. Herkese ücretsiz ders görebilme hakkının sağlanması parasız eğitim olarak nitelendirilir ve eğitimde fırsat eşitliğinden bahsedilir. Ancak öğrenciler ulaşım, kırtasiye, beslenme ve barınma masrafları altında ezilmeye devam ederken bu süreç bir süre sonra binlercesi için okuldan ayrılmakla sonlanır. Tam da bu yüzden, temel bir hak olması gereken eğitimin parasız sağlanması; okula ulaşım, beslenme ve barınma harcamalarının da devlet tarafından karşılanmasını gerektirir. Aksi takdirde yine, eğitimden geriye, herkesin ekonomik durumu ölçüsünde erişebildiği bir “hizmet” kalmaktadır.
LAİK, BİLİMSEL, ANADİLDE EĞİTİM
Toplumlarda dinin eğitimdeki rolünü, devletin din ile ilişkisi belirlemektedir. Bir başka deyişle, dinin eğitime etkisi devletin siyasal yapısıyla doğrudan alakalıdır. Dinsel eğitim kabule dayanan, sorgu ya da eleştiri kabul etmeyen bir eğitim modelidir. Kendi kuralları ve sınırları vardır. Bunun karşısında laik eğitim dini kurallara değil; sorgulamaya, araştırmaya ve eleştirmeye dayanır. Bu yönleriyle daha çok bilime dönük bir anlayıştır.
Eğitimin kamusal, bilimsel ve laik olması kadar kritik bir diğer ilkesi de bireylerin anadillerinde eğitim almalarıdır. Anadilde eğitim, kendini geliştirme sürecinde büyük bir rol oynar çünkü insanlar kendi anadiliyle daha iyi etkileşim kurmakta; algıları daha açık, derin ve çok yönlü olmaktadır. İnsanın parçası olduğu toplumu, kendisini, dünyayı algılama ve yorumlamasında özgür ve eleştirel düşünebilmesi önemlidir. Bireylerin kendini tanıması ve geliştirmeye alan bulması anadili olmayan dillerin sınırlılıklarında sıkışır. Bu sebeplerle kişiliğin sağlıklı bir yapıya oturması, her kültür ve ulus için anadilde eğitimle sağlanabilir.
Eğitimin toplumlarda ilerletici bir rol oynaması, bahsettiğimiz bütün bu nitelikleri içerisinde barındırmasıyla mümkün olabilir. Tarihte bu eğitim modelinin bir örneğini Sovyetler Birliği’nde görürüz.
SOVYETLERDE EĞİTİM
Devrimden önce Çarlık Rusya’sında eğitime ulaşım da eğitimin niteliği de oldukça zayıftı.Devletin birçok demokratik hak kısıtlamalarının bir yansıması da burada görülüyordu. Genç kuşağın sadece beşte biri okuryazardı ve eğitim daha çok soylu-bürokrasi kesiminigeliştirmeyi amaçlıyordu. 1917 Ekim Devrimi ertesinde, eğitim politikalarında toptan bir değişikliğe gidilmiş; parasız, bilimsel, laik ve anadilde eğitim Sovyet Anayasası tarafından güvence altına alınmıştı.
Çocuklar küçük yaşlardan itibaren tıbbi gelişimleri gözetilerek, uygulamalı bir öğrenim görmekteydi. Sovyetlerin eğitim modeli, günümüz sisteminin aksine, sınavlar yığınına ve ezbere dayalı bir öğrenim değil; çevre gezileri, deneyler, gösteriler, sanat eğitimleri, jimnastik vb. farklı spor alanlarına dair eğitimler ve üretim eğitimini içeren zengin bir öğrenim modeliydi. Gençlerin sosyal ve kültürel açıdan gelişimleri, karar mekanizmalarında öğrencilerin bulunduğu birçok kulüp çalışmasıyla da destekleniyordu.
Günümüzde nitelikli eğitime ulaşım git gide zorlaşırken bir yandan da ekonomik krizin eğitimdeki yansımalarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Parasız, laik ve bilimsel eğitim ihtiyacımızın gün geçtikçe daha yakıcı bir hal aldığını dergimizdeki diğer yazılarda somut örneklerle de görebiliriz. Peki, istediğimiz eğitim, içerisinde bulunduğumuz sistem sınırlılıklarında mümkün mü?
* https://www.ozgurlukdunyasi.org/2013/01/07/sosyalist-egitim-halk-icin-bilim/
Evrensel'i Takip Et