Gençliğin barış ve gelecek talebi sınırlarınıza sığmaz
Son yaşananlarla birlikte, 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasında döneme tekrardan bakıp dersler çıkarmak ülke gençliğinin de gelecek mücadelesinde hayati bir öneme sahip.
Fotoğraf: MA
Berkay YEĞİN
Van
Her dönemin kendisiyle özdeşleşmiş terimleri olmuştur. Kuşkusuz, tek adam yönetiminin ardından geriye baktığımızda da bazı sözcükleri ne kadar sık duyduğumuzu daha net fark edeceğiz.
Bunlardan birisi de muhtemelen “sınır” sözcüğü. Sınır sözcüğü, özellikle AKP dönemi dış politikalarıyla birlikte daha sık duyulur olmuş, zihnimizde yer etmiştir. Öyle ki bu kavram sınır dışı operasyonlardan, sınırdan gelen göçe ve egemenlik sınırlarına kadar farklı bağlamlarda, farklı sıklıklarla tekrarlandı.
Ancak kavramların anlamlandırılması bir bakıma bizim elimizde. Sınır kavramının da toplumsal etkinliğimizde, politik edimimizde, yaşantımızı bir nebze olsun “sınırın” ilerisine taşıyacak bir anlamlandırılması mümkün müdür? Bu sorudan yola çıkarak kimi sınırlara yoğunlaşmakta fayda var.
KÜRT SORUNU BU SINIRLARA SIĞMAZ
Türkiye’de burjuva siyaset düzleminin, sistemin devamlılığını sağlayan temel kalıp ve çizgileri sağlam tarihsel zeminler üzerine oturuyor. Halkın siyasetle kurduğu bağın da buradan şekillendiği, en azından buna zorlandığı ve yine, buradan yeniden üretildiği bir bağlamın sürekliliği söz konusu.
“Kürt meselesi” ya da “Kürt sorunu” olarak tarif edilen somut durum, bu kalıpların temel paydaşı halinde. Halkın birikmiş özlem ve talepleri çizilen sınırlar içerisinde kaldığı müddetçe sorunun karmaşık yapısı ve üzerine atılan düğümler kangrenleşmeye devam ediyor.
Kürt isen tehdit unsuru olduğun hatta seninle yan yana duranın da tehdit olduğu kabulü… İşte bir sınır. Böylesi bir ayrımın sınırları içerisinde manevra alanına zorlayan burjuva siyaset, olabildiğince çeşitlenen sorunlara karşı da halkı pasif bir çembere sokuyor. Bu nokta halkı, esnetilmiş, yer yer tabuları yıkıp attığı bir spiralin ihtiyacına götürüyor. Hatta bu esnekliğin, belli başlı boyutlarıyla, Türkiye tarihinde sayısız örneğinin olması gerçeğinin bir umut kapısı olduğu da malum.
Kürt halkının barış talebi ve bunun eşit yurttaşlığa dayalı muhtevası belki de bu sınırların en dar biçimine hapsedilmeye çalışılan ancak özgünlüğüyle bu sınırları oldukça yıpratan pratiklere sahip. İşin tarihsel kısmının da bu yazının doğal sınırlarının dışında olduğunu belirterek devam edelim. Ancak şöyle bir ön kabulümüz var ki o da Kürt halkının demokratik barış talebinin içerisinde yer alan söylemler, ciddi hassasiyetleri devreye sokuyor.
Bu hassasiyetlerin yapay olduğu ve Cumhuriyet tarihinin her döneminde denk düzeyde olmadığı çözüm sürecinde apaçık ortadaydı. En azından müzakereye dair temel noktalarıyla çekilmiş tabular, bir bir rafa kaldırılıyordu. Ancak bugün HDP üzerinden tek adam yönetiminin yaygınlaştırdığı ve burjuva muhalefetin de büyük oranda ardına takıldığı söylem ve pratikler, HDP’nin siyaset yapma hakkını fiili olarak engelleyerek, kapatma gündemini Demokles’in kılıcı gibi başında tutarak siyaseti dizayn etme çabasının bir ürünü.
Durumun bir başka boyutuysa Kürtlerin ulusal sorunlarına dair taleplerinin, çözüm sürecinden bugüne “makul” pozisyona çekilmeye çabalanması. AKP içerisinde “Kürt kökenli” milletvekillerinin bulunması böyle bir sorundan kaçmak için geçerli akçe olarak görülüyor! Ama aynı zamanda halkın tarihsel bir bilince ulaşmış özlem ve talepleri mevcut müesses nizamı temelden sarsacağından, tek adam yönetiminin kurumsallaşmasına kurban ediliyor. Kürtçe seçmeli derslerin “hoca yok” bahanesiyle uygulanmaması, üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin işlevsizleştirilmesi gibi örneklerle kısmi kazanımların bile pek çoğu geri alınıyor.
Tartışmanın önemli bir boyutuysa, Dilop dergisinin son sayısında “Kürt Sekülerleşmesi” başlığıyla dosya konusu olan Yusuf Ekinci’nin çalışmalarının bulguların da gösterdiği gibi, ulusal hareketin, ulusal taleplerin ötesinde kazanımları var. Bunun, bütüne baktığımızda Türkiye’de laiklik sorunundan, demokratikleşmeye kadar birçok bağlamda doğrudan etkileri göz ardı edilemez durumda. Kısaca Kürt halkının ulusal talepleri, işçi sınıfın, gençliğin talepleriyle bir hayli iç içe geçmiş ve ortaklaşmış durumda.
Bu gerçeği ülkedeki egemen güçler, tek adam yönetimi de iyi biliyor ve bu mesele üzerinden Millet İttifakı’nı, HDP’yle yan yana bile görülmekle suçlayarak, bu sınırlı muhalefeti dayatıyor. Hatta daha da ilerisi; sol, sosyalist olduğunu iddia eden örgütler bile bu rüzgâra kapılıp, Kürtlerle yan yana görülmemek uğruna, memlekette tüm bunların dışında daha da güçlü bir 3. seçenek fırsatını “sınırlara” kurban edebiliyor.
İşte, tek adam iktidarının Kürtlerin ulusal haklarını marjinalleştirme, Kürt hareketini kriminalize etme ve muhalefeti de buradan dizayn etme çabası için son olarak yaşanan Mersin saldırısı bir araç olarak kullanılmaya çalışılsa da demokrasi güçlerinin tutumu sayesinde muhalefeti suçlayıcı hamleleri büyük oranda suya düştü.
Son yaşananlarla birlikte, 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasında demokrasi mücadelesinin baltalandığı döneme tekrardan bakıp dersler çıkarmak ülke gençliğinin de gelecek mücadelesinde hayati bir öneme sahip. Geçmişte ve bugün “halk adına” yapıldığı söylenenler ne halkın yararınaydı ne de halkın kendi siyasetiydi. Mersin saldırısı da bundan başkası değil ve en nihayetinde bu yöntemlerin halkın mücadele olanaklarını zayıflatmaktan başka bir sonuç doğurmadığı deneyimlerle sabit.
BARIŞ TALEBİ ACİLİYETİNİ KORUYOR
Ortada hayati ve somut olan bir barış talebi var. Baskıcı bir yönetimin ayaklarının yere daha sağlam basmasının önüne geçmek için yabana atılmayacak olan, Kürt halkı üzerinden sürdürülen istismarı engellemek. Bunu engellemek de Kürt halkının talebinin demokrasi mücadelesinin gerekçesi olduğu bilinciyle, bu mücadeleyi işçi sınıfının politik hattından uzak düşürmemekle koşulludur. En başta bahsettiğimiz sınırların dışına çıkabilecek bir esnekliğin köşe taşları emekçi halka doğrudan empoze edilmeye çalışılan milliyetçiliğin önüne geçmekle mümkündür. En azından diyebiliriz ki dar alanda top çevirmeden daha büyük kazanımlara gidebilmek, bu hatta işaret ediyor. Bu hat ise, Emek ve Özgürlük İttifakı’nı. Burayı en geniş halk kesimlerini kapsayan, temeli sağlam bir halk ittifakı yapmak ancak mücadele etme noktasındaki “sınırlarımızı” da ortadan kaldırmakla mümkün.