Bir genelge anatomisi
“Siyaset yasağı” hiçbir zaman tek adam yönetiminin gençlik örgütlenmelerine ve tarikatlara uygulanmamış, öte yandan bir yemekhane zammına dönük tepki dahi aynı yasağa takılmıştır.
Kaynak: Unsplash
Hazan İLİK
İstanbul
Üniversiteler açıldı. Her yıl olduğu gibi bu yıl da geçmiş yıllardan devralınan çözülmemiş sorunların katlanarak artmasına tanıklık ediyor üniversiteliler. Barınamama, kapasite yetersizlikleri, sonu gelmeyen kuyruklar, yemekhane zamları, atanmış rektörlerin bir gecede aldığı ve var olan sorunları daha da büyütmekten başka işe yaramayan kararları… Her biri aşina olduğumuz dertler fakat belki de bu dertler yumağından en can alıcısı ekonomik krize bağlı hayat pahalılığı ve yoksullaşma. Yemekhanede yemek yemek, kampüste birlikte oturduğumuz arkadaş grubumuza çay ısmarlamak hiç bu kadar zor, geçinememek hiç bu kadar derinden hissettiğimiz bir şey olmamıştı. Yaşadığımız sorunlar katlana katlana artarken üniversite yönetimlerinin veya hükümetin, bakanlıkların, ilgili kurumların bu sorunların çözümüne ilişkin adımlar atmaya niyetli olmadıklarını söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Henüz üniversiteler kapalıyken yayınlanan İçişleri Bakanlığı Genelgesi dahi çözüm arayışının değil, her türlü hak ve çözüm arayışının daha fazla baskı yoluyla engelleneceği bir üniversite ortamının tahsis edileceğinin tek başına habercisi niteliğindeydi.
Üniversitelerde sıkıyönetim anlamına gelen “Üniversitelerde Güvenlik ve Barınma Tedbirleri” konulu genelgeye göre “siyasi faaliyet”lere izin verilmeyecek, başta barınma olmak üzere herhangi bir sorun temelinde bir araya gelme çağrısına müsaade edilmeyecek, üniversitelerde x-ray cihazları, kamera sistemleri yaygınlaştırılacak ve içinde bulunduğumuz memleket ortamında ucu bucağı olmayan, kapsamı istendiğinde sonsuza dek genişletilebilen “terör”le iltisaklı kulüp ve toplulukların, kadın platformlarının faaliyetlerine izin verilmeyecek. Bu söylenenlerin gerçekte ne anlama geldiği ve üniversite yaşamının şekillenişinde nasıl karşılık bulabileceği, hâlihazırda zaten binbir baskı, sansür ve zorlukla mücadele etmeye çalışan kulüp ve topluluklar ile üniversitelilerin sorgulayan, mücadeleci kesimleri tarafından az çok kestirilebildiği için genelge yayınladığı günlerde “Şimdi sırada daha kötü günler var” minvalinde bir endişe hali hakimdi.
ÜNİVERSİTELERDE “SİYASET” YASAĞI! AMA KİME?
Üniversitelerin açıldığı bugünlerde bu konu, belki kadın toplulukları dışında, yaygın bir tartışmaya vesile olmasa da üniversitelerin ilk haftalarından itibaren kampüslerde yaşanan irili ufaklı olaylar, öğrencilerin dağıttıkları materyallerin “genelge” gerekçesiyle engellenmesi, kimi/neyi kastettiği belli olmayan “suç örgütleri”nden uzak durmayı salık veren, “bilgilendirme” adı altında kampüslerde açılan emniyet stantları vb. buzdağının görünen yüzü olmaya aday. Bugün üniversitelerin içindeki tartışmalardan çıkardığımız ise toplumsal yaşamın her alanının bu genelgedeki ana fikirle (“Ses çıkarma, hakkını talep etme, kafanı kaldırmadan dersine gir çık!”) şekillendirilmeye çalışıldığı bir Türkiye atmosferinde, herhangi bir hak arama mücadelesinden bir kulüp etkinliğine, “Aman siyasi(?) bir şey olmasın” endişesinin belirginleştiğidir. Bu noktada siyasetin ne anlama geldiğine, neyin siyasi olup olmadığına ilişkin bir tartışma sürdürmeyeceğiz, bu yazı için o bir kenarda dursun. Ama şunu da hatırlatmak gerekir ki üniversitelerde var olan “siyaset yasağı” bugüne kadar hiçbir zaman tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakı’nın gençlik örgütlenmelerine, gerici vakıf, tarikat ve derneklere uygulanmamış, bu gruplar her istediğinde hiçbir bürokratik engele takılmaksızın, biçimsel bile olsa kural dahi tanımaksızın –üstelik öğrencilerin büyük çoğunluğundan tepki görmesine rağmen- kendi eylem, etkinlik vb. işlerini rahatlıkla gerçekleştirmiş; üniversitenin gerçek sorunlarına, üniversitelilerin gerçek taleplerine ilişkin her şey, bir yemekhane zammına dönük tepki dahi, aynı yasağa takılarak engellenmeye çalışılmıştır.
GENELGE NEYİ AMAÇLIYOR?
Elbette tek başına bu örnekler bile İçişleri Bakanlığının 81 ilin valiliğine gönderdiği bu genelgeyle ne amaçlandığı konusunda bir fikir veriyor bize. Ekonomik krizle anti-demokratik politikalar, hak ve özgürlüklerin gaspı; gençler, kadınlar, işçiler içindeki hoşnutsuzluğu ve huzursuzluğu arttırırken tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakı bu biriken öfkenin kitlesel mücadelelere dönüşmesini engellemek ve gerici-faşist bir politik rejim inşa etmek üzere adımlar atıyor. Konser ve festivallerden basın açıklamalarına kadar her türlü eylem ve etkinliğin yasaklanması gibi, üniversiteler hakkında yollanan bu genelge de bu adımlardan yalnızca biri. Tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakının arzu ettiği rejim henüz tam anlamıyla tahsis edilememiş olsa da 20 yıllık AKP iktidarının geldiği nokta ile seçim sürecinin birleşmesi, önümüzdeki dönem bu yolda atılacak adımların hız kazanacağı, baskı ve yasaklarla yoksullaşma ve hayat pahalılığının at başı gideceğinin habercisi niteliğindedir.
BASKILAR ARTARKEN PAYIMIZA DÜŞEN
Bu tablodan üniversitelere düşen pay, “siyasi”, “terör”, “suç” vb. yaftalarla meşru kılınmaya çalışılan baskı ve yasaklarla kampüs yaşamının adeta birer “ilkokul”a dönüştürüleceği, özgür düşünce ve tartışma ortamı, fikir ve ifade özgürlüğü gibi üniversiteyi üniversite yapan her türlü kazanılmış hakkın daha fazla tırpanlanacağı; diyanet, tarikat ve cemaatlerin kriter haline gelen vaizlerine ters düşecek bilim ve sanat üretiminin engelleneceği, zamlarının ardı arkasının kesilmeyeceği bir kampüs hayatından fazlası olmayacaktır. Elbette her geçen gün artan öfkemizi, biriken tepkimizi örgütlü bir güç haline getiremediğimiz sürece…
20 yıllık iktidar gemisi sallanırken bu geminin üniversitelerdeki kaptanlarının da iş birliğiyle ortaya atılan “güvenlik” vb. gerekçeli yasaklara prim vermemek, bu yasak ve engellemelerin ancak daha kitlesel birlikteliklerle aşılabileceğini görmek ve bu birliktelikleri kalıcı kılmak; sıra arkadaşlarına, kulübüne, üniversitesine sahip çıkmak, üniversiteleri bekleyen karanlık geleceği engellemenin yegâne yoludur.