13 Ekim 2022 04:30

Tüzük kurultayı sorunları büyüttü

Genel-İş Olağanüstü Genel Kurul Delegesi Sinan Uğur, Genel-İş yönetimini eleştiren 16 işçinin ihraç edildiği genel kurulu değerlendirdi.

Fotoğraf:Evrensel

Paylaş

Sinan UĞUR
Genel-İş Genel Kurul Delegesi

DİSK’e bağlı Genel-İş, 1 Ekim Cumartesi günü Ankara’da olağanüstü genel kurulunu yaptı. Kısa bir süre önce olağan genel kurul takvimini açıklayan ve 2023 ocaktan itibaren şube kongrelerini ve ardından genel kurulunu gerçekleştirecek olan Genel-İş, birkaç tüzük değişikliği ve bazı üyelerin sendikadan ihracı gündemiyle alelacele topladığı bu olağanüstü genel kurula neden ihtiyaç duymuştu? Bu, başta belediye işçileri olmak üzere işçi sınıfının ihtiyaçlarına ne kadar denk düşüyordu? Elbette bu sorunun cevabını Genel-İş üyeleri başta olmak üzere, sendikal kamuoyunun tartışarak bulması gerekiyor. Bu tartışmaya bir yerden başlayacak olursak;

Belediye işçileri, ülkedeki bütün işçi ve emekçiler gibi son yıllarda ciddi bir yoksullaşmayla karşı karşıya. Ücret zamları, artan gelir vergileri ve temel tüketim maddelerine yapılan zamlarla birer birer elimizden alınıyor. Sadece ücret artışlarıyla sınırlı bir mücadele anlayışı yerine, temel tüketim maddelerine yapılan zamların durdurulması ve geri alınması, vergide adalet sağlanması da sendikaların önünde temel bir görev olarak duruyor. Ayrıca işçileri belediye şirketlerine mahkum eden sahte kadro yasasına karşı gerçek bir kadro talebi de gündemlerimiz arasında ve Genel-İş’in birçok şubesi bu yönde eylem ve etkinlikler yapıyor.

İŞÇİLERİN HAK ARAMASI SUÇ SAYILACAK

Tek adam rejimi, ülkeyi soktuğu bu ekonomik ve sosyal darboğazdan çıkarmak bir yana emekçilerin şartlarını daha da kötüleştirecek uygulamalara devam ederken, iktidarını sürdürebilmenin yolunu da baskıyı ve yasakları artırmakta bulmuştur. Örneğin, “dezenformasyon yasası” diye bilinen yasa, iktidarın uygulamalarına karşı çıkmayı, eylemlerle protesto etmeyi geçtik, eleştirmeyi dahi yasaklamakta, gerçek enflasyon rakamlarını açıklamayı ve bunu sosyal medyada paylaşmayı dahi suç saymaktadır. Bu yasayla birlikte DİSK-AR’ın açıkladığı düzenli istatistikler bile suç kapsamına girebilecektir.

Bu yasanın sadece gazetecileri hedeflemediği, işçilerin ve emekçilerin gerçek habere ulaşmalarını engelleyerek mücadelenin önüne geçmeye çalıştığını görmek için kahin olmaya gerek yok. Baskının dozu arttıkça sendikalara da kayyum atanmayacağının, işçi sınıfının öz örgütlerinin kapısına kilit vurulmayacağının hiçbir garantisi de yok.

SODEMSEN SIKINTILARI GÖRMEZDEN GELİYOR

Dış politikadaki savaşçı söylem, artan milliyetçi kışkırtmalar ekmeğimizi küçülten uygulamalara meşruiyet kazandırma çabalarından başka bir şey değil. Ülke içinde ve dışında barışçı politikaların hayat bulması öncelikle işçi sınıfının çıkarınadır. Sermaye ve iktidarın işçileri bölen, ayrıştıran politikalarına karşı işçi sınıfı ve onların mücadele aracı olan sendikalar, ancak demokrasiyi ve barışı, gerçek bir laikliği savunarak bu politikaları püskürtebilir.

Genel-İş Sendikası bugünkü bu koşullarda birçok iş yerinde toplu iş sözleşmesi süreci yürütüyor. Birçok sözleşmede belediye yönetimleri tarafı, özellikle belediye yönetimlerinin sendikası SODEMSEN emekçilerin içinde bulunduğu sıkıntıları görmezden gelerek, taleplerini karşılamayı reddediyor. Örneğin Antalya Kumluca Belediyesinde bırakalım taleplerini karşılamayı, toplu sözleşme ve sendikal örgütlenme hakkı ayaklar altına alnıyor, işçiler birer birer işten çıkarılıyor. Bornova ve Bayraklı Belediyelerinde, resmi enflasyonun dahi altında tekliflerle süreç greve doğru ilerliyor. Karşıyaka gibi bazı belediyelerde ise ücret ve ikramiyeler geciktiriliyor, zaten geçinemeyen işçiler bu şekilde bütünüyle yıkıma sürükleniyor.

SENDİKANIN GÜNDEMİ İSE TÜZÜK VE İHRAÇ

Daha da uzatılabilecek bu kadar mesele ortada dururken, önümüzde bu sorunları ve mücadeleyi büyütme yollarını tartışmak gibi bir görev varken 1 Ekim’de yapılan olağanüstü genel kurulda gündem neydi? Hiçbir aciliyeti olmayan birtakım tüzük değişiklikleri. Ki bu değişiklikler dakikalar içinde oylanarak geçti ve esas olarak 16 işçinin üyelikten kesin ihracıydı. Bir tane yüz kızartıcı içerikli ihraç talebi dışında geri kalan bütün işçiler ya toplu sözleşme süreçlerine tepki gösteren ya da var olan sendika yönetimine muhalefet edenlerdi.

Eğer, sendika yöneticilerini işçiyi satmakla, iş birlikçilik yapmakla veya koltuklarına yapışmakla suçlamak bir ihraç nedeniyse, yüzlerce, binlerce işçinin üyelikten çıkarılması gerekirdi.

Örneğin, ağırlıklı olarak İstanbul Anadolu Yakası 1 No’lu Şubenin önceki yönetiminden şube başkan ve yönetim kurulu üyeleri, seçilmiş temsilciler ve üyeler olmak üzere, üyelikten çıkarılan hiçbir işçi için, “İşçiyi sattı, sendikayı kendi çıkarları için kullandı” gibi suçlamalar yapılmadı. Kadıköy ve Kartal Belediyelerindeki toplu sözleşme ve grev süreçlerinin bütün olumsuzlukları bu işçilerin üzerine yıkıldı ve genel ve soyut ifadelerle, sendikanın çizgisinden çıkmak, küçük düşürmek gibi suçlamalarla üyelikten çıkarma oylamaları yapıldı. Belediye yönetimlerinin uzlaşmaz tutumu bir kenara bırakılarak şube yönetimlerinin ve temsilcilerin eksiklikleri ve birtakım hataları, üyelikten çıkarma gerekçesi yapıldı. Genel Yönetim Kurulu üyeleri ise söylendiği üzere dört dörtlük bir şekilde görevlerini yerine getirmişlerdi, bu süreçlerde hiçbir eksiklik ya da hataları olmamıştı. Oysa sonrasında en çok grevdeki işçilere sorulmadan onayı alınmadan gece yarısı sözleşmenin imzalanmasına işçilerin çoğunluğu itiraz etmiş, bu itirazlara temsilci yöneticiler de katılmıştı. Üyelikten çıkarılan işçilerin birçoğu yazılı veya sözlü olarak kendilerini savunsa da “indir, kaldır” oylamalarla sonuç hasıl oldu.

İŞÇİ SINIFI VE SENDİKAL ANLAYIŞ

Olağanüstü kongrede özellikle vurgulanan bir konu da “Genel-İş’in çizgisi” oldu. Bu ‘çizgi’yi sürdürenler ve onun dışına çıkanlar olarak ayrım genel bir kriter haline getirilmeye çalışıldı. Halbuki, sendikaların ortaya çıkışından bu yana 200 yıllık işçi sınıfının mücadele tarihi bize gösteriyor ki, sendikalarda esas olarak iki çizgi olur, biri sınıfını birleştiren en geniş işçi demokrasisini hayata geçiren, sermaye ve burjuvaziden tam bağımsızlığını önceleyen sınıf sendikacılığı, diğeri ise bunun tam tersi sınıf iş birliğini esas alan burjuva sendikal akımlar. En rafine haliyle böyle olsa da bu iki çizgiden birini esas alan ya da arada kalan birtakım sendikal anlayışlar da mevcut. Türk-İş’in kuruluşundan bu yana savunduğu “siyaset üstü sendikacılık”, uzlaşmayı ve diyaloğu esas alan sınıf iş birlikçisi sendikal anlayış ise esas olarak bugün sendikalara egemendir ve bu egemenlik sendikal bürokrasi eliyle sürdürülmektedir. Başkanlar, yönetim kurullarının da üstünde yetkilerle donatılarak işçiler adına kararlar alabilmekte, işçilerin aidatları sendikacıların lüks yaşamına kaynak oluşturmaktadır.

Kuşkusuz ki, sendikal bürokrasiyi eleştirmek adına, özellikle sosyal medya üzerinden kişiler veya birtakım gruplar eliyle sürdürülen, hiçbir sorumluluk üstlenmeden, bel altı, düzeysiz eleştirilerin de savunulacak tarafı yoktur. Ancak bu ‘muhalefet’ anlayışının da ortadan kaldırılmasının yolu kurbanlar seçerek üyelikten çıkarmalarla işçileri korkutmaktan geçmez.

Aksine işçilerin karar alma ve uygulama süreçlerine tam katılımı, bunun için iş yerlerinde işçilerin oylarıyla oluşturulacak işyeri komitelerinin (toplu sözleşme komiteleri, grev komiteleri, vb.) kurulması, toplu sözleşmelerin imzalanması da dahil olmak üzere işçilerin onayının alınması (Bazı şubelerin sözleşmede gelinen son aşamayı işçilerin onayına sunmak için referandum yapması olumlu örnektir), sendika olanakların kullanılmasında şeffaflık, hesap verilebilirlik, bu araç ve olanakların sendikal çalışmalar dışında kullanımının engellenmesi (Örneğin sendikaya ait taşıtların hafta sonlarında garaja bırakılarak kullanılmaması) hayata geçirildiğinde işçiler mücadelenin bir parçası olarak sorumluluk alacak, dedikodulardan ibaret ‘eleştiri’ler ortadan kalkacak, sendika canlı, sürekli ileriye doğru yürüyen bir mücadele aracına dönüşecektir.

Bu ‘çizgi’ işçi sınıfının, işçilerin çizgisidir. İlham alınacaksa, ülkemiz ve dünya işçi sınıfının uzun yıllar süren mücadele deney ve birikiminden alınmalıdır, bir yol izlenecekse bu yol izlenmelidir. Günümüzde işçi sınıfının ihtiyaçlarının karşılanabilmesi de böylesi sendikalarla mümkün olacaktır. Yani işçilerin öncelikle kendi ‘kurtarıcılarından’ kurtulması gerekmektedir.

İŞÇİLER ÖRGÜTLÜ VE BİRLEŞİK GÜCÜYLE KURTULABİLİR

İster karşıtlık, isterse de taraftarlık içerikli olsun, kişiler üzerinden yapılan bütün değerlendirmeler işçi sınıfının mücadelesinin önünü tıkar ve bürokratik anlayışı güçlendirir. İşçileri ‘kişi’ler, ‘lider’ler değil ancak kendi örgütlü ve birleşik gücü kurtarabilir. Kişiler ve liderler ancak bunun çabası içinde oldukları sürece değerlidirler.

Genel-İş’in olağanüstü genel kurulu önemli bir eşikte olduğumuzu gösterdi. Olağan genel kurula giderken, ya canlı bir tartışma ve örgütlenme süreciyle (Örgütlenmek sadece üye yapmak değildir) sendikal demokrasinin en ileri şekilde hayata geçirilmesini sağlayacak, hatalarımızı, eksiklerimizi ortaya koyarak ve doğruların izinden yürüyerek saldırılara karşı güçlü bir işçi cephesi oluşturacağız ya da kongrelerimizi işçilerin taraftarlaştırıldığı koltuk kavgalarına kurban ederek bürokratik sendikal anlayışın ömrünü uzatacağız.

Bugün ülkemizin birçok ilinde işçiler işten atılmayı da göze alarak sendikalaşma mücadelesi vermekte. Kimi işyerlerinde de işçiler, bürokratik iş birlikçi sendikal anlayıştan kurtulmak için sendika değiştirmeye yönelmekte yine bunun için de işten atılmayı göze alarak mücadeleye atılmaktadır. Her koşulda işçilerin önünde mücadeleci bir sendikacılık alternatifi olarak DİSK öne çıkmaktadır. Sadece genel hizmetler iş kolunda değil, bütün iş kollarında da işçiler DİSK’e yönelmekte, konfederasyonun büyümesinin olanakları günbegün artmaktadır. Kitlesel üyelikler ve yeni 15-16 Haziranların gerçekleşmesi beklenir bir durumdur. Sendika içi demokrasinin güçlendirilmesi bu yönelimin gereğini yerine getirmek açısından da hayati önemdedir. Eleştiri ve itirazlara ihraçla karşılık vermek sendika içi demokrasiye sendikal mücadeleye zarar vereceği gibi bu yolu tercih edenleri de kurtarmaz. En son İzmir’de TPI Composites işçilerinin mücadelesi bunu bir kez daha gösterdi.

DİSK’in ve Genel-İş’in bütün olumsuzluklara ve eksikliklere rağmen ortaya koyduğu mücadeleci gelenek izlenmesi gereken yolu göstermektedir. Bu yol sınıf sendikacılığı yoludur...

ÖNCEKİ HABER

AB Komisyonundan Bosna Hersek'e "aday ülke" statüsü verilmesi kararı

SONRAKİ HABER

Adli kontrolle serbest bırakılan Zaynal Abakarov hiç imza atmamış

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa