"In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır"
Evet hakikat şaraptadır. Evet şarabın mutlulukla bir ilişkisi vardır. Evet şarap bir tutkudur da. Ama şarabın tersi de terstir.
Fotoğraf: Pixabay
Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde:
Senden ayığız bu sarhoş halimizde.
Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı:
İnsaf be sultanım, kötülük hangimizde?
Ömer Hayyam
Danimarkalı felsefeci ve teolog Soren Aabye Kierkegaard 1845 yılında bir kitap yayımlar. William Afham adlı bir karakterin kaleminden anılaşan bu kitapta, tıpkı Eski Yunan’da bir grup erkeğin bir araya gelerek birlikte içtiği ve felsefi konuları konuştuğu “Symposion” misali bir toplantı düzenlenir. Toplantının çağrıcısı William Afham’dır ve başrollerde yine bir grup erkek vardır. Platonun aşkı ele aldığı “Symposion” diyaloğunda olduğu gibi konu aşktır hem de erotik aşk. William Afham, davetlilerden her birinin ancak şarap etkisini gösterdikten sonra yani çakırkeyf olduktan sonra konuşmaya başlayacağını söyler. Kimse kimseyle tartışmayacak ve sadece kendi konuşmasını sunacaktır. İşte bu kitabın adı "In vino veritas"tır. Kitabı Danca aslından dilimize kazandıran Nur Beier kitabın başlığını “Hakikat şaraptadır” olarak çevirmiştir.
Şarap ve hakikat arasındaki ilişkiye binlerce yıldır işaret edilmektedir. Örneğin milattan önce VI. yüzyılda yaşamış Midillili şair Alcaeus’un “en oino aletheia” deyişi “şarapta hakikat vardır” şeklinde çevrilebilir. Bu deyişi I. yüzyılda yaşamış doğa bilimci ve felsefeci Gaius Plinius Secundus yani Yaşlı Plinius, Kierkegaard’ın da kitabına başlık olarak aldığı “in vino veritas” şeklinde Doğa Tarihi kitabında tekrarlamıştır. Yaşlı Plinius’tan birkaç yüzyıl sonrasına tarihlenen Babil’in Talmud metinlerinde yer alan “Şarap içeri girince, sırlar dışarı çıkar.” ifadesinde de şarapla hakikat arasındaki ilişkiye vurgu yapılmıştır.
Kierkegaard Yaşlı Plinius’un ifadesinin sadece ilk bölümünü alarak kitabına başlık yapmıştır. Oysa ifadenin tamamı “in vino veritas, in aqua sanitas”tır, yani “şarapta hakikat, suda sağlık vardır.”
Evet; yaşamak için su içmek zorundayız ve su sağlıktır. Ancak eski çağlarda su sağlık olduğu kadar hastalıktır hatta ölümdür. Çünkü su insan vücuduna sağlığı taşıdığı gibi; zehirli maddeler ve zararlı mikroorganizmalar aracılığı ile hastalığı ve ölümü de taşır. Suyun hastalık ve ölümle bağının farkına varan atalarımız sudan başka sıvıları icat etmekte gecikmediler. İşte bu sıvılardan biri şaraptır, diğeri de bira.
Şarabın mı yoksa biranın mı daha eski olduğunu kadim bir tartışma konusu olarak akademinin alanına bırakarak biz yeniden şarap konusuna dönelim. Günümüzden yaklaşık 7-8 bin yıl öncesine tarihlenen Güney Kafkasya’daki yerleşim tabakalarında şimdiye kadarki en eski kültür üzümü çekirdekleri bulunmuştur. Bu çekirdekler o tarihlerde bu bölgede asma yetiştirildiğini göstermektedir. Bu nedenle de şarabın doğum yerinin Gürcistan dolayları olduğu düşünülmektedir. Gürcistan’ın ardından asma kültürünün Ermenistan, Lübnan, Suriye, Filistin, Anadolu ve Yunanistan’a, sonrasında da tüm dünyaya yayılmış olduğu düşünülür.
Şarabın oluşumu için üzüm suyunun fermentasyonuna, fermentasyon için de maya ve bakteriler gereklidir. Bu açıdan bakıldığında fermentasyonu sağlayan maya ve bakteriler belki de ilk evcilleştirdiğimiz canlılardır. Fermentasyon aracılığı ile ortaya çıkan asitli ve alkollü ortam şarabı daha temiz, daha dayanıklı bir sıvı haline getirmiştir. Lezzet ve besleyiciliğini de ekleyince şarap bundan iyisi Şam’da kayısı kıvamına gelmiştir.
Elbette şarabın susuzluğu giderme kapasitesi, su kadar güçlü değildir. Hatta alkolün dehidratasyon sürecini artırıcı özelliği nedeniyle susuzluğu gidermek şöyle dursun susuzluğa yol açtığı bilinen bir gerçektir. Ancak eski çağlarda yüksek alkollü şarapların üretilemediği gerçeğine ek olarak atalarımızın şarabı sulandırarak içmesi de düşünüldüğünde bu soruna bir çözüm sağlamış ve bu kültür günümüze kadar gelmiştir.
Yazıya hakikatin şarapta olduğu deyişi ile başlamıştım. Oysa şarabın mutlulukla da ilişkisi tescillidir. Hatta bu tescil bizzat Friedrich Engels’le ilişkilidir. Engels’e “Mutluluk nedir?” diye sorulur. Engels belki 1848 devrimlerine belki de 1848 rekoltesine atfen “Chateau Margaux (Şato Margo) 1848” cevabını verir.
Benim margo kelimesi ile ilk karşılaşmam Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesinden atılmadan önceki döneme rastlar. Her öğlen olduğu gibi yine yemek için “Karşı Masada” bir araya gelmiştik. Konu nereden oraya geldi hatırlamıyorum ama masada kırmızı şaraplık üzümler tartışılmaya başlandı. İki arkadaşımız kırmızı şarap için en iyi üzümün margo üzümü olduğunda ısrar ediyorlardı. Hatta üzümün rengini, boyutunu ve tadını ballandırarak anlatıyorlardı. O kadar iddialı savunuyorlardı ki nihayetinde internetin engin bilgisine danışmak zorunda kalmıştık. Sonuçta kastettikleri üzümün merlot olduğu konusunda uzlaşma sağlandı.
İşte o internet taramasında Şato Margo şarapları ile karşılaştım. Her ne kadar zihin dünyamda şato ve şarap kelimelerinin yan yana gelmesini Petrus şarapları nedeniyle Cem Uzan’a borçlu olsam da Şato Margo şarapları, hani şato da şatoymuş dedirtecek cinstendi. Tarihi bin yıl öncesine kadar giden bu şato Bordo’nun Medoc Bölgesinde yer almaktaydı. İlk asma dikim tarihi XVI yüzyıl olan bu şatoda o dönemden beri şarap üretildiğini ve dikimden beri sadece 5 hektar genişleyen şatonun toplam bağ alanı 80 hektara ulaştığını ve yıllık şarap üretiminin yaklaşık 150 bin şişe olduğunu şaşkınlıkla öğrendim.
Bordo Ticaret Odası, 1855’te gerçekleşen Paris Fuarı için İmparator III. Napolyon’un oluru ve desteği ile bölgedeki şarap üreticileri arasında bir hiyerarşi sınıflandırılması yapmış. Şato Margo bu tarihte "Premier Grand Cru Classé" (en üst rütbe) sıfatına layık görülen 4 üreticiden biri olmuş. O günden bugüne listedeki yerini koruyarak ulaşılması zor bir başarıya imza atan şarabın şişe fiyatlarına yaklaşmak pek de mümkün değil. Sadece şişe fiyatlarına değil şatoya da ulaşmak pek mümkün değil. Çünkü şarap üreticisi bile olsanız, randevu da talep etseniz ne tadım yapmanız ne de şaraphaneyi gezmeniz mümkün oluyor. Eğer lütfedilirse şatonun önünde fotoğraf çektirmeyi kâr hanenize yazabilirsiniz.
Şu ana kadar kırılan en pahalı şarap şişesi ünvanına Şato Margo’nun 1787 rekoltesinin sahip olduğu söylenir. Şişe 225 bin dolara sigortalıymış. Elbette bu şarabın ünlü tutkunları da vardır. Örneğin ABD’nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson bunlardan biridir. Jefferson’un Fransa’da büyükelçilik yaptığı dönemde Şato Margo’nun 1784 rekoltesi için “Bundan daha iyi bir şişe Bordo şarabı olamaz” dediği rivayet edilir. Şato Margo tutkunu bir diğer ünlü ise Ernest Hemingway’dir. Hemingway yarı otobiyografik romanı Silahlara Veda’da Milano’nun ünlü restoranı Gran Italia’da kız arkadaşı ile Şato Margo içer. Hatta sadece romanlarında bu şarabın adını anmakla kalmaz Hemingway doğan kızının adını Margo koyacak kadar tutkundur bu şaraba.
Evet hakikat şaraptadır. Evet şarabın mutlulukla bir ilişkisi vardır. Evet şarap bir tutkudur da. Ama şarabın tersi de terstir. Bu noktada sözü Attila İlhan’ın An Gelir şiirinden iki dizeye bırakarak yazıyı sonlandırayım.
“Şarabın gazabından kork
Çünkü fena kırmızıdır.”
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20