15 Ekim 2022 04:56

Siyaset Bilimci Dr. Reyhan Ünal Çınar: CHP, devlet odaklı bir anlayışla ilerliyor

CHP uzun zamandır bir karakter kurmaktan hep imtina ediyor. Çünkü muhtemelen bir kimlik kazanırlarsa daha az kişiye hitap edeceklerini düşünüyor ve bir kimliği kitleselleştirebileceğini düşünmüyor.

Fotoğraf, Reyhan Ünal Çınar'ın kişisel arşivinden alınmıştır.

Paylaş

Serpil İLGÜN

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Meclise sunduğu başörtüsüne yasal güvence teklifi ve AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın LGBTİ’ler üzerinden aileyi de içine alan karşı hamlesi, ikinci haftasında da siyaset gündeminden düşmedi. Kılıçdaroğlu ABD ziyaretiyle yeni bir gündem oluşturmaya çalışsa da, başörtüsü çıkışından Erdoğan’ın yarar sağladığı, hatta oylarını yükselttiği yönündeki görüşler sadece AKP cephesinde değil, muhalefet tarafında da dile getirildi. 

Erdoğan’ın hazırlattığı anayasa değişikliğinin içeriği, yapılacak değişikliğin aile düzenlemesiyle birlikte Meclise sunulup sunulmayacağı, anayasal güvence getirilmesinin AKP içinde de tartışma yarattığı gibi kulis bilgileri, referandum senaryolarıyla çeşitlendirildi. Elbette televizyon ekranlarına da taşınan hararetli tartışmalar, Mecliste görüşmeleri süren sansür yasasının önüne çıkabildi.  

Cumartesi Söyleşisi’nde bu hafta Siyaset Bilimci Dr. Reyhan Ünal Çınar’la türbana yasal güvence çıkışının tartışılma biçimlerini ve “yeni bir sağ koalisyon inşası ve CHP” konusunu ele aldık. Çınar, sansür yasası, cemevlerinin Kültür Bakanlığına bağlanması ve Kadir Gecesi’nde paylaşılan rakılı fotoğrafa verilen hapis cezasını da yorumladı. 

CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun başörtüsüne yasal güvence teklifinin, Erdoğan tarafından anayasal güvence ve aileyi güçlendirmeye taşınmasına dair yapılan değerlendirmelerde “gündem değiştirme” yorumları dikkat çekiyor. Uzunca süredir devam eden yaşam tarzına müdahaleler, LGBTİ’lere yönelik nefret söylemi, düzenlenen mitingler vs. hatırlandığında bu adım gündem değiştirmeye indirgenebilir mi?

Bunu konuşmak için bir adım geri çekilip “Kılıçdaroğlu bunu niye yaptı”ya bakmak lazım. Öncelikle Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesini Erdoğan’ın ya da AKP’nin siyaset alanına girmek, dahil olmak gibi görmüyorum. Siyaset dediğimiz şey, çatışma uzlaşma üzerine kurulu bir şey. Dolayısıyla da toplumun farklı taleplerine kulak vermek lazım. Kılıçdaroğlu’nun yaptığı bu muydu, samimi miydi, bunlar spekülatif şeyler, buralara girmeye gerek yok ama ben yaptığı şeyin kıymetli olduğunu düşünüyordum, ta ki bir yere kadar. 

Neden kıymetli?

Kılıçdaroğlu’nun AKP’nin kemikleşmiş tabanından oy almak gibi bir gayesinin olduğunu düşünmek çok naif bir yaklaşım olur. Dolayısıyla bir oy alma değil ama Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrılarına istinaden toplumun bu kadar kutuplaştığı bir yerde başörtüsü meselesi bir dinginleşme çağrısı olarak olabilirdi. Bir de Kılıçdaroğlu’nu samimiyet testine tutuyoruz ama Erdoğan’ı neden tutmuyoruz? Bugüne kadar iktidarda olan parti bu konuyu yasallaştırmadı. İktidarına tabi kıldı. Dolayısıyla samimiyet testini Kılıçdaroğlu’ndan ziyade Erdoğan’a, AKP’ye uygulamamız lazım. Bu açıdan bence iyi bir çıkıştı. 

Ama tartışmanın eksenini bu çıkışın gerekli olup olmadığı oluşturdu. Nitekim, Kılıçdaroğlu’na yöneltilen eleştirilerin başında da artık konuşulmayan bir meseleyi gündeme getirmesi, Erdoğan’a alan açması oldu. 

Çok doğru ama şunu hatırlayalım, CHP’nin dönem dönem başörtülü kadınları partiye dahil etmesi Erdoğan’ı sinirlendiriyor ve “Onlar size değil, bize aitler” gibi bir sahiplenmeye giriyor. Dolayısıyla bu tür çıkışlar düşünüldüğünün aksine Erdoğan’ın dengesini bozuyor. Ama burada temel mesele şu; Kılıçdaroğlu yasa teklif ettikten sonra Erdoğan anayasa çıkışı yaptı, tamam. Peki CHP buna verilecek olası cevapları düşündü mü? CHP’nin sessizliğinden düşünmediğini anlıyoruz. CHP bir çıkış yapıyor ama gerisi gelmiyor. Dolayısıyla konu havada kalıyor, Erdoğan gol atmış gibi algılanıyor. 

Erdoğan’ın cevabından hemen sonra CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel “Her gün Anayasa’yı çiğneyen bir anlayışla anayasa değiştirecek halimiz yok” derken, bir süre sonra Kılıçdaroğlu, “Eğer arkasında kurnaz bir ajanda çıkmazsa her türlü desteği vermeye hazırız” demişti. Bu da sözünü ettiğiniz hazırlık konusuna çok çalışılmadığı intibasını veriyor

Evet, CHP ebelemece siyaseti yapıyor. Bir şey söylüyor, sonra geri çekiliyor. Kılıçdaroğlu, AKP’nin kemikleşmiş tabanını Erdoğan’ın meseleyi bugüne kadar yasallaştırmamasının samimiyetsizlik göstergesi olduğunu düşünmeye itebilirdi. Ancak Erdoğan, konuyu daha muhafazakar daha kutuplaştırıcı bir söyleme çekti

Şunu da vurgulamak lazım, bütün bunlar olurken laik kesim de mağdur ediliyor. Yaşam tarzlarına bu kadar müdahale edilirken, konserler iptal edilirken öğrencilerin hakları gasbedilirken, Boğaziçi’de eylemler sürerken CHP’nin bunlara sesi ne kadar çıkıyor? Oy alamayacağı kemikleşmiş bir tabanın dertlerini dert edip seslenmesi kıymetli bir şey ama öteki tarafın da sorunlarını dile getirmelisiniz. Getirmediğiniz zaman şöyle bir noktaya geliniyor, siz kendi seçmeninizin alternatifsizlikten dolayı size mahkum olduğunu biliyorsunuz ve onları beklemeye alıyorsunuz. Yaptığınız sadece temsil etmediğiniz, etmediğinizi düşündüğünüz kesimlere yönelik hamlelerden ibaret oluyor. Problem AKP’nin bunu nasıl karşıladığı değil, muhalefetin yaptığı hamlelerin devamını getirip getirmediği. 

Kılıçdaroğlu yasa teklifini dindar muhafazakarların endişelerini gidermek, Erdoğan’ın silahını elinden almak gerekçesiyle sunduğunu açıklamıştı. Bu gerekçe dindar muhafazakarların AKP ile kurduğu ilişkinin esas olarak kimliksel olduğunu da ima etmiyor mu?

Başörtüsü meselesinde olduğu gibi AKP/Erdoğan uzun zamandır belleğimize, korkularımıza sesleniyor. Başörtüsü meselesi bir sembol yani AKP iktidardan gittiğinde muhafazakar kesimin neleri kaybedilebileceğinin sembolü. Demokles’in Kılıcı gibi kendi seçmeninin başında sallandırıyor, o yüzden de yasallaştırmadı zaten. Son derece işlevsel, araçsal. Türkiye’nin türban problemi var mı yok mu, buraya baktığım zaman mesele türban değil ki. Mesele türbandan ziyade  buna rağmen muhafazakar kesimin kendisini AKP’de güvende hissedip, muhalefet kanadında hissetmemesi. Şunu hep sormuyor muyuz, “Nasıl oluyor da bu kadar çamura bulaşmış, ağır sorunlar yaratmış bir partinin hâlâ düşmeyen bir oy potansiyeli var?​” Bence o oy potansiyelinin önemli bir nedeni, AKP’nin muhafazakar kesimin korkularına sürekli seslenebilmesi. Muhafazakar kesim muhalefet gelirse kazanımlarının kayıplara dönüşeceğini düşünüyor. Kılıçdaroğlu’nun çıkışı o açıdan kıymetliydi.

Derinleşen yoksullaşmanın da katkısıyla toplumun sınıfsal taleplerinin, kimlik taleplerinin önüne geçtiği yönündeki tespitleri anımsarsak, muhafazakarların korkularına seslenmenin karşılık bulması kimlik-kültür siyasetinin güç kaybetmediğini mi gösterir?

AKP’ye baktığımız zaman neoliberal politikaların öncüsü diyebileceğimiz bir parti ama ona rağmen sorunları kültürel bir mesele gibi kuruyor. Mesela türbanı, laikliği konuştuğumuz zaman bunları sınıftan ayrı düşünmeye çalışıyoruz. AKP türbanı, dindarlığı kendisine bir ambalaj haline getirmiyor mu? Bunları, neoliberal politikalarının toplumda yarattığı sonuçları, neden olduğu zararları, yandaşlarına sağladığı haksız kazançları örtmek için kullanmıyor mu? Bence türbanı vs. bir demokrasi, özgürlük, eşitlik meselesi olarak konuşmak kültürelciliğe indirgemek değil ama elbette ki bunlarla birlikte yoksulluğu, yoksunlaşmayı, sınıf problemlerini bangır bangır dile getirmek lazım. Mesele türbanı ve yoksulluğu sanki çok ayrı kutuplarmış gibi dile getirmede. Burada sol siyasetin eksikliği ortaya çıkıyor. Eğer güçlü bir sol olsaydı bunları kültürelci bir cepheden değil, daha sınıfsal bir mesele olarak da görüp, bu bağlamda çözüm getirmeye çalışılabilinirdi. O nedenle, Türkiye’nin daha güçlü bir sol siyasi harekete ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. 

CHP’NİN UZUN ZAMANDIR BİR KİMLİĞE, KARAKTERE İHTİYACI VAR

Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü hamlesine destek verenler, merkeze doğru genişlemenin ancak böyle olabileceğini savunuyor. Bir yandan “Elektrik faturasını ödemeyin” çağrısı, bir yandan SADAT baskını, bir yandan da başörtüsüne güvence önerisi CHP’nin nasıl bir merkez inşa etmeye çalıştığıyla ilgili ne söylüyor? 

CHP’nin sağ ya da sol bir karaktere bürünme gibi bir derdi olmadığını düşünüyorum. CHP, tarihsel olarak kurucu niteliğinden dolayı devlet odaklı bir parti. CHP merkeze kayacaksa dahi en azından bir karakteri olur ve biz de CHP’den sol olamayacağını anlayıp daha rahat vazgeçeriz. Mesela İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu gibi çok kıymetli figürler var partide. Hem kadın olarak, hem duruş olarak birçok siyasetçinin göstermediği kararlılıkta duruyor ama mesela CHP’de hak ettiği yerde mi dahası CHP bu kadar net bir sol figürü sindirebilir mi pek emin değilim. CHP’nin çok uzun zamandır bir kimliğe, bir karaktere ihtiyacı var ve CHP bunu kurmaktan hep imtina ediyor, çünkü muhtemelen bir kimlik kazanırlarsa daha az kişiye hitap edeceklerini düşünüyor ve bir kimliği kitleselleştirebileceğini düşünmüyor.

O halde 2023’te yeni bir AKP, bir sağ koalisyon inşasına CHP’nin de itiraz etmediği görüşlerine katılıyorsunuz?

CHP sağ bir koalisyona angaje mi, birçok meselede aldığı pozisyonlara bakınca evet. Bence CHP’nin şu andaki öncelikli hedefi seçime kadar altılı masayı korumak. Zira kurucu kimliğinin etkisi belki de. Evin aileyi derleyip toplaması gereken büyük çocuğu gibi hareket ediyor. Sonuçta seçmenlerine bizi CHP’yle bir masada oturmaya Erdoğan itti diyen ittifak ortaklarına sahip. 

Adaylık hedefi de yok mu?

Kuşkusuz var ama ve ana muhalefet partisi lideri aday olabilmeli, bu kadar dert olmamalı. Esas problem aday olurken ne vadedeceği. Örneğin Kürt sorunu. İyi Partiye bakıyoruz, Akşener “HDP gelirse ben masadan kalkarım” diyor. CHP sessiz kalıyor. O zaman şu soru akla geliyor; CHP ya da altılı masa seçimi mi kurtarmak istiyor, Türkiye’nin geleceğini mi kurmak istiyor? Demokrasi, özgürlükler gibi çok temel meselelerle ilgili alınan pozisyonlara bakınca, altılı masa umut vermiyor. Dolayısıyla seçimlerden sonra Türkiye’yi bir sağ koalisyon bekliyorsa Türkiye’nin demokratikleşme meselesinde umutsuz olmak için çok veri var. 

SİYASİ MUHALEFETİ İZLEMEYİ BIRAKIP TOPLUMA DÖNMEK LAZIM

Mecliste kabul edilen sansür yasası tartışılmaya devam ediliyor. Yasayla nasıl bir medya, toplum tahayyül edildiği ile ilgili sizin görüşünüz ne?

Sansür yasası çok yıkıcı bir eylem. Seçime giderken bütün alanları kontrol etmeye çalışan bir iktidardan bahsediyoruz. Ben bunun Meclise getirilerek konuşulmasını da enteresan buluyorum. Biz uzunca bir zamandır birçok konunun Meclise gelmeden Saray yoluyla halledildiğini görüyoruz. Meclise getirilmesinin, kendilerinin de açıklayamayacağı önemli bir baskı aracı olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Dolayısıyla bunun vebalini Meclise bırakmak gibi de okumak lazım. Ama dönüp yine şuna geliyoruz, tamam AKP bunu yapıyor, peki muhalefet ne yapıyor? İşte orada umutsuzluk başlıyor. Şunu not etmek gerekir, Türkiye toplumuna baktığımız zaman, toplumsal muhalefet siyasal muhalefetin çok önünde. Problem siyasi muhalefetin Türkiye toplumunun muhalif kavrayışını yakalayamamasından kaynaklanıyor. Sansür yasası da esasen toplumsal muhalefeti baskılayacak bir girişim. 

ERDOĞAN ALEVİLİĞİ DE HEGEMONYASI ALTINA ALMAK İSTİYOR

Cemevlerinin Kültür Bakanlığına bağlanması hamlesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve Kılıçdaroğlu ve Akşener’in konuyla ilgili sessizliğini nasıl okumalı?

Cemevleri çıkışı Alevilere, Aleviliğe itibar kazandıracak bir şey değil. Tam tersi itibarsızlaştırma anlamına geliyor. Bir inançtan bahsediyoruz ve bunu kültüre angaje ediyorsunuz. Erdoğan’ın “Aleviliği en iyi ben bilirim, en çok da ben severim” sözlerini hatırlayalım. Erdoğan’ın zihniyetinde Alevi de, Kürt de, türbanlı da onun istediği gibi olmalı. 

Kılıçdaroğlu ve Akşener’in tepkisizliğine gelince, Kılıçdaroğlu geçenlerde “Ben kimliğimle gurur duyorum” diyerek uzun zamandır sümen altı edilen bir kimlikle gurur duyduğunu açıkladı. Peki o zaman bu gurur duyduğunuz kimliğe yönelik böyle bir hamleye sessiz kalmak neden? Türban meselesindeki gibi, (potansiyel) seçmenlerine yönelik sorunları beklemeye alıp, görmezden gelebiliyorlar. Erdoğan da iktidara ilk geldiğinde, türban meselesi tabanında talep edilen bir meseleydi. Erdoğan da “Şu anda kimseyi incitmeye gerek yok, beklemeliyiz, bu önceliğimiz değil” demişti. Tepkisizlik bunu da hatırlatıyor. 

LAİKLİĞİ, İÇKİ İÇMEK GİBİ DAR ALANLARA HAPSETMEKTEN UZAK DURMALI

Başörtüsü, laiklik, nefret söylemi, tarikat ve cemaatlerin etki alanının genişlemesi, yasaklar vs. sürerken, hafta içinde bir mahkeme kararı geldi. Bir hava yolu şirketi çalışanının Kadir Gecesi’nde paylaştığı rakılı fotoğraf nedeniyle 1.5 yılla yargılandığı dava, çalışanın “Halkın bir kesiminin benimsediği değerleri alenen aşağılama” suçuyla üç ay hapis cezasıyla sonuçlandı. Bu gerekçe ve karar bize ne anlatıyor?

Bu bizi çok zor günlerin beklediğini anlatıyor. Görmeyi, ses çıkarmayı ertelersek başımıza gelecek çok daha vahim şeyler var. Dolayısıyla kimin başına geldiğine bakmadan haksızlıklara tepki vermek lazım, zaten demokrasi dediğimiz de bunu gerektiriyor. Aksi kendi adaletimizi uygulamaktan ibaret. Laiklik o yüzden önemli. Laiklik bazen sadece içki içmek gibi oldukça dar alanlara hapsediliyor, bundan kaçınmak lazım. Çünkü laiklik tüm yaşam biçimlerine saygı göstermek anlamına geliyor. Zaten o yüzden de AKP zihniyetinde laikliğe yer yok. Ne demek Kadir Gecesi’nde rakı içmek, ne demek bunu kendi sosyal medyanda paylaşmak, ne demek kendi düşüncen? Erdoğan son konuşmalarında artık “yeni Türkiye” değil, “Türkiye’nin yüzyılı” ifadesini kullanıyor. İfade değişti, ama AKP zihniyeti değişmeyecek. Ve fakat bakalım Türkiye rövanşizmi bırakıp, demokratikleşebilecek mi? 

ÖNCEKİ HABER

Kayseri'de cemevi önüne şüpheli paket bırakan 5 kişi gözaltına alındı

SONRAKİ HABER

ÇAYKUR işçilerinden Öz Gıda-İş’e büyük tepki

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa