16 Ekim 2022 05:03

Depreme hazır mıyız?

İnşaat yapmak ve oluşan ranta el koymak üzere, deprem gibi yaşamsal tehditleri de fırsat olarak kullanan iktidar, afetlerle mücadeleyi piyasa koşullarına terk etti.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Dr. Tayfun KAHRAMAN
Silivri 9 No’lu Cezaevi, A-47

Deprem dediğimizde ilk akla gelen, acı hatıralar ile andığımız 1999 Marmara depreminin üzerinden 23 yıl geçti. Bu süre içerisinde ne yazık ki başka acılar da yaşadık. Van, Elâzığ son olarak İzmir depremleri ile acılar tazelendi. Tüm bu depremler ülke topraklarında yaşanması olası yeni felaketlere hazırlıklı olmadığımızı gösterdi. Son 23 yılda hiçbir şey yapılmadı denilemez ancak yapılanlar depreme hazır olmak adına oldukça yetersiz kaldı. Bu nedenle, başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye kentleri hâlâ depreme karşı çok kırılgan.

6306: ÇÖZÜM YERİNE RANT YARATTI

Son yıllarda sadece yeni bir deprem afeti yaşandığında hatırladığımız deprem gerçeğine, AKP iktidarı alışkanlığı olduğu üzere yine faydacı yaklaştı; gerçeklerle yüzleşerek asıl problem yaşayacağımız alanlara ve yapılara müdahale etmektense, rant yaratma potansiyeli yüksek alanlara müdahale etti. Van depremi ardından 2012 yılında yürürlüğe konulan 6306 sayılı ‘Afet Riski Altında Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun da benzer sonuçlar üretti. AKP iktidarı her yaşanan depremden sonra, neredeyse birebir aynı kelimeler ile bir daha aynı acıların yaşanmayacağı vaadinde bulunurken; 6306 sayılı Kanun gibi kullandığı tüm araçlar çözüm yerine rant yarattı. İnşaat yapmak ve oluşan ranta el koymak üzere, deprem gibi yaşamsal tehditleri de fırsat olarak kullanan iktidar, afetlerle mücadeleyi piyasa koşullarına terk etti. Durmaksızın daha fazla inşaat yapmak üzere çaba harcayanlar, mevcut kırılgan yapı stoku ile uğraşmayı bir kenara bırakarak; kentsel dönüşüm adı altında rant değeri yüksek alanlarda yeni şantiyeler kurmayı tercih ettiler. Potansiyel gördükleri bu alanları kentsel arsalara dönüştürmek üzere riskli alan ilan ettiler; ancak gerçek fotoğrafı görmezden geldiler.

Bugün, İBB İstanbul Planlama Ajansının yayımladığı “İstanbul’un Ana Gündemi: Deprem” başlıklı raporda da yer alan, İstanbul’da gerçek risk taşıyan alanlar ile riskli alan ilanları karşılaştırmasında, bu gerçek daha net görünür. Böylece, asıl amacın deprem karşısında önlem almaktansa, yeni kentsel arsalar yaratmak, kendi siyasetini finanse eden sermaye gruplarına rant yaratmak olduğunu kolayca tespit edebiliriz. Oysa, deprem gerçeği karşısında, kitlesel acılara engel olmak üzere yapılması gereken; tespit çalışmalarını tamamlayarak zaman geçirmeden yüksek risk taşıyan yapı ve alanlara müdahale etmek olmalıydı. Bu çerçevede, öncelikle mevcut kırılgan ve afetler karşısında yaşamı tehdit eden yapı stoku tespit edilmeli, sonra da bu yapı stokunun dayanıklılığı arttırılmalıdır.

DEPREM TEHDİDİ BİR YANIYLA SINIFSAL BİR PROBLEM

Depreme hazır olmak bir hayal değil. Bunun için, gerçekçi çözümler üretmeli, sorunu asıl amacı rant üretmek olan göstermelik metotlarla erteleyerek afeti beklememelisiniz. Bir diğer deyişle, afet gerçekleşmeden önce riskleri belirlemeli, sonrasında afet riski en yüksek, en tehlikeli yapı ve alanlardan başlayarak, deprem riskini yönetilebilir bir hale getirmelisiniz. Tüm Türkiye kentlerinde amacınız eğer depreme karşı dayanıklı yaşam alanları inşa etmek ise; doğru kaynak kullanımı ile alınması gereken önlemlerin tümüne aynı anda başlamaktansa önceliklendirme yapmalı, öncelik sırası ile enerjimizi verimli kullanarak bu tehdidi ortadan kaldırmalısınız.

Bugün olduğu gibi sorunu, sadece rant değeri yüksek alanlarda yapılacak inşaatlar ile sınırlı ele almak çözüm yaratmak bir yana deprem başta olmak üzere tüm kentsel risk ve sorunları ağırlaştıracaktır. Bu günübirlik, sahte çözümler özellikle tehdidin daha yoğun olduğu kentin çeperlerinin görmezden gelinmesine neden olacak ve alt sınıfların yaşadığı bu alanları sorunları ile baş başa bırakacaktır. Unutmamak gerekir ki deprem tehdidi bir yanıyla da sınıfsal bir problemdir. Bu nedenle tüm yurttaşların öncelikli talebi sağlıklı kentlerde ve sağlıklı konutlarda yaşam hakkı olmalıdır.

BİNALARIN DÖRTTE BİRİ KULLANILAMAZ ŞEKİLDE HASAR ALABİLİR

Bu konuda İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanlığı olarak yaptığımız yapı tespit çalışmalarında çıkan sonuçlar durumun ne kadar vahim olduğunu göstermektedir. İstanbul’da riski anlamak ve risk haritasını çıkararak kırılgan yapıları tek tek tespit etmek üzere başlattığımız çalışmada, 100 binden fazla yapı ziyaret edilerek, taramayı kabul eden 28 bin 900 yapıda incelemeler yapıldı. 2000 yılı öncesi yapılmış binaların yüksek risk potansiyeli taşıyanlarından yüzde 5 örneklem ile alınan veriler, İstanbul’un tüm yapı stokuna genelleştirilebilecek sonuçları ile tabloyu önümüze koydu. Buna göre, İstanbul’da yaşanması beklenen 7.5 büyüklüğündeki senaryo depremine göre 110 bin yapının ağır hasar, 180 bin yapının orta hasar alacağı ve bu yapıların hangi alanlarda yoğunlaştığı belirlendi. Yani toplam 1 milyon 200 bin civarında bina bulunan İstanbul’da bu yapıların dörtte birinin kullanılamaz biçimde hasar alacağı ve bir kısmının da yıkılacağı gerçeğini ortaya koydu. Sonraki aşama için ise riski yüksek yapılardan başlayarak müdahale programının ilk etabı hazırlandı ve malum nedenlerle artık takip edemesem de arkadaşlarımız çalışmaya devam ediyor.

İşte iktidarın bu tespitlerden kaçınmasının başlıca nedeni de bu vahim tablo ile bilerek yüzleşmek istememesidir. Çünkü, bu tablo ile yüzleşmek yeni ödevleri berberinde getirecek, tespitlere göre çözüm üretmelerini zorunlu kılacaktı. Böyle bir yükün altına girmektense göstermelik işlerle -mış gibi yapmak, aynı zamanda da yandaşlar için rant alanı açmak iktidarın kolayına geldi. Mevcut kırılgan konut stokunu güçlendirmektense yeni konutlar üreterek bu gündemi geçiştirmeyi tercih etti.

Son dönemde iktidarın açıkladığı sosyal konut projesi de bu amaca hizmet etmekte. 500 bin yeni konut yapacağız derken inşaat sektörünü canlandırmak istemekte, yaşanan konut sorununun asıl öznesi olan alt sınıfların ulaşamayacağı bu konutlar ile deprem sorununu da görmezden gelmektedir.

ÖNCELİK MEVCUT RİSKLİ YAPILARA MÜDAHALE OLMALIDIR

Deprem gerçeği karşısında önlem alınacaksa kamu bütçesinden yapılacak bu harcamaların yeni imara açılacak alanlarda konut üretmektense, öncelikle mevcut riskli yapılara müdahale için kullanılması gerekmektedir. Elbette ülkemizde yeni konutlar da üretilmesi gerekmektedir ama kamunun sınırlı kaynaklarının nerede kullanılacağı önemli bir sorudur. Bu soruya karşı iktidar yine popülist yaklaşımlarla halkı yanıltmakta, riskli yapılarda yaşamak zorunda kalan dezavantajlı yurttaşların sorunlarına çare aramamaktadır.

Son yirmi yılda TOKİ’nin ürettiği 1 milyon 200 bin konutun depreme çare olmadığı, sağlıklı ve güvenli konuta erişimin dar gelirli yurttaşlar için neredeyse imkansız hale geldiği, konut sahipliği oranının hızla gerilediği ve mevcut konut rezervinin ayrıcalıklı bir kesimin elinde biriktiği görülürken, üst sınıflara yönelik olarak yeni yapılacak konutların çare olacağını iddia etmek bir kandırmacadır.

DEPREME HAZIR OLMAK BİR YAŞAM HAKKI SAVUNMASIDIR

Deprem gerçeğine karşı iktidar kalıcı bir çözüm üretmek istiyorsa, yapılması gereken bu sorunla yüzleşerek; yeni imara açılacak yerlerde yapılacak konutlara ayıracağı kaynağı mevcut konut stokunun yenilenmesine/güçlendirilmesine ayırmak olacaktır.

Başta iktidar tarafından olmak üzere uzun zamandır görmezden gelinse de deprem riski kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Bu gerçekle yüzleşmedikçe ve onu ciddiyetle ele almadıkça depreme hazır olmamız, dayanıklı, sağlıklı kentler inşa etmemiz mümkün değil. Bir başka deyişle, bu yüzleşmeyi erteledikçe tehlikeye attığımız kırılgan yapılar değil, içindeki canlarımız. Depremle mücadele etmek, depreme hazır olmak bu nedenle insan haklarının zorunlu kıldığı bir yaşam hakkı savunmasıdır.

ÖNCEKİ HABER

İstanbul’un metalaştırılması, kent hakkının gasbı ve katılımcılık tahayyülü

SONRAKİ HABER

Hüsniye'yi katledip, cansız bedenini çöp toplama merkezine attı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa