Deprem gerçeği ve dönüşüm
Deprem riski nedeniyle kentsel dönüşümün ertelenemez bir ihtiyaç olduğu konusunda tereddüt yok. Ancak, bu ihtiyaç rant paylaşımına alet ediliyor.
![Deprem gerçeği ve dönüşüm](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/219819.jpg)
Fotoğraf: Özcan Yaman
İsmet DOĞAN
İnşaat Mühendisi
Türkiye, yeryüzünün en aktif fay zonlarının olduğu ve her zaman büyük deprem riskinin bulunduğu bir bölgede yer alıyor. Türkiye deprem bölgeleri haritasına göre ülke topraklarının yüzde 96’sı (bunun yüzde 66’sı 1. ve 2. derece deprem bölgesi), nüfusunun da yüzde 98’i deprem riski altında. Öteden beri konunun uzmanları tarafından bilinen bu gerçek, 1999 yılındaki iki deprem -17 Ağustos Gölcük ve 12 Kasım Düzce depremleri- sonrasında tüm ülke gündemine girdi; o tarihten bugüne de deprem, halkın ciddi bir gündemi durumunda.
1999’daki Gölcük ve Düzce depremlerinin yarattığı yıkım, can kayıpları ve devasa ekonomik zararlar (Gölcük depreminin etkilediği alanda bulunan yapıların yaklaşık yüzde 25’i yıkıldı ya da ağır-orta düzeyde hasar gördü) içinde yaşadığımız konutların, iş yerlerimizin, okul, hastane, alışveriş ve sosyal yapıların güvenilirliğini sorgulamamıza yol açtı.
1999 Marmara depremlerinden sonra, yapı inşa sisteminin düzenlenmesi ve kayıtlarının tutulması ile ilgili bazı adımlar atıldı.
- 1998 yılında yayınlanan Deprem Yönetmeliği hayata geçirildi.
- Yapı Denetim Yasası çıkarıldı.
- Yapı malzemeleri (beton/demir) üretimi ile ilgili standartlar ve kurallar düzenlendi.
Bu düzenlemeler 2000 ve sonrasında inşa edilen yapılarla ilgili kısmen bilimsel veriler sağlasa da yapı stokunun çok büyük kısmını oluşturan 1999 öncesinde inşa edilmiş yapılarla ilgili çalışmalar ve düzenlemeler çok yetersiz kaldı. ’99 depreminin hemen ardından deprem riski bahane edilerek özel tüketim vergisi, deprem vergisi, DASK gibi isimlerle yeni vergiler çıkarılarak halkın cebindeki paralar toplandı, ancak pratikte kayda değer bir çalışma yapılmadı.
2011 yılına gelindiğinde depremin merkezi bu kez Van’dı. Ekim ve kasım aylarında yaşanan iki depremin ardından yaşanan yıkım ve can kayıpları, güvenilir olmayan yapı stokuna ve yerleşim alanlarına sahip kentlerde yaşadığımız gerçeğini bir kez daha su yüzüne çıkardı.
Mevcut yapı stokunun bu durumda olması kentsel dönüşüm ihtiyacını ortaya çıkardı. Bakanlık da -20 milyonluk mevcut yapı stokumuzun üçte birine tekabül eden yaklaşık 7 milyon yapının deprem güvenlikli olmadığını ve bu yapıların yenilenmesi gerektiğini- açıklayarak 6306 Sayılı ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’u yürürlüğe soktu.
DÖNÜŞÜM İHTİYACI RANTA ALET EDİLDİ
Kentsel dönüşümün ertelenemez bir ihtiyaç olduğu konusunda tereddüt yok. Ancak, bu dönüşümün nasıl yapıldığı ve nasıl yapılması gerektiği çok önemli. Türkiye’de bugüne kadar yapılan kentsel dönüşüm uygulamaları iki başlıkta toplanabilir.
Birincisi ‘yık-yap’ anlayışı ile hak sahipleri ve müteahhitler arasında rant paylaşımı esasına göre yapılan tek tek bina dönüşümleri. Bu yöntemle rant oranı yüksek bölgelerdeki yapılar yıkılıp yenilenmiştir. Konut kullanım alanları küçültülerek konut sayısı arttırılan bu yöntemle bölgelerin nüfus yoğunluğu da arttı. Nüfus artışı ileride yaşanacak altyapı sorunlarına zemin hazırlarken, yapı yoğunluğu kent dokusunu tahrip etti.
Diğeri ise devlet ve büyük inşaat şirketleri eliyle mahalle ölçeğinde yapılan kentsel dönüşümler. Bu yöntemle İstanbul’da Sulukule, Fikirtepe örneklerinde görüldüğü gibi sadece yapıların dönüştürülmesi değil, öncelikli olarak kentlerin sermayenin ihtiyacına göre düzenlenmesi, sermayeyi cezbedecek altyapıya kavuşturulması, kent merkezlerinin sermayenin elit temsilcilerine açılması, yanı sıra emekçilerin kent merkezlerinden ve görece yakın bölgelerden uzaklaştırılması amaçlandı.
Her iki yöntemde de kentsel dönüşüm ihtiyacı rant paylaşımına alet edilerek Anayasa’da güvence altına alınmış halkın barınma hakkı göz ardı edildi.
6306 sayılı Kanun ise buna yeni bir boyut getirdi. Kanun, afet riski altındaki yerlerin dönüştürülmesinden ziyade rant odaklı kentsel dönüşüm uygulamaları için dayanak olarak kullanıldı. Kanun yoluyla rant alanı yüksek bölge önce riskli alan ilan ediliyor, akabinde vatandaşın yıllarca borç-harçla yaptığı evler, binalar ellerinden alıyor. Tozkoparan, Fetihtepe, Tokatköy’de yapılan uygulamalar tam da buna örnektir.
DEPREME KARŞI NASIL BİR KENTSEL DÖNÜŞÜM?
Peki, depreme dayanıklı kentler yaratmak için uygulanacak dönüşüm nasıl olmalı?
- Sadece yüksek risk taşıyan yerleşim alanları değil, standardı düşük ve niteliksiz yapılar da kentsel yenileme ve dönüşüm yerleri olarak görülmeli.
- Yenileme alanlarına yönelik uygulamalar planlı bir şekilde yapılmalı ve dönüşüm kentsel yaşamın odak noktasında insan bulunduğu bilinciyle gerçekleştirilmeli.
- Kentsel dönüşüm; ev, okul, iş yerleri ve benzeri yerleşim yerlerinin ulaştırması ve diğer altyapı sorunlarının giderilmesi temelinde bütünlüklü bir kent planlaması kapsamında ele alınmalı.
- Mühendislik, mimarlık ve şehir planlama disiplinlerinin teknik, bilimsel ve yasal gereklilikleri ile teknik ilkelerini kılavuz alarak orman, kıyı, doğal kaynaklar, kent tarihi ve kültürünü yok etmeden, toplumu ve kent kimliğini önceleyen bir kentsel dönüşüm modeli geliştirilmeli.
- Kentin demografik yapısını değiştirmeden, herkesin yaşadığı bölge içerisinde depreme dayanıklı, yaşanabilir konut sahibi olması sağlanmalı.
- Bir deprem ülkesi olma gerçeğinden hareketle, devletin anayasal görevlerinden biri olan sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler kurabilmek ve yaşanabilir bir çevre oluşturabilmek için öncelikle sürece katılacak tüm aktörlerin yer aldığı örgütlenme biçimleri oluşturulmalı
- Tüm süreç, ilgili meslek odaları, üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve halk komitelerinden oluşturulacak denetleme kurullarının denetimine açık hale getirilmeli.
KAYNAK VAR AMA TEKELLERE AKTARILIYOR
İstanbul’daki yapıları depreme dayanıklı hale getirmek için gerekli kaynak fazlasıyla var. Örneğin on yıllardır dolaylı ve doğrudan yollarla “deprem vergisi” adı altında halktan toplanan vergilerin tutarı yüz milyar liranın üstünde.
Ama deprem için toplanan vergilerle ‘duble yol’ yapıldığı açıklandı. Halk bu ‘duble yolları’ kullansa da kullanmasa da müteahhitlere para ödemeye devam ediyor. Üstüne son 20 yılda halkın vergilerinden toplanan milyarlarca dolar ‘mega projeler’ yoluyla müteahhit firmalara aktarıldı. Dahası da var; ‘mega proje’ adı altında yapılan köprü, tünel, havalimanı, şehir hastanelerine onlarca yıl geçiş ve kullanma garantisi adı altında ödeme yapılmaya devam edilecek.
Müteahhitlerin devlete ödemesi gereken kira bedelleri 15-20 yıl vadelerle erteleniyor, milyarlarca lira tutarındaki vergi ve sigorta borçları siliniyor.
Özetle kamu kaynakları hükümetin sanal olarak yarattığı ‘iç-dış düşmanlar’ söylemiyle tekellere aktarılıyor, lüks ve şatafat düşkünlüğüne harcanıyor.
Bu israfa son verilmeli, kamu kaynakları şeffaf şekilde halkın denetimine açık hale getirilmeli, halkın yakıcı ihtiyacı olan yaşanabilir, güvenli yapıların tesisine harcanmalıdır. Halkın olan yine halk için harcanmalıdır.
![İBB'deki komisyonun AKP ve MHP'li üyeleri, kentsel dönüşümde kira yardımının 4500 TL olmasını reddetti](https://staimg.evrensel.net/images/330/upload/dosya/151964.jpg)
Evrensel'i Takip Et