Neoliberal politikalarla kent yağması örneği: İstanbul
Yeni bir şehir kurulacaktı. Havalimanı yanında, 3. köprü yanında, Kuzey Marmara otoyolu oradan geçiyor… Buraya yerleştirilecek nüfus da ‘nitelikli’ olmalıydı!

Fotoğraf: Ersan San/DHA
Selahattin BEYAZ
Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı
24 Ocak 1980 tarihinde ‘istikrar programı’ olarak açıklanan 24 Ocak neoliberal ekonomi kararlarının ilan edildiği 25 Ocak 1980 günü, 101 işyerinde 6 bin 414 işçi, 5 Eylül 1980 günü ise 53 bin 644 işçi grevdeydi. “12 Eylül darbesi grevleri yasaklamasaydı, 1980 yılında greve çıkan işçi sayısı en az 200 bini bulacaktı.” 1
Darbeden sonra Kenan Evren, “Eğer 24 Ocak kararları denen kararların arkasından 12 Eylül dönemi gelmemiş olsaydı, o tedbirlerin fiyasko ile sonuçlanacağından hiç şüphem yoktu. Böyle sıkı bir askeri rejim sayesinde o tedbirler meyvesini vermiştir” şeklindeki açıklamasıyla darbenin amacını belirtiyordu.
GEREKÇE: AFET, UYUŞTURUCU, SUÇ
GERÇEK: RANT
12 Eylül cunta desteğini arkasına alan sermayenin piyasa özgürlüğü, kural tanımaz hale gelerek süreç içinde devlet aygıtını kontrol eden tek yapı haline dönüştü. Neoliberal politikalar beraberinde kentlerde ve kırsalda önemli değişimler meydana getirirken, kentsel mekanlar aynı zamanda semtlerin sınıfsal olarak ayrıştığı, kent suçları ve işsizliğin arttığı alanlara dönüştü.
’90’lı yılların ortalarına kadar etkili olan neoliberal hegemonya, 2002 yılından sonra AKP iktidarıyla daha da güç kazanırken, bu güç ile İstanbul kent alanında büyük dönüşümler meydana getirdi. Kentlerdeki dönüşümün gerekçesi bazen afet riskleri, işsizlik, uyuşturucu ve gecekondu mahallelerindeki suç yapılarına karşı çözüm; bazen “dünyanın en büyük havalimanı”, “çılgın proje Kanal İstanbul”, “marka şehir İstanbul” şeklinde karşımıza çıktı.
İstanbul dönüşüm projelerinin uygulama alanları her zaman kentin su havzaları, yoksul emekçilerin yaşam alanları, tarihi mekanlar gibi yüksek rantlı kentsel alanlar oldu. Yazımızın konusu olan İstanbul’a daha detaylı bakalım:
İstanbul kent planlaması için, ilk kez 1980 yılında metropoliten ölçekte bir plan hazırlandı. 1995 yılında ise 1/50.000 ölçekli “İstanbul metropoliten alan alt bölge nazım planı” yürürlüğe girdi. Ancak 1995 planı yetki yönünden iptal edilince, 1980 tarihli plan da uygulamadan kalkmış oldu. Yine büyükşehir belediyesi tarafından 2006 yılında onaylanan 1/100.000 ölçekli İstanbul çevre düzeni planı (ÇDP) açılan davalar sonucu iptal oldu.
2009 yılında yeniden düzenlenen plan, “1/100.000 ölçekli İstanbul çevre düzeni planı” olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından kabul edilerek yürürlüğe girdi. İşte bu plan Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının sürekli yaptığı değişiklikler ile günümüzde “rantsal dönüşüm planı” şeklini aldı.
İstanbul için yapılan bütün bu planlamalarda “kentin doğu-batı ekseninde gelişimini sağlamak, kentin kuzey kısmında bulunan orman ve su havzalarını korumak” amaç olarak belirtilse de bunun bir aldatmaca olduğu 2019 yılı sonunda anlaşıldı. Önce Avrupa yakasının en önemli su havzalarını ve kentin kuzeyinde 45 kilometrelik hat boyunu kapsayan sermayenin en büyük rant saldırısının planları, ardından “Kanal İstanbul nihai ÇED raporu” ve birkaç gün sonra da bunu tamamlayan ‘İstanbul çevre düzeni planı’nda yapılan ‘revizyon’ ile net olarak ortaya çıktı.
DANIŞIKLI DÖVÜŞ
Kanal İstanbul Projesi’nin henüz açıklanmadığı 2006-2010 yılları arasında bölgedeki arsa rayiç bedelleri 1.5-8 TL/m2 düzeyindeyken, bu değerlerin 2010 yılı sonunda 2-27 kat arasında değişen oranlarda arttığı görülüyor.
Yürürlükte olan 2009 çevre düzeni planı, kuzeyde yapılaşmaya izin vermediğine göre bu artış niyeydi?
Sorunun yanıtı basit: İktidar sermayesi 3. köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu ile başlayan projelerin, 3. havalimanı ve lüks konut projeleriyle devam edeceğini biliyordu.
Sermaye, sadece Küçükçekmece, Avcılar, Başakşehir, Arnavutköy gibi su havzalarının bulunduğu kentin yoksul semtlerinde 350 bin dönümlük alanda, İstanbul Boğazı ve çevresindeki yerleşimin 4 katı büyüklüğünde, ortasından deniz geçen (Kanal İstanbul) yeni bir “Boğaziçi” planlıyordu.
Burada bir hatırlatma yapalım; iktidar 2006 yılından sonra ‘kamu özel işbirliği’ projelerini keşfetmiş, plan değişiklikleri ile yasal dayanak da oluşturarak TOKİ ve ‘Beşli Ortakları’ ile İstanbul’u rant merkezine çevirmeye başlamıştı.
İKTİDARIN GELECEK PLANI: EMEKÇİLERİ DIŞLAYAN BİR KENT
Tam da bu noktada ‘İstanbul ili Avrupa yakası rezerv yapı alanı 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planı’ değişikliğinin amacını hatırlamakta fayda var. Şöyle açıklanıyordu değişikliğin amacı: “Sahip olduğu su yolu ve dünyanın en büyük havalimanı projeleri ile özdeşleşen…, ticaret ve hizmet ağırlıklı bir ekonomiye dayanan, küresel ölçekte güçlü ve yeni açılımlar getiren, yaşam kalitesi yüksek yeni bir şehir oluşturmak.”
Aynı açıklamada bir de itiraf vardı: “Yüksek nitelikli nüfusun Yenişehir’e çekilmesi için nitelikli konut ve sosyal çevre olanaklarının oluşturulması.”
Öyle ya, bölgede yeni bir şehir kurulacaktı. Havalimanı yanında, 3. köprü yanında, Kuzey Marmara otoyolu oradan geçiyor... Buraya yerleştirilecek nüfus da ‘nitelikli’ olmalıydı! Bu, rant alanlarının sınıfsal konumunu ve emekçileri dışlayan bir kent planlamasının açık itirafıydı.
İstanbul kentsel ve ekolojik yaşam alanları, AKP iktidarı döneminde neoliberal kent politikaları ile büyük yara aldı. Kentin dönüşümünde sadece emekçiler değil bilim de dışlandı. Yakın gelecekte suyu olmayan, denizleri kirlenmiş, oksijeni tükenmiş, ormanları yok olmuş, betonlaşarak sermayenin çöplüğü haline gelen bir İstanbul görebiliriz. Bunun olmaması ise ancak emekçilerin, kendilerini dışlayarak kenti yok edenlere karşı, el birliğiyle İstanbul’a sahip çıkmasıyla mümkündür.
1 H. Lefebvre, Şehir Hakkı - II, Mekân ve Siyaset, Türkçesi: Metin Yetkin, İstanbul: Sel Yayıncılık, Haziran 2022 (Orijinal basım: 1974), s. 49.

Evrensel'i Takip Et