Kömürün karasıyla kaderin kavgası
1860 yılında Zola’nın Fransa madenlerinden yola çıkarak somutladığı bu canavar, hâlâ günümüzde ve özellikle de Türkiye madenlerinde işçileri öldürerek büyümeye ve yaşamaya devam ediyor.
Fotoğraf:Mehmet Uluyurt | Madencilik İnsan ve Yaşam Sergisi
Mahmut Sezgin MEMİŞ
Maden Mühendisi
Karanlığın bilinmezliği içerisinden, işsizlik ve açlıktan beli bükülmüş, her şeye razı, ne iş olsa yapmaya hazır bir karakter ile başlarız Emile Zola’nın Germinal'ine. Karanlığın bilinmezliği; bir çukura çöreklenmiş, derin derin ve uzun uzun soluklar alıp veren, midesini tıka basa insan etiyle doldurmaya çalışan bir canavar olarak tasvir edilir. Aslında bu tekinsiz, aç canavar bir kömür madenidir. 1860 yılında Zola’nın Fransa madenlerinden yola çıkarak somutladığı bu canavar, hâlâ günümüzde ve özellikle de Türkiye madenlerinde işçileri öldürerek büyümeye ve yaşamaya devam ediyor.
İSİG Meclisi’nin raporuna göre Türkiye’de 2002 yılından beri madenlerde en az 1989 işçi hayatını kaybetti. Burada devam eden işçi cinayetlerini, yaralanmaları ve çalışma koşullarından doğru süregelen madenciliğe özgü; meslek hastalıklarını talihsiz bir tesadüf, bir alınyazısı ile açıklamak, sermayenin emek sömürüsüne dayalı büyüme süreçlerini de yok saymak olacaktır. Oysaki bu kapitalizm canavarı, kendini sürdürmek için işçinin azami bir şekilde emek gücünü sömürerek, ondan daha da fazla “faydalanma” fırsatlarını kollayarak, verimliliği arttırmak için çeşitli stratejilere başvurmaktadır. Dolayısı ile madenin fıtratında değil ama kapitalizmin fıtratında işçinin yaşam süresini çalmak, kısaltmak pahasına büyümek gibi bir sonuç ile karşılaşırız. Engels İngiliz işçi sınıfının ağır yaşam ve çalışma koşullarını anlatırken kapitalizmin fıtratını şu şekilde vurgular: “Emek gücünün hayatının ne kadar süreceği sermayenin umurunda bile değildir. Onu ilgilendiren biricik şey, bir günde harekete geçirilebilecek azami emek gücüdür. Sermaye, bunu elde etme hedefine, emek gücünün yaşam süresini kısaltarak varır…”
GRİZU PATLAMASI MADENLERİN KADERİ Mİ?
Zonguldak'tan Yozgat’a, Amasya’dan Bursa'ya, Balıkesir’den son olarak Bartın’a kadar yüzlerce işçinin ölümüne sebep olan onlarca grizu patlamalarının ihmalden mi kaynaklandığı yoksa madenlere özgü değişmez bir kural mı olduğunu anlamak için basitçe kömür madenlerinde emek süreçlerini ve grizuyu inceleyelim.
Madenleri yeraltına ters olarak gömülmüş bir mahalle olarak düşünebiliriz; caddesi, sokağı, evleri, odaları, kapıları, asansörü, ışıkları, ulaşım araçları olan bir mahalle gibi. Nasıl ki; bu sıraladıklarımızı belirli hesaplamalar ve planlar bir araya getiriyorsa, madende de aşağı yukarı aynı fiziksel hesaplamalar yapılır.Vardiyasına göre günün ilk/son ışığında veya karanlığında madene gelen işçiler, tulumlarını, ayakkabılarını, kemerlerini giyerek ilk hazırlıklarını yapar. İlgili ekipmanlar, kişisel koruyucular, fenerler ve baretler teslim alındıktan sonra tertip (iş planı) yapılır ve evden getirilen yemekler elde asansör ile madene inilir. Asansör derine indikçe beyaz florasanın kerametinden midir nedir hava aniden kalitesizleşir, ağırlaşır ve bulanıklaşır. Bunu koklayarak değil görerek de hissederiz.
Asansörden yeraltına inen işçiler görevli oldukları galerilere dağılır. Kimisi vagona atlar gider, kimisi ters istikamete yürür gider. Uzun veya kısa yolculuklar sonrası üretimin yapılacağı yere (arın) gelen işçiler, klasik olarak bildiğimiz üretim yöntemi, yarı mekanize ve tam mekanize olarak kömürü çıkartmaya başlar. Kömür çıkarıldıkça doğrudan bant ile daha yüksek kotlardaki galerilere taşınır. Bu taşıma bantlar ile doğrudan veya vagonlarda biriktirilerek yeryüzüne ulaşır.
Kömürün çıkartılması aşamasında kömür damarı içindeki metan gazının büyük bölümü bir denge halinde oradadır. Bu gazın basıncı da damarlar içerisinde serbesttir ve kömür yüzeylerinde soğurulmuş durumdadır. İşçiler üretim yaptıkça bozulan basıncın dengesinden dolayı kömürün gözenek ve çatlaklarında biriken metan gazı madenin içine yayılır. Asgari olarak genel kabul ve kural şöyledir; ortamda %19’dan az oksijen, %2’den çok metan olamaz. Eğer varsa da gerekli havalandırma senaryoları devreye girer. Gaz atılır veya gazların konsantrasyonu yukarıda bahsedilen seviyelere getirilir.
Grizu diye adlandırılan patlama ise oksijen, metan ve ateş kaynağına ihtiyaç duyar. Oksijen %12, metan %4-14 arasındaysa ve gerekli ateş kaynağı var ise madende patlama gerçekleşir. Yeraltında işçilerin her daim oksijene ihtiyaç duyduğunu düşünürsek; metanın seviyesinin ve ateş kaynağının kontrol edilmesi ve denetlenmesi gereklidir. Metanın her an yapılan ölçümler ile anlık olarak ortamda, damarda ise sondajlar ile kontrol edilmesi gerekiyor. 2019 yılına ait Sayıştay raporu tam da bu tehlikelere dikkat çekerek üretim derinliğine paralel olarak artan metan gazına ve olası kazalara karşı önlem alınması gerektiğine işaret etmiştir.
FITRATTAN KADER PLANINA
Dolayısı ile işçi katliamı daha önce birçok maden patlamasında da olduğu gibi ‘geliyorum’ demişken, Cumhurbaşkanı Erdoğan “Biz kader planına inanmış insanlarız. Bunlar her zaman olacaktır, bunu da bilmemiz lazım” diyerek Soma’da olduğu gibi Amasra’da da cezasızlık politikalarının işletileceğini itiraf etmiş oldu. İşçiler ise gerekli denetimlerin yapılmadığının, her an bir patlama ile karşı karşıya gelme riskinin farkında ve ölümle burun buruna madene girerken; madenlerin denetiminden sorumlu müfettişler kendilerine ısmarlanan kebapları yiyordu. Ne tesadüf ki; işçilerin cansız bedeni birer birer madenden çıkarılırken A Haber ise görüştüğü Çinli mühendisler ile madencilerin birbirleriyle yiyeceklerini nasıl paylaştığını konuşuyordu.
İktidar medyası tarafından güzel bir anı olarak anlatılagelen madencilerin dayanışmasının oradaki emek sömürüsünü ve vahşi çalışma koşullarını gölgeleyecek şekilde romantize edilmesi elbette yeni değil. Çünkü “zarların hileli olduğunu herkes biliyor”. Ama en iyi, her gün madene girerken eşi ve mesai arkadaşları ile helalleşen işçiler ya da sağ salim madenden çıktığında birbirine “geçmiş olsun” diyen işçiler biliyor. Bir madenci patlamada ölen bir arkadaşı ile en son konuşması olarak bile nasıl helalleştiklerini hatırlıyor. Çünkü bu onlar için rutinleşmiş ya da dile sabitlenmiş bir alışkanlık değil. -300 kotunda, üretim derinleştikçe karşı karşıya geldikleri tehlikenin her gün farkında bir şekilde iniyor işçiler madene.
CİNAYET MAHALİNE HERKESTEN ÖNCE GİDENLER
Bu noktada burjuva siyasetçiler “Geçmiş olsun Bartın!” diyerek bu katliamı tesadüfü bir “doğal afet” düzeyine indirgerken; “maden şehitleri” diyen burjuva muhalefet ise AKP-MHP ittifakının kader inancı söylemine zemin hazırlamış oldu. Bu kuşatılmışlık altında en berrak tepki kardeşini yitiren bir ablanın sesinde somutlandı: “Kardeşim 15 gün önce 'burada gaz kaçağı var, bizi yakında patlatacaklar' demiş. Nasıl ihmal oldu?” Dolayısı ile burjuva siyasetçilere ve iktidarın kuşatmasına rağmen çıkan bu sesin tekilliği kimseyi yanıltmasın. Soma’da 301 işçinin iş cinayetine kurban gittiği patlamada yükselen seslerin Bartın’da gerçekleşmemiş gibi görünüyor olmasının bir sebebi de AKP’nin Soma’dan çıkardığı derste yatıyor.
Faciadan sonra sahada yaptığımız gözlemler gösteriyor ki; işçilerin aileleri ve basın yoğun bir abluka altındaydı. Sayıştay raporundan işçilerin ve ailelerinin farkında olduğu ihmaller silsilesine rağmen gözlemlenen “temkinli” sessizliği acıların taze oluşuna yormak iyimserlik olacaktır. İktidarın Soma’da yapamadığını Bartın’da yapabilmiş olması Beşir Derneği ya da Ülkü Ocakları Arama Kurtarma Birimi’nin tepkilerin önünü kesmek için görevlendirilmiş olmasından da kaynaklanıyor. Soma'da Diyanet İşleri "cenaze işlemleri" için yaklaşık 450 adet din görevlisi göndermişti. Bu kişiler sarıklı, cübbelileriyle halka "kadere ve fıtrata isyan etmemeleri" konusunda telkinde bulunuyorlardı. Amasra'da bu kötü imaj yerini; daha teknik daha planlı bir yapıya dönüştürülmüştür. "Psikososyal, psikoterapi" eğitimlerini kurum ve belediyelerden sertifikalaştırmış dernekler ve tarikatlar Amasra'da olay yerinde görevlendirilmiştir. Soma'daki bastırılamamış tepkiler kolluk kuvvetleriyle, gerici din görevlilerini devreye sokarken, "sağlık görevlileri" konusunda o düzeyde bir itina göstermemesi de bu ölümlere yol veren hükümet politikalarının bir başka somut göstergesi olmuştu.
BAKİ OLAN KADER DEĞİL SINIF ÇATIŞMASI
Cinayetlerin işlendiği Soma'da ve Amasra'daki madenlerde denetimlerin en üst düzeyde olduğu, gerekli önlemlerin alındığı, işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından da "en iyi maden" olduğunu propagandası devam edecek gibi görünüyor. Soma'daki "madenciliğin fıtratı” Amasra'da "kader planına" evrilirken iş cinayetlerinin, yaralanmaların ve meslek hastalıklarının sınıfsallığının üzeri çiziliyor. Marx, Kapital’de kapitalist üretim biçiminin işçi sağlığını nasıl bir maliyet olarak gördüğünü şöyle anlatıyor: “Sermayenin elinde aynı zamanda sistematik bir soygunculuk haline gelir; işçiye çalışırken gerekli olan hayat koşulları üzerinde, yani mekân, hava, ışık ve işçiyi emek sürecinin tehlikelerine veya sağlığa zarar veren etkilerine karşı alınması gereken koruyucu tedbirler üzerinde yapılan bir soygundur bu” (s.407-408).
Kapitalizme içkin olan işçi cinayetlerini de ancak burjuva gericiliğin halk üzerindeki kuşatmasını alaşağı ederek ve çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirecek bir mücadeleyi sürdürerek sonlandırmak mümkündür. Bu nedenle, azami ölçüde işçi sağlığı ve yaşamının korunması için yeterli önlemlerin alınabilmesi, hijyenik ortam ve yeterli araç gereçlerin sağlanabilmesi ancak işçilerin öznesi olduğu bir denetim ile mümkündür. İşçilerin bedenleri ve sağlıkları üzerinden yapılan tasarruf ve soygun düzenine karşı işletmelerde, fabrikalarda ve madenlerde işçi örgütlerinin, sendikalarının, komitelerinin çalışma koşullarını denetlemesini talep etmek de bir mücadele biçimidir. Bartın’daki işçi cenazelerinde duyduğumuz “zaten gaz kokusu alıyorlardı” gerçekliği de denetimin işçiler tarafından örgütlü bir düzeyde gerçekleştirilmesinin aciliyetini ortaya koymaktadır. Üretim alanlarında kapitalizmin işçilerin çalışırken gerek duyduğu hayat koşullarını dahi tasarruf haline getirdiği soygunculuğa karşı işçi denetiminin işçilerin örgütlü mücadelesinin bir ayağını oluşturduğu bir gerçekliktir. Madende yaşamını yitiren işçi Şaban’ın salonun ortasındaki tabutu, sessizliği ve karanlığı delip geçecektir.