19 Ekim 2022 03:53

Yönetmen Murat Yüksel: Madenlerde insan sağlığı hiçe sayılıyor

"Vakti Gelince"de silikozise yakalanan maden işçilerini anlatan Yönetmen Murat Yüksel, “İşçilerin yaşadığı çağ dışılığı herkesin görmesini istediğim için bu belgeseli çektim” dedi.

Fotoğraf: Murat Yüksel'in kişisel arşivi 

Paylaş

Sevda AYDIN
İzmir

‘İmroz’ ve ‘Jeotermal Yetti Gari’ adlı belgeselleriyle tanıdığımız Yönetmen Murat Yüksel, ‘Vakti Gelince’ adlı yeni filminde silikozise yakalanan maden işçilerini anlatıyor. Belgesel, Aydın’ın Çine ilçesinde kuvars ve feldspat madenlerinin çıkarıldığı maden ocaklarında çalışırken silikozis ve KOAH gibi hastalıklara yakalanan işçilerin yaşadıklarına odaklanıyor. “İşçilerin yaşamış olduğu çağ dışı güvenlik önlemlerini herkesin görebilmesi umuduyla, belgeseli çekme kararı aldım” diyen Yüksel ile filmi üzerine konuştuk.

"ÖNLEMLER ÇAĞ DIŞI"

Aydın bölgesinde daha önce çekmiş olduğun “Jeotermal Yetti Gari” adlı belgesel ile JES’lerin yöre halkının yaşam alanlarında nasıl bir tahribata yol açtığını anlatmıştınız. “Vakti Gelince” ise bölgede yer alan madenlerde çalışan işçilerin yakalandığı silikozis üzerine belgesel. Bu hastalığa dikkat çekmekteki temel nedeniniz nedir?

Vakti Gelince’nin; Jeotermal Yetti Gari belgeseli ile başlayan bir sürecin devamı olduğunu söyleyebilirim. Jeotermal Yetti Gari belgeseli çalışması için; Aydın’ın ilçeleriyle birlikte köylerini de dolaşmaya fırsatım oldu. JES’lerin çevresine verdiği doğa tahribatını kayıt altına almak istiyordum. Araştırmalarım sonunda Çine’nin merkezi olmak üzere dağ köylerinde de talancı bir politikanın uygulandığını tespit ettim. Burada Çine Yaşam Platformu Sözcüsü ve AYEP Üyesi Ahmet Uslu ile tanıştık. Maden ocaklarının sadece çevreye zarar vermediğini, aynı zamanda bu maden ocaklarında çalışan işçilerde silikozis hastalığının olduğuna tanık oldum. Daha sonra maden ocaklarında çalışan işçiler: Çalışma koşullarının zorluğunu, güvenlik önlemleri yetersiz olmakla beraber denetimlerin yetersiz ve güvenilir olmadığını söylediler. Maden ocaklarında emek veren işçilerin, çalıştığı dönemlerdeki koşulları dinledikçe bu konuya da dikkat çekmek ve işçilerin yaşamış olduğu çağ dışı güvenlik önlemleri herkesin görebilmesi umuduyla, Vakti Gelince belgeselini çekme kararı aldım.

Belgesele ‘Vakti Gelince’ ismini vermenizin nedenini anlatabilir misiniz?

‘Jeotermal Yetti Gari’ belgeseli ile başladı diyebilirim. Toplumsal meselelerde kendimi sorumlu hisseden ve bunu dert edinen bir insanım. Kimsenin yaşam hakkının bir şekilde elinden alınmasını istemiyorum. Ne bir maden ocağında ne bir jeotermalde, ne de önlemesi gerekebilecek bir iş kazasında hiçbir canın yitip gitmesini istemem.Gerek ‘Jeotermal Yetti Gari’ belgeseli çekimlerinde olsun, gerekse de ‘Vakti Gelince’ belgeselinde olsun bu iki belgeselin çekimlerinde bölgede araştırma yaptığım zaman; maden ve enerji şirketlerinin bölgedeki hakimiyetini gördüm. Halk ise sadece hukuk çevresinde mücadelelerini sürdürüyordu. Oysa ben insanca, onurlu bir yaşamın olacağını düşünüyorum. Bu yüzden Vakti Gelince, bir gün hesap sorulacağına inanan biri olarak, belgesel çalışmasının adını bu şekilde belirledim.

"ÇEKİM YAPARKEN TEHDİT EDİLDİK"

Maden sahalarında çekim yapmak şirketler tarafından engelleniyor, siz nasıl bir deneyim yaşadınız?

Kolay bir çekim yaptığımı söyleyemem. Zaten başlı başına zor ve riskli bir alan hak temelli belgesel çekmek. Kimi zaman maden ocağının güvenlik görevlisi ya da mühendisi size engel olmaya çalışırken, kimi zamansa devletin kolluk gücü de çekiminize engel olmak istiyor.

İşte böyle bir durum karşısında kalkıp da bir maden ocağının tepesinde çekim yapmak ve görünmemek için mücadele etmek çok zor oluyor. Kaldı ki birkaç kez sataşmalara ve baskılara maruz kaldık. Maden ocaklarında çekim yapmaya başladığımız anlarda kendi şahıs araçlarımız takip edildi. Sözlü tehditlere varana kadar bu süreç devam etti.

Her bir belgesel çekiminden sonra bir deneyim kazanıyor insan. Evet, insan bir tecrübe kazanıyor. Bu tecrübelerin ne yazık ki hepsi de acı oluyor. O da yaşamış olduğumuz coğrafyadan kaynaklanıyor, sanırım.

"HASTALIKLAR DENETİMSİZLİĞİ İSPATLIYOR"

Belgeselde yer alan işçilerin anlatımlarından madenlerdeki denetimsizliğin bu hastalığa nasıl imkan tanıdığını görüyoruz. Buna dair değerlendirmeniz nedir?

Bu konuda şunu diyebilirim. Şirketler ya da şirketteki yetkili kişiler daha fazla para kazanma uğruna, insan sağlığını hiçe sayıyor. Yıllardan beri madenlerde emeklerini satan işçilerin, yakalanmış olduğu bu ölümcül hastalık bunu ispatlar şekilde, gözümüzün önünde duruyor. Maden işçilerinin anlatımında çarpıcı noktalar da vardı. Mesela, belirli periyotlarda gerçekleşen sağlık kontrollerinin sonuçlarının, işçilerle paylaşılmadığını söylüyorlar. İşçi kendisinden şüphe eder ya da daha teşekküllü bir sağlık kuruluşunda kontrolünü yaptırırsa ki bunu da kendi cebinden karşıladıklarını ifade etmişlerdi. Yakalanmış oldukları bu ölümcül silikozis hastalığını da öğrenmiş oluyorlar. Aslında faaliyet gösteren şirketlerin, Avrupa’daki emsalleri doğrultusunda önlem alınsa belki de bu ölümcül hastalığın adını Tıp Fakültesindeki derslerde duyacaktık ama gelişmekte olan ülkelerle birlikte bizim gibi hakkını arama konusunda hâlâ yolunu, yol yöntem bilmeyen ülkelerde bu ve buna benzer olumsuzluklarla sanırım daha çok karşılaşacağız. Yani sözün kısası, aç gözlü sermaye ve yerel yönetimlerle birlikte devletin denetim mekanizmasının bir bölümü, bu maden ocağında çalışan işçilerin çalışma koşulunu görmezden geldiği için, biz bu hastalığı öğrenmiş olduk.

Son olarak eklemek istediğim birkaç şey daha var aslında. Sizinle bu konuyu konuştuğum zaman, Bartın’da bir kömür madeni ocağında gerçekleşen patlama haberini aldık. Kısa bir süre sonra o maden ocağına ait Sayıştay raporu ortaya çıktı. O raporda denetleme raporunda, Amasra Müessese Müdürlüğüne bağlı madende patlamanın yaşandığı eksi üç yüz derinlikte ani gaz degajı ve grizu patlama riskinin arttığı konusunda uyarı yapıldığı konuşuluyor. Bu konuyla ilgili TTK’nin yaptığı açıklamaysa oldukça manidar: Eksi üç yüz derinlikte ani gaz degajı ve griuzu patlama riskinin olduğu konusunda uyarı sapılmasını yalanladı ve olay sonrası yapılan haberlerin ‘dezenformasyon’ yarattığını da söyledi.  Bu ve buna benzer olayların bir kısmını yakın zamanda Erzincan’da İliç’te yaşadık. Şirketler yine yurt dışı kaynaklı ve ortakları Türkiye’den Çalık Holding. Burada da karşımıza çıkan yine sermayenin aç gözlü olması ve halkın sağlığını hiçe sayarak altın madeni çıkarmak için siyanür kullanması.

Şunu da belirtmek isterim. Belki konuyla ilgili değil ama madenlerin, bu madenlerin gerçek sahibi biziz. Yani halk. Üretim sürecinde elde edilen her türlü gelir ya da gelirlerin de halka dönmesi gerekiyor. Evet, insan evladı yaşadığı sürece tüketecek ve tüketmek için de üretmesi gerekiyor. Bu üretimin, insan ve doğaya verdiği zararı minimal seviyeye çekip, üretime devam edilmesi gereklidir diye düşünüyorum.

ÖNCEKİ HABER

Dinlenme hakkı nedir, bu hak yasada nasıl düzenlenmiştir? - Dr. Murat Özveri | Adaletin İş Yüzü

SONRAKİ HABER

Fransa’da insanca yaşam için grev ve protestolar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa