Antep'ten işçi mektubu | Sevinç, keder, öfke, mücadele…
"Kader ya da facia değildi bütün bunlar. Önlenebilirdi ve bile bile önlenmediği için cinayetti, katliamdı. İşin bu yanını da düşününce bu sefer kederle birlikte öfke kapladı içimi."
Fotoğraf: Pexels
Antep’ten bir fabrika işçisi
Bütün bu duyguların hepsi birkaç gün içinde kasırga gibi geçti beynimden. Sanki Karadeniz bölgesinde bir şehrin tam ortasında, yetkililerin ‘takdiriilahi’ dediği bir sağanak yağış sonrası sele kapılmışım da sular beni bir o duvara, bir bu taşa çarpıp duruyormuş gibi hissettim. Oysa öyle değildi. Antep’teydim, evimde. Rutin bir şekilde işime gidip geliyordum. Sekiz saat iş yerinde, iki saat yolda günde on saatimi patronumun servetine servet katmak, bu arada eğer becerebilirsem eşimle, çocuğumla ucundan kıyısından, ‘yaşamak’ kelimesinin sosyolojideki karşılığına aldırmadan, ‘süfli’ heveslere gark olmadan, yaşamaya çalışıyordum. Nereden çıktı bu fırtına, bu sel? Anlatayım.
Evrensel gazetesini yaşam koşturmacasının el verdiği kadar günlük takip etmeye çalışıyorum. Birkaç gün önce bir haber okudum gazetede. İstanbul’da 79 gündür direnişte olan ETF Tekstil işçilerinin mücadelesi kazanımla bitmiş, işçilerin alacaklarına karşılık patronun bütün mallarına haciz koyma kararı çıkmıştı mahkemeden. Tabii hem Antep’te birebir tanık olduğum işçi direnişlerinden hem de yine Evrensel gazetesinde okuduğum haberlerden biliyordum direnen, mücadele eden işçilerin mutlaka kazanacağını. İçimi bir sevinç kapladı, “işte bu” dedim kendi kendime. Çalıştığım fabrika, her gün boğuştuğumuz onlarca sorun, geçim derdi, çocuğumun geleceğiyle ilgili kaygılarım geldi aklıma. “Yol belli” dedim: Mücadele edeceğiz ve kazanacağız.
Daha bu sevincin üstünde bir iki gün geçmişti ki Evrensel gazetesinde başka bir haber. Emek Partisi Antep İl Örgütü bir kampanya başlatmıştı. İş kazalarına dikkat çekiliyordu kampanyada. İş yerlerinde maliyeti azaltmak, üretim hızının düşmesini engellemek için alınmayan tedbirlerden, işe giderken döküntü servis araçlarından, bakımı yapılmayan, kışın tuzlanmayan, temizlenmeyen yollardan, ucuz iş gücü olduğu için çalıştırılan ama artık tekaüde ayrılma yaşı çoktan geçmiş ya da bütün Antep’i dolaştıktan sonra mesai saatine yetişebilmek için aracın gaz pedalına yüklenen şoförlerden kaynaklı, adına kaza denilen ama açıkça cinayet olan olaylardan bahsediliyordu. Her yıl iş cinayetlerinde ülkemizde binlerce işçinin katledildiği vurgulanıyor, yetkilileri gerekli tedbirleri almaya ve işçileri can güvenlikleri için mücadele etmeye çağırıyordu. Açıklamada belirtilen can kaybı rakamlarını okuyunca bu sefer bir keder kapladı içimi, ETF işçilerinin kazanmasına duyduğum sevinç buruklaştı. Ama kafamda yine aynı sonuca vardım. Emek Partisinin de açıklamada vurguladığı gibi can güvenliğimiz için de mücadele etmek gerekiyordu.
Bu duyguları içimde tam olarak yaşayamamışken iki gün sonra Evrensel’de başka bir haber bu sefer yaktı kavurdu içimi. Bartın’da yine alınmayan tedbirlerden, yine birilerinin servetine servet katma hevesinden, yine yetkililerin patronların rantına helal gelmesin diye yapılan uyarıları duymazlıktan gelmesinden kaynaklı toplu bir işçi katliamı daha gerçekleşti ve 41 sınıf kardeşimiz aramızdan ayrıldı. En tepeden yine aynı açıklama geldi. Bu ‘kader’di ve boyun eğmek, alışmak, kabullenmek gerekiyordu. Kendine basın kuruluşu diyen patron borazanı medya da olayı ‘ facia’ diyerek normalleştirmeye çalıştı. Ama daha iki gün önce Emek Partisinin açıklamasını okumuştum Evrensel gazetesinde. Kader ya da facia değildi bütün bunlar. Önlenebilirdi ve bile bile önlenmediği için cinayetti, katliamdı. İşin bu yanını da düşününce bu sefer kederle birlikte öfke kapladı içimi. O an elimden gelse bütün bunların sorumlularının ümüğünü sıkar, kaza ya da kader neymiş gösterirdim. Ama elimden gelmiyordu ve ayrıca sivrisinekleri öldürmenin kurtuluş için yeterli olmayacağını, gerçek kurtuluş için bataklığı kurutmanın gerektiğini öğrenmiştim yaşamım boyunca. Bataklığı kurutmak yani bu düzeni değiştirmek için de işçiler olarak yapabileceğimiz tek şey vardı, birleşmek ve mücadele etmek.