19 Ekim 2022 04:40

Madene mahkum eden yoksulluk: Bile bile sürüldü işçiler bu can pazarına...

Bu kriz koşullarında, iş bulmak imkansız hale gelince... Başka yol kalmıyor, madenden gayrı. Patlamada hayatını kaybeden 2019 girişli işçilerin çoğu da böyle düşünerek girdi madene.

Fotoğraf:Hilal Tok/Evrensel

Paylaş

Meltem AKYOL
Hilal TOK
Amasra

Amasra halkının en büyük geçim kaynağı madencilik. Eskiden balıkçılık varmış ama bitmiş. Biraz da turizm. Madene mahkum aslında emekçiler. Ee “Devlet kurumu, özel gibi değil”, üstüne erken emeklilik hakkı. Bu kriz koşullarında, iş bulmak imkansız hale gelince bir de... Başka yol kalmıyor, madenden gayrı. Patlamada hayatını kaybeden 2019 girişli işçilerin çoğu da böyle düşünerek girdi madene. İçlerinde üniversite mezunları da vardı, üniversiteyi yarım bırakmak zorunda kalanlar da. Bazıları madene girmek istemedi, Soma’yı, Ermenek’i biliyorlardı. Bir de Kozlu’yu. Pek çok işte çalıştılar, çoluk çocuk da olunca onlara da maden yolu göründü. Aileleri böyle anlatıyor madene giriş hikayelerini çocuklarının. Yine de devletin ya burası... “Devletin yeri sonuçta, güvendik” diyor madenci annelerinden biri. Bir başka madencinin eşinin anlattıkları ise ‘bu can pazarına’ bile bile sürüldüklerini ortaya koyuyor: “Bacalarda sıkıntı var, temizlenmesi gerekiyor diyordu eşim bana. Niye yapmadılar, niye niye, 3 sene önce rapor çıkarmışlar, neredesiniz? İhmal var, ihmal. Cinayet bu.”

‘ŞENLİK’ DAĞILDI, BİR ACI YEL KALDI

Maden önündeyiz sabah, sadece gazeteciler var. Bir de bazı bakanlıkların personelleri. Polis bariyerini geçmek yasak, gazeteciler için oluşturulmuş alanda bekliyoruz. Saat başı geliyor, kanallar yayında. Söndürme çalışmalarının ne kadar ‘iyi’ yapıldığını anlatıyorlar.

Yayın bitiyor. Durulan hareketlilik yeniden başlıyor: Bu kez bakan beyler-hanımlar ziyarete gelecek, onun için.

Dizi dizi araçlar... Orada bulunan bakanlık personeli de sıralanıyor... Ziyarete gelen Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık.

Bir işçi ile birlikte izliyoruz olanları. Ne olacak bundan sonra diyoruz, gözüyle karşımızda süren nümayişi işaret ediyor: “Bunlar da biter, dağılır gider herkes. Biz acımızla kalırız…”

TAKDİRİİLAHİ!

Madende süren çalışmalara katılan işçiler var. O işçilerden üçünün yanındayız, önce konuşmak istemiyorlar, “Gerekli bilgilendirmeyi yetkililer yapar” diyorlar. İçlerinden biri “Olayı değil, arkadaşlarımızı soruyor” diyor. Hayatını kaybeden işçilerden biri olan 23 yaşındaki Berkay Pınaroğlu’nun daha önce çalışırken parmağının koptuğunu anlatıyorlar.

Bir diğeri ekliyor: “Eskisinden bile daha iyi koşullar. Takdiriilahi diyoruz. Benim çalıştığım yerden kimse sağ çıkmadı, her gün kontrole geliyorlardı. Bu anlık olan bir şeydi. Akşam maçımız vardı çocuklarla, birlikte maça gidecektik, cenazelerini aldık. Koşullarımız gayet düzgündü, bir sıkıntı olsa zaten bizi çalıştırmazlardı.”

“Biz artık gidelim” diyerek uzaklaşırken, “Bartın’da madencinin ekmeğini yemeyen bir kişi yoktur. Benim hem dede hem dayı mesleği” oluyor sözleri... Yarın yine madende çalışmaya inecekler...

KADER DEDİĞİNİZ YOKSULLUKTUR, MECBURİYETTİR...

‘Ocak kapatılacak mı kaygısı” da başlamış işçilerde. Burada bulunan işçilerin sohbetlerinde o var. Daha acıları tazeyken can derdinin yanına ekmek derdi ilişmiş hemen, “Kapatılırsa ne yaparız” diyor işçiler: “Belki Zonguldak... Oraya git, yeni ev, yeni hayat... Ama yine maden...”

İşçi tamamlıyor: “Başka çaresi yok burada insanların. Üniversite mezunları bile iş bulma imkanları azaldıkça geliyor madene... Orman mühendisi var bir tane, babası madende çalışıyor. O da madende artık. İş yok. İster mi babası, istemez... Ama... ‘Kader’ diyorlar ya, yoksulluktur, mecburiyettir işte o. Arkadaşını gömer gider yine madende çalışırsın. ‘Kader’ dedi mi işçi, birazı inançtansa birazı mecburiyettendir. Kader demek zorundadır biraz da. Burada çalışmaya devam etmesi lazım, madende. Bile bile, göre göre... ‘Kader’ demese yarın gidip o madende nasıl çalışacak...”

Bakan bitiriyor ‘ziyaretini.’ Dizi dizi araçlar geldikleri gibi çıkıyor alandan. Sessizleşiyor ortalık, bir sonraki ziyarete kadar...

KADER ÖYLE Mİ?

Maden sahasından sonra Ahatlar köyündeyiz. Birbirine yakın üç ev, boyasız, sıvaları döküşmüş kiminin... Yoksullukları dışarı taşmış. Türk bayrakları asılı. Bu köye üç cenaze geldi madenden. Aynı gün madende çalışan üç arkadaşın cenazesi... Mehmet Bulut, Şaban Yıldırım ve Okan Akgün, yine aynı gün defnedildi.

Mehmet Bulut’un evi önünde bir taziye çadırı, baş sağlığı dileyenleri babası, kardeşi ve eşi karşılıyor. Eşi Munise’nin elinde Mehmet Bulut’un cüzdanı ve çorapları var, “Benim bir ay sonra 11 aylık kızımın doğum günü var, kafe tuttu kutlamak için. Bak çorabını kokluyorum ben. Ben kocamı öpemedim. Suratı, kolu, bacağı, her yeri yanmış... Nasıl can çekişmiş. Ben öpemedim onu canı yanar diye, ben hayat arkadaşımdan korktum... Kardeşi yıkadı, koydu toprağa, ne haldeydi. Benim kocamı yaktılar, nefessiz bıraktılar. 17 saat bekledik. Daha 30 yaşında. Bu kadar kolay mı, insan hayatı bu kadar ucuz mu?​” diye soruyor.

İHMAL VAR İHMAL, CİNAYET BU

Tek tek anlatıyor: “Benim kocamın iyi bir dayısı amcası yoktu, torpille çalışamadı. Geçen yıl kaza geçirdi, kas yırtığı oldu. ‘Başka yere versinler seni’ dedim, ‘Yok aşkım vermezler’ dedi. Bel fıtığı oldu madende. Torpilli olanlar istedikleri yerlerde. Benim kocam bir gün işe gitmese sıkıntı oluyordu. Başına ekşiyorlardı. Kendi çocukları girmiyor madene. Ölmeye gittiği gün ‘İşler çok kötü bu aralar’ dedi. ‘Gitme’ dedim. ‘Maaşımı tam alayım, ücretimiz kesilmesin’ dedi. Şimdi iki gün sonra maaşı gelecek, yiyemeyecek o maaşını. Madenin bakım için kapatılacağını söylemişlerdi, ücretsiz izne çıkarılacaklarmış. Ama sendika seçimi oldu, ertelediler. ‘Bacalarda sıkıntı var, temizlenmesi gerekiyor’ diyordu bana… Niye yapmadılar, niye niye, üç sene önce rapor çıkarmışlar, neredesiniz? İhmal var, ihmal. Cinayet bu. Gelen gazetecilere bunu söyledim. Yayımlamadılar, cesaret edemediler. ‘Vah vah, hikayeleri yarım kaldı’, acılı hikayeler bir dakikalık acılı müzikler... Böyle verdiler televizyona. Ben bas bas bağırıyorum: Cinayet bu...”

Soma’yı, Ermenek’i, orada yaşanan acıları ve adaletsizliği unutmayan bir madenci evi burası. “Bu işin üstünü kapatmasınlar, izin vermeyin” diyor. Mehmet Bulut’un babası tamamlıyor sözlerini: “Başkaları da olmasın, başkaları da gitmesin. Biz bu işin peşini bırakmayacağız.”

MADENDEN BAŞKA ŞANSI OLMAYANLAR...

27 yaşındaki Okan Akgül’ün evindeyiz. Kapıda sarışın, çakır gözlü, 5 yaşındaki kızı Miray. “Babam öldü, toprağa koymuşlar babamı biliyor musun” diyor. Uzun süre kimse konuşamıyor... Biri 3, diğeri 5 yaşında iki kızı var Okan Akgül’ün. Annesi giriyor söze, “Tornacıda çalışıyordu oğlum, ama ne sigorta ne bir şey. Madene girdi. Başka çalışma şansı yoktu ki, ne yapsın” diyebiliyor. Yine sessizlik... Bu kez kucağında bebeği ile eşi Tuğçe bozuyor sessizliği: “Eşim ‘Bakım var, izin olacak’ demişti. Ama biz korkmayalım, tedirgin olmayalım diye madeni anlatmazdı bize, sorunları söylemezdi.” Çıkarken “Başka canlar artık yanmasın” diyor, usulca...

YERDE KALMASIN...

Şaban Yıldırım’ın annesinin ağıtları günlerdir hiç dinmedi: “Araba geldi, cüzdan geldi, telefon geldi. Kendisi yok. Sabahlara kadar bekledim, çıkamadı. İnşallah dedim, bir köşecikte saklanmıştır çocuğum, çıkmadı. Analardan ayırdılar, çoluk çocuktan ayırdılar. Gençliğine doyamadı yavrum. Yıkıldık biz.” Sesi kısılmış ağlamaktan.

“Gaz var mı diye nasıl bakmıyorsunuz” diyor döne döne: “Nasıl?​” Ve oğlunun sözlendiğini anlatıyor: “Kasımda ocak kapanacak demiş oğlum eşine. İşte bir şeyleri yapacaklarmış, tamir işte. Madem sorun vardı, niye kapatmadılar, niye niye...” Defalarca tekrarlıyor bu soruyu su sözler eşliğinde: “Sorumlular çıksın, bizim uşaklarımız nasıl kömür çıkardılarsa siz de görevlerinizi yapın. Yerde kalmasın...”

O KAHRAMAN ŞİMDİ HAYATTA OLABİLİRDİ...

Madende hayatını kaybeden işçilerden biri, bir çocuk babası 42 yaşındaki Yener Saygın’dı. Evliydi, bir de çocuğu vardı. Madene girmesine taraftar değildi ailesi. Bir sürü işte çalıştı olmadı, evlendikten sonra da maden yolu göründü. “10 sene sonra emekli olurum” hayalleri vardı… Hemen her maden işçisi gibi. “Biz çocuğumuzun emekliliğini hesaplıyorduk, onlar ölüm aylığını…”

O gece patlamadan kurtuldu Yener Saygın. Hemen kurtarma çalışmalarına katıldı. Aşağı indi 6 arkadaşını çıkardı. Yine indi. Aslında inmemesi lazımdı, birisinin ona dur demesi lazımdı. Demedi, Saygın bir daha aşağı indi, hayatını kaybedenler listesine yazıldı adı. Liste uzun, 41 can, 41 aile, eş çocuklar… Anneler, babalar…

Sonrası acı. Evlerden yükselen ağıtlar… Saygın ailesinin evinden acıyla ‘keşke’ler duyuluyor: “Keşke 6 kişiyi kurtardıktan sonra bir daha madene girmeseydi…”

Babası konuşuyor, Faik Saygın: “Benim oğlum arkadaşlarını kurtarırken gitti. Bu madenle ilgili bir sürü şey söyleniyor, ihmallere dair. Ama o gece de ihmal var, baca ağzında. Ya benim oğlumun arkadaşları kalmış, o düşünemez, 6 kişiyi kurtarmış, yine iniyor. Canları var aşağıda, arkadaşları. Ama organizasyon olsa, onu bir daha aşağı indirmemeleri lazım. Yani ‘Senin ciğerlerin zaten metan dolmuş, inemezsin’ deyip izin vermemeleri lazım. Ama… Şimdi ‘kahraman’ diyorlar. Gitti o kahraman işte, eğer düzgün olsaydı o gece o kahraman bugün hayatta olurdu. ‘Kader’ diyorlar, önlem alsaydınız olmazdı bu, ölmezdi o çocuklar. O gece, bari o gece işinizi düzgün yapsaydınız, çocuğa inme diyen birisi olsaydı… Kader olmazdı bize bu acı…”

HESABI SORULSUN Kİ MADENDE ÖLÜM ‘KADER’ OLMASIN

Bir başkası ekliyor: “Biz çocuğumuzu cumartesi defnettik, pazartesi arıyorlar, ‘Hesabınıza para yatırdık, gidip çekebilirsiniz’ diyorlar. Bu ne demek ya. Aceleniz ne” diyor aile üyelerinden biri, ekliyor:

“Cezasız kalmasın… Kozlu, Soma, Ermenek… Bu kaçıncı?​” Ve hemen her madenci evinde duyduğumuz söz orada da işitiliyor: “Biz yandık başkaları yanmasın, bu kader olmasın artık. Madenciye madende ölüm kader olmasın…”

‘ÖLEN ÖLDÜĞÜYLE KALMASIN’

Faik Saygın ile aynı mahalleden bir işçi daha var, madende hayatını kaybeden, Öner Yıldız. 13 yıllık Maden İşçisi Öner Yıldız, emekliliğine gün sayıyordu. Öner Yıldız’ın annesi Meliha Yıldız anlatıyor: “Bir umut bekledik, ‘Aşağıda, yaşıyor’ demelerini bekledik. Belki bir köşeye girmiştir, kurtulmuştur dedim…” Bütün anneler böyle diyor aslında... “Belki bir köşede…” Öyle olmuyor…

Ablası giriyor söze: “Ben tahmin ettim de, diyemedim bizimkilere…” Sonra da susanlara geliyor sıra: “Sendika da hiçbir şey yapmadı, sıfır. Seçimden sonra köçek oynattılar sonra sesleri çıkmadı. Hiçbir şey yapmadılar.” “Devletin yeri sonuçta, güvendik, meğer ne çok ihmal varmış...”

“Devletin kurumu böyleyse yani…” diyebiliyor anne, gerisini getiremiyor.

Öner Yıldız’ın eşi Tuğba, “Benim sözüm bir şey fayda etmez” deyip eve ziyarete gelen vekillerden bu düzeni değiştirmelerini istiyor. “Dünya yansa acım hafiflemez. Madencinin bir sözü vardır, ‘Ölen öldüğüyle kalır.’ Ben yandım, Soma 301 yandı, Ermenek, Kozlu yandı. Artık birileri yanmasın. Eşim derdi, ‘Yerin altı bambaşkadır’ diye. Benim anlayamadığım, başka ülkelerde de bu iş yapılırken, başka ülkelerde madencinin canı yanmazken neden bizimki bu kadar değersiz. Kadere mutlak inanan bir insanım ama buradaki... Eşim harika bir baba, harika bir eşti. Ben acımı anlatmak istemiyorum. Bana demişti. Bir gün ölürsem arkamdan dimdik dur. Unutulmasın eşim! Soma’dan önce benim kocam aynı işi yapmasına rağmen yanındakinden düşük ücret alıyordu. Bu 301 madenciden sonra düzeldi. Ölmesi mi gerekir bir şeylerin değişmesi için? Burada ölen öldüğüyle kalmasın.”

ÖNCEKİ HABER

Kendine şiddet uygulayan eşini öldürmek zorunda kalan İzel Erdeve tahliye edildi

SONRAKİ HABER

Dezenformasyonla Mücadele Birimi, Bartın haberlerine “dezenformasyon” dedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa