Yer üstünde açlık, yer altında ölüm var...
Amasra’da madencilik babadan oğula geçen zorunlu bir miras gibi. Çünkü işçi ya öleceğini bile bile çocuklarının karnı doysun diye o madene inecek ya da dışarıda açlığa mahkum olacak...
Fotoğraf: Ömer Ürer/AA
Meltem AKYOL
Hilal TOK
Amasra
Türkiye’nin madencilik tarihi kara sayfalarla dolu. Tıpkı kömürün karası gibi. O sayfalara bir kez daha Amasra eklendi, tarihler 14 Ekim 2022’yi gösterirken. 41 işçi hayatını kaybetti. O işçilerden biri Öner Yıldız. Babasının 20 yıl çalışıp emekli olduğu madende, emekliliğine bir yıl kala, hayatını kaybetti Öner Yıldız. Babası İsmail Yıldız aynı madende 1990’daki patlamada 5 arkadaşını kaybetti. Anne Meliha Yıldız 20 yıl eşini bekledi pencerede, sağ salim eve varsın diye. Sonra oğlunu... Madencilik babadan oğula geçen zorunlu bir miras gibi burada. Çünkü ya öleceğinizi bile bile çocuklarınızın karnı doysun diye o madene ineceksiniz ya da dışarıda açlığa mahkum olacaksınız. Yerin altında ölüm, yeryüzünde açlık vardır buralarda... İşte madenci çocukların madenci babalarının, evde bekleyen annelerinin, eşlerinin hikayesi...
‘AYNI MADENDE 5 ARKADAŞIMI YİTİRDİM’
38’indeki Öner Yıldız’ın babası oğlunun emekli olamadığı ocaktan emekli. 20 sene madende çalıştı İsmail Yıldız.
“Aslında” diyor İsmail Yıldız: “Bizde madencilik yoktu, Karabük Safranbolu’dan geldim ben. 1984’te. Özal dönemiydi, Zonguldak’ta imtihana girdik. Kazananlar sözlü mülakata girdi. Biz yer üstünde çalışacaktık. Bizim başvurumuz sonrası iş alımlarını durdurdular. Biz bunun karşısında tepki gösterdik, eylemler yaptık. Bizim baskımız üzerine işçi alımı yeniden başlatıldı. Beni Amasra’ya gönderdiler. Kurs aldık, kaza olunca ne yapmamız lazım, ona dair bilgiler verdiler. Sonra da nakliyatta çalışmaya başladım.”
Takvimler 1990’ı gösterirken, soğuk bir kış günü, grizu patlaması oldu çalıştığı ocakta, şimdi oğlunu kaybettiği hani. 5 arkadaşını yitirdi. Anlatıyor: “Ben motorcuydum o zaman. Ben duymadım patlamayı. Benim olduğum kottan aşağıda olmuştu. Sabah motoruma binen, madene birlikte gidip geldiğimiz arkadaşımızı bekledim her zamanki gibi. Gelmedi. Gelmeyince gittim baktım bir kalabalık, meğer aşağıda patlama olmuş. O da ölmüş. 5 arkadaşımız o gün öldü. Ben kömür vagonlarını götürürdüm. İşim buydu, üretimdekiler etkilenmişti patlamadan. Patlamadan sonra kömür değil yaralananları getirdim o vagonda. Yaralanan bir işçi, yüzü gözü is ve kan içinde. ‘Üşüyorum İsmail abi’ dedi. Üzerimdeki montu çıkartıp ona örttüm, üşümesin diye. Yaralılar var dediler, motoruma bindim, diğer yaralıları çıkarmaya gittim…”
GEÇİM DERDİ, ÖLÜM KORKUSUNU BASTIRIR...
“Kazadan sonra peki nasıl devam ettiniz” diye soracak oluyoruz, soruyu tamamlamadan geliyor yanıtı: “Geçim derdi ölüm acısını bazen çabuk bastırıyor. Kazadan sonra çalışmaya devam ettim. Ayrılmayı düşünmedim. Başka bir iş yok. Maden kazaları olur geçer. Her şey normale döner sonra. Kozlu’da, Soma’da ne oldu, bir süre kapalı kaldılar. Sonra açıldılar. Burası da açılacak. Kalanlar çalışacak. Mecbur. Şimdi burada da bir süre önlemleri artırırlar ama sonra ne olur bilmem...”
‘GÖNÜLLÜ’ ZORUNLULUK: MADEN
O anlattıkça eşi Meliha Yıldız “Off” çekiyor. 20 sene pencerede kaygıyla beklemiş eşini, “Bugün eve gelebilecek mi” diye. Öyle ya, “Gitmek vardı da dönmek yoktu bazen…”
Ekmek parası ya, tüm risklerine rağmen başka bir iş olmayınca oğulları Öner Yıldız da inmiş yer altına. “Korktuğum başıma geldi” diyor anne Meliha Yıldız. Gitmesini hiç istemediği madene oğlunu kurban verince.
Baba İsmail Yıldız da böyle diyor: “Maden çok tehlikeli bir iştir. Zordur madenci olmak. Madenci eşi, çocuğu olmak. En ufak bir dalgınlıkta… Zordur yani…”
‘20 YIL HELLALLEŞEREK GÖNDERDİM EŞİMİ’
Meliha Yıldız dikkatle dinliyor eşi İsmail Yıldız’ı, o bitirince söze giriyor: “Ah kızım hiç istemedim, eşimi bekledim 20 sene, pencere önünde sağ salim eve varacak mı diye. Mecbur girecek oraya. Başka alternatif yok. Ama korka korka girecek, ama ölümü bile bile girecek. İştahla giren yok ki. Ben kocamı helalleşerek gönderdim işe yıllarca. O gelesiye kadar şu soğuk betonlara basa basa, pencerelerde bekledim. Her dönen arabaya bu tarafa mı gelecek diye bakardım. Ha dedim bu emekli oldu ferahladım. Bu sefer mecbur oğlum gitti madene. Nasıl razı olmayayım? Başka iş yok ki.”
Amasra’da hayatını kaybeden çoğu işçinin ailesinde mutlaka en az bir madenci var. Babadan oğula geçen zorunlu bir miras gibi...
Biri Osmanlı döneminde diğeri de cumhuriyet döneminde olmak üzere iki kez mükellefiyet yasası çıkarılmış Türkiye’de. Maden ocaklarında ‘zorunlu’ çalışma demek bu yasalar. Bugün ise madenlerde çalışmak zorunlu değil ‘gönüllü.’ Ama zorunlu bir gönüllülük. Çünkü ya işçi öleceğini bile bile çocuklarının karnı doysun diye o madene inecek ya da dışarıda açlığa mahkum olacak. Meliha Yıldız’ın anlattıkları gibi: “Girdin mi ya çıkacaksın ya çıkamayacaksın. Bile bile giriyorsun, ekmek parası için. Açlıktan be yavrum. İş yok, ekmek yok millet ne yapsın, aç mı dursun. Aç duruluyor mu, çocuk ne yer?”
MADENCİ YÜRÜYÜŞÜNDEN BUGÜNLERE...
20 yıllık madencilik hayatında büyük eylemlere, grevlere de tanıklık etti İsmail Yıldız.
1990’dan 1991’e uzanan Büyük Madenci Yürüyüşü de bunlardan en büyüğü kuşkusuz. 48 bin işçiyi ilgilendiren toplu sözleşme görüşmelerinde uyuşmazlık çıkmıştır.
İşçilerin istediği 2.5 milyon lira maaş ve 85 bin lira yevmiye talebine karşılık ANAP hükümetinin dayatması 1.2 milyon lira maaş ve 64 bin lira yevmiyedir.
Bunun üzerine 1990 kasımından, 1991 ocağına uzanan o büyük grev başlar. Türk-İş ve bağlı Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) madenciler için 3 Ocak 1991 günü yurt genelinde gerçekleştirdiği genel grevin ardından Ankara’ya gitme kararı alır. Ama işçileri Ankara’ya taşıyacak otobüslerin kente gelişi devlet tarafından engellenir.
GMİS önünde on binlerce işçi toplanmıştır, Sendika Başkanı Şemsi Denizer işçilere seslenir: “Ankara’ya arabalarla gidecektik ama araçlarımız engellendi. Peki, yürümeye var mısınız?” Ve Ankara’ya yürüme kararı alınır. Tarih 4 Ocak 1991, saat 9.30’dur. “Gemileri yaktık, geri dönüş yok” diyen 100 binden fazla insan yollardadır artık.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dı eylemlerin hedefindeki: “Çankaya’nın şişmanı madencinin düşmanı...”
Madencilere verilen büyük destek hükümeti görüşmeye zorladı ve 8 Ocak’ta yapılan görüşmelerde taleplerin kabul edilmesi üzerine yürüyüş sona erdirildi.
İşte o büyük yürüyüşte yer alan işçilerden biri İsmail Yıldız’dı. O günleri şöyle anlatıyor: “O zaman birlik beraberlik, tutkunluk, arkadaşlık, insanlık vardı. Millet kol kola verirdi. Kışın grev zamanı çadırlarda sabahladık. Yürüyüşler yaptık. Türkiye’de bir ilk olmuştu o. Biz başlatmıştık Büyük Madenci Yürüyüşü’nü. Grevi de yürüyüşü de biz başlatmıştık. Geri adım attırdık.”
Eşi Meliha Yıldız anlatıyor bir de o günleri: “Eve geldi, çocuklar bakıyor, babamız bize ne getirdi diye. Açlar. Çantasından bir bisküvi çıktı, onu yediler. Banyoya bir girdi çıktı ki, her yer simsiyah olmuş... Üşümüşler de lastik yakmışlar ondan.”
SENDİKA NEREDE?
O günlerden bugüne geliyoruz. “O zaman sendikamız vardı” diyor... Ya şimdi?
“Şu an sendika seçimleri, delege seçimleri oldu, herkes koltuk peşinde gitmeye başladı. Eskiden sendika daha güvenilirdi, şimdi sendikanın bir şeyi yok. Sendika böyle bir risk karşısında sokmazdı işçiye madene, sokmamalı. Burada cenazelere bile gelmedi sendikacılar, bizimkine gelmediler... Tepki alırız diye korktular herhalde...”
‘ÖNCE TEDBİR ALIRSIN, SONRA TEVEKKÜL EDERSİN...’
‘Kader’ sözlerine tepkili. “Oğlum” diyor: “Namazında niyazındaydı, patlamadan önce onu en son ‘cuma’dan çıkarken gördüm, çay verdim... Biz kadere inanırız ama buna kader diyemem ben. İhmal var.” Ve ekliyor: “İhmal olmasa nasıl patlasın böyle. Bizim eskiden teknolojimiz bu kadar güçlü değildi. Burada çalıştığı yerde dışarıya bağlı gazı tespit eden aletler var. Burada 1.5’i vurduğu zaman işçiyi çıkarmaları lazım. Ekip başının da ölçüm aleti olur. Dışarıdan da içeriden de takip edilir gaz oranı. Burada bir hata var demek ki. Kader diyemem o yüzden. İlk önce tedbiri alırsın, sonra tevekkül edersin. Böyle olacağını bilse girer mi o çocuklar oraya. İkiz bekleyen, eşi hamile olan, çocukları olan, yeni evlenen, bir sürü genç öldü.”
İnanmıyor olanlara, inanmak istemiyor: “Şu an rüyada gibiyim. Ben emekli olduktan sonra yine çıkmadım madenden, çay ocağı var, pandemiye kadar o çay ocağında çalıştım. Ben orada çay ocağı işletirken eğitime gelen 2019 girişli çocuklar çay içerdi, o ölenlerin hepsini tanırdım. Kendimizi sakinleştirmeye çalışıyoruz. Tek tesellimiz, yanmamış olması...”
MADENCİLİK BÖYLEDİR: GİRERKEN VEDA EDERSİN...
Bütün bu anlattıklarından sonra özetler gibi şunları söylüyor: “İşte böyledir maden işçiliği. En zor meslektir. Burada başka iş olmadığı için çalışırsın... Her an kelle koltukta. Madene giderken çoluk çocuğunla, arkadaşınla helalleşirsin, çıkınca da arkadaşların ‘Geçmiş olsun’ der, bugünü de atlattın diye... Asgari ücretle çalışsan, başka bir işte ne olacak, ailesine nasıl bakacak? Kendine yetmez. Millet işsiz. Devlete ait. Özel olmayan bir yer kalmadı ki. Böyle olunca geleceğin garanti oluyor. Devlet işi diyorsun. O yüzden kura çıkınca oğlumuza sevindik.”
Söz yine oğlu Öner Yıldız’a geliyor, aslında söz ondan hiç çıkmıyor ki... Meliha Yıldız, bu sırada torunundan oğlu Öner’in askerlik fotoğrafını getirmesini istiyor. “Komandoydu benim oğlum. Yaktı beni gitti, bir sene vardı emekliliğine. İlk önce ölmedi dediler, iyi dediler, bir bayram havası sevindik. En korktuğum şey başıma geldi.” O sözünü tamamlamadan İsmail Yıldız ekliyor: “Bu kaza olduğu anda çok uzun süre açıklamadılar ama tahmin ediyordum, ama bizimkilere diyemedim.”
MECBURİYETTEN İŞBAŞI...
Öner Yıldız’ın iki kardeşi de Hattat Holdinge bağlı madende çalışıyor, maden henüz işlemiyor. TTK’nin B sahasını 2005 yılında rödovans anlaşmasıyla kiraladı Hattat.
Öner Yıldız da burada çalışıyordu TTK’ye bağlı ocağa girmeden önce. 2009 yılında çıkan kurada girebildi madene. Kız kardeşi, görüştüğümüz gün temizlik işçisi olarak henüz yeni başlamıştı Hattat’ta, burada HEMA diyorlar... Annesi Meliha Yıldız, “Gidesi yoktu hiç. Dedim, ‘İki çocuğun var kızım, abin gitti, ne zamana kadar ağlayacaksın, bu çocuklara bakman lazım.’ Mecburen işbaşı...”
İsmail Yıldız bitiriyor sözü: “Mecbur, bir zaman sonra bu maden açıldığında işçiler de başlayacak. Başlamasa ne yapacak ki? Önce biraz çekine çekine. Sonra o da alışacak... Mecburiyettir işte...”