26 Ekim 2022 04:44

Yaşamdan soğurulmuş öyküler: Gibi

Tacim ÇİÇEK

Söke'li Şair Talat Avcı’yı, 2000/2016 yılları arasında ‘tek tüfek’ Beşparmak dergisini yönettiğinde tanımıştım. Benim, Ben/Cil Metinler adıyla daha sonra kitap olarak yayımlanan bir tür deneme yazılarımın da büyük bölümüne yer vermişti dergide. Dergicilik yapmazdan çok önce de Aykırısanat’ta şiirlerine, kısa öykülerine yer vermiştik. Talat Avcı’nın, başka dergilerde de şiirleri, öyküleri, deneme ve kitap tanıtım yazıları yayımlandı tabii ki. Sanırım ilk şiir kitabı Mustafa Kemal Destanı. (1986) Ardından Sençekimi, Adresi Eksik şiir ve Şiiridye (2019) adlı deneme kitabı yayımlandı. Talat Avcı’ya ait bölük pörçük okumalarım olmuştu aslında geçmişte. Ama Söke’deki bir edebiyat etkinliğinde ilk kez yüzcek de tanışınca verdiği Sençekimi adlı şiir kitabı; edebiyata olan tutkusunu ve kendi sesini, rengini bulma çabası açısından ilgimi çekmişti. Kasım 2020’de Klaros etiketiyle yayımlanan “Gibi” adlı öyküleri büyük bir çoğunlukla yaşanmışlıklardan ve anılardan kotarılmış öyküler toplamıdır. Kurmaca olan bir öyküye rastlamadım. Kısa ve arı bir dille yazılmış olmaları okunmayı kolaylaştırıyor. Pürüzsüz dili bana, Talat Avcı anlatıyor ben de dinliyormuşum duygusunu yaşattı okuduğumda. Üç ana bölümden oluşan kitabın her bölümünde sekizer kısa öykü yer alıyor.

ÜSLUP VE KURGU

Bir metnin okunmasını sağlayan iki olmazsa olmazdan söz edebiliriz: Biri üslup (dil) diğeri de kurgu. Kurgu için bir şey demeye hakkımız yok, en azından bana göre; çünkü bir yazar anlatmak istediğini dilediği gibi kurgulayabilir. Ama dil, yazarın anlatmak istediğini anlayıp içselleştirmemizle ilgilidir. Yani bir eve girmek için önce kapıyı açmak gerekir.  Eve girmek için anahtar neyse metin/ler için de dil odur. Dil varlığın evidir diyor bir yazar. Demek ki dilin sınırı aynı zamanda dünyanın da, metnin de, kurgunun da sınırıdır. İşte bu yüzden Bertolt Brecht, her sözcük sessizlik ve hiçliğin üzerine düşürülmüş bir lekedir demiş. Ve ağzımızdaki cam kırığı gibidir kimi kelimeler, sussak acıtır, konuşsak da kanatır cümlesini ödünç alalım Oğuz Atay’dan. Demek isterim ki, cam kırığı kelimeleri daha çok kullanalım konuşmamızda ve yazılarımızda… Belki o zaman hiç akmaz ya da çok az akar (Asıl amacımız hiç akıtmamak ve akıtanlara engel olmak olduğu halde) mürekkebin ve sözün aktığı her yere kan… Talat Avcı’nın birçok öyküsünde bu cam kırıklarını inceden inceye duyumsadım. Samut, Deli Memet ve Yarıntı örnek vereceğim öykülerden. Okuduğumuz bir şiiri, hikayeyi, romanı ya da yazıyı eleştirme hakkımız var tabii ki. Onlardan bir şeyler alıp kendi dünyamıza katabiliriz yalnız hiçbir biçimde onlara, değiştirmek, dönüştürmek anlamında, müdahale edemeyiz. Bu yüzden en iyi göz ve okuma eleştirel olandır. Eleştirel okumaya özen gösteren biri olarak diyebilirim ki ‘öyküler toplamı’ diye adlandırdığım kitapta doğrudan kişisel anı ve denemeye yakın metinler de var: Aktör, Pandalista, Leylek Kartal Savaşı, kişisel anılara örnek çalışmalar. Kişisel anılardan öykü, roman oluşturulabilir. Bunu kişisellikten kurtarabildiğimiz ölçüde geneli ilgilendiren anlatılar olur ancak. İmza Günü, Karadut daha çok denemeye yakın olanlar. Deneme öyküye yakın durabilir ama asla öykü değillerdir. İkisinin de olmazsa olmazları farklıdır çünkü.

MENSUR ŞİİR KIVAMINDA

Talat Avcı, pürüzsüz diliyle görünür yapmak istediği konuları, yaşanmışlıkları mensur şiir kıvamında dillendirmiş. Kendini bu alanlarda olduğundan farklı ve yetkin gösterip şişinenlerden değil, çünkü insan ne kadar kendisi olursa, olabilirse ve b/öyle kalabilirse o kadar iyi... İşte o zaman empatik, sempatik, gerçekçi, doğrucu olabilir insan. B/öyle olanların toplamı hayata egemen olduğunda sanallar ve yalanlar yaşamın hiçbir güzelliğini durduramaz, kirletemez, görmezden gelemez... Böyle bir anlayışa sahip bir yazardan, özelde Söke ve çevresini, genelde de Ege’yi ve insanımızı okumak isteyen için yaşanmış öyküler toplamı olan Gibi’yi okuyun derim.

Evrensel'i Takip Et