Başörtüsü tartışması Erdoğan'a yeni bir lütuf mu? | Erdoğan güçlü bir bölünme için formül arayışında
Erdoğan, CHP'nin yol açtığı başörtü tartışmasında 'referandum' diyerek el yükseltti; Siyaset Bilimci Dinçer Demirkent ve Hukukçu Kamil Tekin Sürek değerlendirdi.
Fotoğraf: Murat Kula/AA
Metin TAŞKIRAN
İstanbul
Türkiye yoğun ekonomik ve siyasi gündemlerle boğuşurken bir de bu gündemlere iki haftadır süren Anayasa tartışmaları eklendi. İktidar CHP’nin yol açtığı başörtüsüne ilişkin düzenlemeden yola çıkarak Anayasa’nın 24’üncü madde ve 41’nci maddesini değiştirmek istiyor.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “aileyi güçlendirme” ve “başörtüsü” için Anayasa’yı değiştirelim hamlesi muhalefeti sıkıştırma seçimlere de “Ekonomik sıkıntıları konuşmadan gitme” taktiği olarak yorumlanıyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü çıkışının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan önce Anayasa düzeyinde değişiklik yapılmasını teklif etmiş ardından da bu değişikliği ‘Referanduma götürme’ çağrısı yapmıştı. Meclisteki muhalefet ise, bu referandum çağrısına temkinli yaklaşmış hatta “hayır” deme yönünde eğilimlerini göstermişti.
Peki anayasa değişikliği için kaç oy gerekli. Cumhur İttifakı oyları referandum için yeterli mi ve Meclisteki siyasi partilerin olası bir referandum halinde görüşleri ne yönde?
October 27, 2022
REFERANDUM İÇİN 360 OY GEREKLİ
Anayasa değişikliğinin Meclisten geçmesi için en az 400 milletvekilinin onayı gerekiyor. Anayasa değişikliğini referanduma götürmek için ise en az 360 vekilin oyuna ihtiyaç var. Şu anda Cumhur İttifakının ortaklarından AKP’nin 286, MHP’nin 48, BBP’nin ise 1 milletvekili bulunuyor.
Mevcut milletvekili sayısı ile anayasa değişikliğinin referanduma götürülmesi mümkün görünmüyor. Bir referandum için 26 oya ihtiyaç var. AKP bu 26 oyu bulamaz mı? Erdoğan neden bir referandum çağrısı yaptı? İktidarın seçimlere gidilen bir süreçte böyle bir anayasa değişikliğine gitmeye, özellikle de referandum tartışması başlatmaya neden ihtiyacı var? Başörtüsü tartışması Erdoğan’a sunulan bir “lütuf” mu?
Hukukçu Kamil Tekin Sürek ve Siyaset Bilimci Dinçer Demirkent bu yöndeki sorularımızı yanıtladı.
"BAŞÖRTÜSÜ PROPAGANDASIYLA SEÇİM SÜRECİ"
Hukukçu Kamil Tekin Sürek, AKP’nin anayasa değişikliği önerisi ile tek tek muhalefet partilerini tavır almaya zorlanacağı görüşünde. Bu yöntemle de Saadet Partisi ve Gelecek Partisi ile altılı masanın arasındaki farklılıkları ortaya çıkacak. İktidar böylelikle “Bizden başka başörtüsünü savunan yok, biz gidersek bunlar yine eskisi gibi size devlet dairelerinde başörtüsü taktırmaz, takanları işten çıkarır, ikna odalarına çeker” propagandası yapacak.
"EKONOMİYİ KONUŞMAK İSTEMİYOR"
Kamil Tekin Sürek, Erdoğan iktidarının bu tartışmaları seçime kadar sürdürerek ekonomik problemler, yoksulluk, yolsuzluk vb. konuları konuşmak istemediğini ifade etti.
"ERDOĞAN HALK OYLAMASINA GÖTÜRMEK İSTİYOR"
Siyaset Bilimci Dinçer Demirkent ise parlamenter siyasetin sürekli aynı gerekçelerle sağ seçmenin hassasiyetlerine göre şekillendiği düşünüldüğünde Erdoğan’ın 26 milletvekiline ulaşılabilecek bir politika izleyebileceği ve Erdoğan’ın bunda çok zorlanmayacağını öngörüyor.
Demirkent’e göre teklif 400 hatta 500’ün üzerinde milletvekilinin desteği ile TBMM’den geçse bile Erdoğan halk oylamasına götürmek istiyor. Demirkent şöyle diyor: “Erdoğan bunu artık kimse değiştirmesin diye halka götürüyorum dediğinde ne diyecekler? Onay verdikleri bir teklifin bir de halkın reyine sunulmasına israf mı diyecekler? Kim umursar bunu? Ama Erdoğan daha güçlü bir bölünme yaratmak için CHP’nin teklife destek veremeyeceği ama parlamentodaki başka partilerin destek vereceği bir formül arayacak, teklifin desteğini 360 ila 400 vekil tarafından kabulünü zorlayacaktır.
PLEBİSİTER DİKTATÖRLÜK
Türkiye’nin siyasal rejimini adlandırmak için en uygun kavramın plebisiter diktatörlük olduğunu düşünen Demirkent, bu fikri şöyle açıklıyor; “Birincisi, Türkiye artık meşruiyetini Anayasa’dan alan bir iktidar değil, meşruiyetini hükümetin amacından alan bir iktidara sahip. Anayasal/yasal meşruiyetin yerini karizmatik liderin yüce amaçları almış durumda. Devletin bekasını korumaktan, yerli ve milli nüfus yaratmaya birçok biçimde ifade edilen bu amaç bürokrasiden yargıya kadar hakim kılınmış durumda. İkinci unsur ise meşruiyetin dayanağının plebisiter onay olması. Bu onay politikaların onayından ziyade amaç ile özdeşleşmiş liderin onayı. Bu nedenle mesele ne olursa olsun Erdoğan kendini oylatıyor; seçimler siyasi olarak bu çerçevede organize ediliyor. Tabii 7 Haziran 2015’ten itibaren buna siyasi zor da eklenmiş durumda. 7 Haziran 2015’ten sonraki her seçimde şiddet araçlarının kullanılmasından seçimin kurallarının değiştirilmesine, sansürden milletvekillerinin tutuklanmasına ve cezalandırılmasına, sosyal medyada fikirlerini kullanan yurttaşların kriminalize edilmesinden seçim yenilenmesine her ‘zor’ aracı kullanıldı. Karizmatik lidere ilişkin onay (plebisiter meşruiyet) zayıfladıkça ‘siyasi zor’ kullanımı artıyor. Erdoğan, başörtüsü meselesini LGBTİ nefreti ile birleştirecek bir kampanya şansı yakalamışken, hele bu fırsat ona CHP tarafından verilmişken referandum ihtimalini elinden geldiği kadar zorlayacaktır. Onun için meseleyi halk oylamasına taşımak değişikliğin içeriğinden dahi önemli. CHP bu kanalı açtı hem de. Daha ne olsun. Elbette bu fırsatı sonuna kadar kullanacak.”
"CHP’NİN MUHAFAZAKAR POLİTİKALARI, AKP’YE PAYANDA"
Başörtüsü meselesinin gündem olmasının bugün bir mağduriyetten değil, CHP’nin politikalarına ilişkin, partisine ilişkin öz güvensizliğinden kaynaklandığını söyleyen Demirkent, “Halkın taleplerine geniş emekçi kesimlerin, gerçekten mağduriyet yaşayan ve özgürleşme talebi olan toplum kesimlerinin ihtiyaçlarını karşılayacak bir politika ürettiğinde yanıt alamayacağına ilişkin kaygıları nedeniyle başörtüsü meselesi bugün Türkiye’nin politik gündemine girdi. Çünkü CHP kadroları bir mite inanıyor, onu canlı tutuyor” diye konuştu.
CHP’nin halkın geniş kesimlerinin çıkarına uygun politika belirleyip, uygulayıp halka gitmek yerine; anketler yoluyla halka sürekli kim olduğunu soran bir noktada olduğunu anlatan Demirkent şöyle devam etti:
“Bir sosyal demokrat parti olarak halkın sağlık sorunlarıyla, eğitime ilişkin sorunlarıyla, barınma ve geçim sorunuyla, özgürlük sorunuyla ilgilenmek, her gün ağırlaşan bu sorunlarla mücadele etmek yerine bunu yapıyor. Bu ise AKP’nin yarattığı ikili meşruiyet rejimini kimlikler üzerinden destekliyor. Verili olanı destekliyor. Sonuç AKP’nin yaptığını ben daha iyi yaparım oluyor. Yapamayacağını ve yapmaması gerektiğini bir türlü anlayamıyor bu yüzden. CHP’nin yirmi yıldır Erdoğan’ın kurduğu rejimin payandası olmasının nedeni bu. Politikasını Türkiye toplumunun sıkı sıkıya sarıldığı bir muhafazakar kimliği var varsayımına dayandırıyor. CHP’nin bu politikaları üreten mutfağının kendi seçmeninde heyecan yaratamayan bir politikanın sadece muhafazakar kimliğine uygun tercihler yaptığı varsayılan seçmenlerce neden destekleneceğine ilişkin bir soruya nasıl yanıt vereceklerini çok merak ediyorum. Sonuç olarak, CHP’nin muhafazakar politikaları takip etmesi, AKP’nin karşı devrimci politikalarına payanda oluyor. Konserler muhafazakar hezeyanlarla yasaklanır, insanlar cinsel yönelimlerinden dolayı kriminalize edilir, dindar ve kindar bir nesil ile laik cumhuriyet karşıtı muhafazakar devrimcilik politikası izlenirken tartıştığımız şeyin artık yasak olmayan başörtüsü olmasının nedeni bu.”
"LGBTİ KARŞITLIĞI NEREDEYSE TÜM OTORİTER REJİMLERİN ORTAKLAŞTIĞI BİR ALAN"
CHP'nin hamlesinin ardından gelişmeleri takip eden süreçte iktidara yakınlığıyla bilinen Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi AKP'nin hazırladığı anayasa değişikliğine ilişkin ayrıntıları aktardı.
Selvi'nin yazısına göre 41. maddede yer alan, “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır” tanımındaki “Eşler arasında” ibaresi "muğlak bulunduğu için" “Aile, kadın ve erkekten oluşur” tanımı getirilmek isteniyor.
24. maddeye ise “Kadınların başlarının ve boyunlarının açık veya örtülü olması kamu hizmetlerinde görev almalarında ve eğitim-öğretim hayatında ayrımcılık olarak kabul edilemez” ibaresi eklenmesi planlanıyor.
Erdoğan'ın uzun süredir LGBTİ'leri hedef aldığı bilinen bir gerçek, anayasa değişikliğinde de aile tanımı yine LGBTİ karşıtı bir yerde konumlanıyor. Meseleyi değerlendiren Demirkent, LGBTİ karşıtlığının neredeyse tüm mevcut otoriter rejimlerin ortaklaştığı bir alan olduğunu görmenin ilginç olduğunu vurguluyor.
Rusya'dan örnek veren Demirkent, "Rusya’nın hükümet yanlısı gazetelerini açıp baktığınızda LGBTİ bireylere karşı Akit dilini kullandığını görüyorsunuz. Çünkü bu rejimlerin karakterinde düşmanlaştırma var. Düşmanın ilk ve en belirgin niteliği farklı olmasıdır. Sonra o farklılık kendinden menkul ahlaki ilkelerle katılaştırılır, suçlulaştırılır, insandışılaştırılır. Onlara karşı da bu rejimler kendi taraftarlarını birleştirir. LGBTİ bireyler bu tip rejimlerin en kolay karşısına aldığı toplum kesimi. Çoğunluktan farklı, hakim heteronormatif ahlaki kodların dışında. Ulusalcılar dahil birçok kesimin içten içe AKP’nin bu kriminalize etme çabasına desteğini görmüyor musunuz? Düşmanlaştırma, ayırma ve bu ayrım sonucu başkalarını kendinde birleştirme, Erdoğan’ın izlediği politikanın politikanın özü bu. Türkiye’de düşman hukuku, adeta bir savaştaymışız gibi işliyor yaklaşık on yıldır. İç düşman yaratma alanları içinde AKP bakımından şu dönemde en uygunu belki de LGBTİ bireyler" diye konuştu.
REFERANDUM ÇAĞRISINA MUHALEFET NE DİYOR?
Erdoğan’ın referandum açıklamalarının ardından CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, ‘çakma Orban’lık mı yapacaksın Erdoğan?’ şeklinde karşılık vererek referandumu desteklemeyeceklerini belirtti.
İyi Partiden ise açıklama Parti Sözcüsü Kürşad Zorlu’dan geldi, Zorlu, “Ülkemiz seçim sathı mailine girdiğimiz, milletimizin sandığı bu kadar özlediği ve istediği bir ortamda, biz referandumu değil bir an önce seçim sandığı ile milletimizin buluşturulmasını, hesap verme gününün bu şekilde gelmesini bekliyor ve istiyoruz” ifadeleriyle karşılık verdi.
HDP Demokratik Yerel Yönetimler Kurulundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Rüştü Tiryaki ise “Bunun için referanduma gerek yok ki, neden yasa değişikliği yapmıyoruz. Toplumu neden kamplaştıralım, kutuplaştıralım?” sözleriyle referanduma destek vermeyeceklerini ifade etti.
41’İNCİ VE 24’ÜNCÜ MADDE NE DİYOR?
Madde 24:
“Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.
Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”
Madde 41:
“Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.”