27 Ekim 2022 14:37

‘Sınıf mücadelesini görmeyenler haberi de göremez’

Dostlukları çok önemliydi Ahmet için. Hatta sadece dostlukları değil, çoğu kişinin uzağından geçmeyi tercih ettiği insanlar, onun edebiyatının, bu ülkeye ve dünyaya dair meselesinin bir parçasıydılar.

Ahmet Tulgar | Fotoğraf: Fatih Polat/Evrensel

Paylaş

Fatih POLAT

Bu başlık Ahmet Tulgar’a ait. Evrensel’in Pazar Sayfaları için yazdığı ve 27 Haziran 2021 günü yayımlanan yazısının başlığı.

Yazıya, iki hafta önce YouTube kanalında yayımladığı kısa videoda, “Neden Marksistler, sosyalistler, solcular daha iyi gazeteci olur?​” diye sorarak, bu soruya verdiği yanıtlara atıflar başlıyor ve devam ediyordu: “…Ben gazeteciliğe edebiyatçı olmaya karar verdikten, hatta ilk öykülerimi yazdıktan sonra başladım. Kurguya, öykülemeye daha işe başlarken vurgundum yani. Yazıya vurgun. Böyle başlayınca da daha ilk dergi, gazete yazılarımı tutkuyla yazdım, edebiyat kadar kalıcılığı olacakmışçasına ciddiyetle eğildim, kıskançlıkla sahiplendim. Daha ilk dergi yazımla editörlerin karşısına kaprisli biri olarak dikilmiştim.

Dergi, gazete yazılarımla ilişkimi gazetecilik mesleğine başladığım ilk yıllarda yayımlanan öykü kitabımla tescillenmiş edebiyatçı kimliğim kadar bir başka sorumluluk daha belirliyordu ama. Bir Marksisttim ben ve ‘Yayın yoluyla komünizm propagandası yapmak suçu’na istinaden dört yıla yakın cezaevinde yatıp çıktıktan sadece birkaç gün sonra başlamıştım mesleğe. Haliyle daha ilk dergi yazımı yazarken yazdığım metni toplumsal mücadeleye, en azından yoksullara ve ezilenlere faydası açısından da sorguluyor, dergi ve gazetelerde yazdıklarımın böyle bir yararı olması için ne yapmam gerektiğini düşünüyordum.”

Evrensel’de 9 Şubat 2013 tarihinde yayımlanan köşe yazısında da, Immanuel Kant’ın ‘Ebedi Barış Üzerine’ çalışmasındaki kavramları ışığında temellendirdiği 2010 yılında yayımlanan ‘Diller Çehreler Barış’ adlı makale kitabından söz açıyordu. Sözü de o dönemler, birçok kesimin bütünlüklü göremediği bir meseleye getiriyordu: “Başbakan ve hükümetin birçok bakanı, bir süredir bu alicenaplık, bahşedicilik iddiasını konuşmalarında, Barış ve Demokrasi Partisi’ne dışarıdan hükmetme ve partinin içişlerine müdahale etme teşebbüslerini meşru kılmak için imaen ya da açık açık kullanıyor. Öcalan ile görüşmeye hangi BDP milletvekillerinin gideceği konusunda hükümetten yapılan her açıklama bu anlayıştan kaynaklanıyor.

Böylesi yaklaşım ve tartışmaların olduğu bir müzakere süreci barış değil, olsa olsa, Kant’ın deyimiyle ‘rezervi olan bir barış’, yani bir tür ateşkesle sonuçlanabilir. O da eğer bu tansiyon ve ruh hali ile süreç kazasız sürdürülebilirse. Oysa halkların kardeşliğini tesis etmesi hedeflenen sürdürülebilir bir müzakere süreci, ancak barışın felsefi olarak temellendirilmesi ve bu temelde de istenmesi, arzu edilmesi ile mümkündür.”

Ahmet’in yazıları hem internet ortamında hem de yayımlanmış kitaplarında duruyor. Roman ve öykü kitaplarına da kitapçılardan ulaşılabilir.

Kısa bir yazı için uzun sayılabilecek bu iki alıntıyı Ahmet’in yaşam ve yazı pratiğinin de özeti olduğu için yaptım. Sınıf mücadelesi kavramını elden bırakmayan bir gazetecilik ve Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl biçimde çözümüne dair kafa yorarken de sık sık atıf yaptığı Kant.

Ahmet’in “prens” muamelesi gördüğü o dönemin ‘merkez medya’ ortamında hep kendisini ayıran özelliklerle durmasının ve artık ‘merkez medya’ kavramının kullanılmasının koşullarının dahi kalmadığı dönemin öncesinde alternatif mecralarda gazeteciliği devam ettirme serüveni.

Bu kısa yazı onun mesleki ve edebi serüveninin tümünü ele alma ya da bu bağlamda ansiklopedik atıflar yapma kastı ile yazılmadığı için belli dokunuşlarla devam edeceğim.

Sankt Georg Avusturya Lisesini bitirdikten sonra Viyana Üniversitesinde Siyaset Bilimi, Boğaziçi Üniversitesinde İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyan Ahmet Tulgar için, eğitimi bakımından en çok atıf yaptığı, değer verdiği dönem lise yıllarıydı. Çok iyi Almancası ve onun yanında İngilizcesi olan Ahmet, yaşamının parasızlık içinde geçtiği yıllarda, Türkiye’ye gelen çeşitli yabancı heyetlere eşlik edip, onlara ülkenin politik, aktüel ve kültürel gündemine dair bilgiler verirdi. Alman edebiyatı ve kültürünün onun hayatında özel bir yerde durduğunu belirtmeden geçemeyiz. Sık sık özlemle andığı çeşitli Almanya kentlerini anlatır, çok daraldığı zamanlarda biraz soluklanmak için gitmek istediği olurdu.

‘Merkez medya’dan kopmuş olarak gazeteciliğe devam ettiği züğürt zamanlarında ucuz kıyafetler giymekten ve bazen de hırpani dolaşmaktan gocunmayan bir eski ‘prens’ olarak, insana ferahlık duygusu veren gülüşüyle açığı nasıl olsa kapatırdı.

Ahmet Tulgar’ın toplumsal sorunları merkez alan edebi metinleri genel bir övgü alırken, eşcinsellik temalı öykülerinin hiç hak etmediği üsluplarla da karşılık gördüğü olmuştur. Ahmet, kendisinin de ifadesiyle yazıya kıskanç derecede tutkun biri olarak yazdıklarının alkışlanmasından mutlu olur, bu açıdan takdir edildiğinde gülüşü bütün yüzüne yayılırdı ama kimilerince yadırgandığı zaman da kendisini bırakmazdı.

Dostlukları çok önemliydi Ahmet için. Hatta sadece dostlukları değil, kentin içinde çoğu kişinin uzağından geçmeyi tercih ettiği insanlar, onun edebiyatının, bu ülkeye ve dünyaya dair meselesinin bir parçasıydılar. Burada bir parantez açarak küçük bir anı aktarayım.

Bir gün Ahmet’in Şişli’deki, Şişli Etfali karşıdan gören evinin yakınlarında, cadde üzerinde bir pastanede, dışarıdaki masalardan birinde oturmuş kahve içiyoruz. Evsiz olduğunu tahmin edeceğiniz biri mahcup bir ifade ile masalara yaklaşıyor. Bazıları hiç görmemiş gibi yapıp karşısındaki ile muhabbete devam eder, bazıları da hoşnutsuz bir ifade ile masalarından uzaklaştırmaya çalışırken Ahmet, cebindeki son bozuk paraları onunla paylaşmıştı. O arada işsizdi, kendisini şımartmak için bir kot mont almasının ancak indirim sezonunda mümkün olabildiği bir zamandı. Üstelik aylardır kirasını ödeyemiyordu. O nedenle de bir süre sonra çok sevdiği o evi boşaltmak zorunda kalmıştı. Sözü uzatmayayım Ahmet, cebindeki son parayı kentin tanımadığı yoksul sakini ile paylaştıktan sonra, ona mesafeli duranlar için de dönüp, kent orta sınıfının özelliklerine dair sağlam bir edebi tahlil yapmıştı. Hiç unutmam o günü.

Yerim Sevgili İsmail Afacan’ın bana tanıdığı uzunluğun sonuna yaklaşıyor. Ahmet’i belki sonra başka yönleriyle de yazarım.

Bağlamadan önce şunu da ekleyeyim. Yazar üsluptur. Ahmet’in yazı üslubu içindeki temel bir özellik, vurgulamak istediği bir şeyi cümleye noktayı koyduktan sonraki ikinci cümlede de başka bir ifade ile pekiştirerek devam etmesidir. Bazen önceki iki cümledeki sözcükleri lirik olarak tamamlayan üçüncü bir cümle de gelebilir. Yazısına lezzet katan bu tarza bayıldığından eminim.

Belki de hayatta boşluklar bırakmayı sevmediğindendir, kim bilir!

İki sezon birlikte Hayatın Sesi Televizyonunda keyifle program yaptığım güler yüzlü, hep mücadeleci arkadaşımı hiç unutmayacağım.

ÖNCEKİ HABER

CHP’li Bingöl: Seçim için giderayak satıyorlar

SONRAKİ HABER

"Un çuvalı kadar değerimiz yoktu"

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa